Harry Potter’ın Hogwarts’da okuduğu kitaplardan biri olan ve seriye
destek olarak dilimize de çevrilmiş incecik bir kitapçık olan Fantastik Canavarlar Nelerdir, Nerede Bulunurlar?; Harry Potterkitaplarının ve dolayısıyla filmlerinin tamamlanmasının ardından The Wizarding World’ü devam ettirebilmek adına yeni bir seriye ilham kaynağı olmuştu iki sene önce.
Yeni filmin eleştirisini okumadan önce tıklayın.
15 Kasım 2018 Perşembe
8 Kasım 2018 Perşembe
Sinema Tarihinin En İyi Yeniden Çevrimi: Climax (2018)
Burun kıvrılan, filmleri yarım bırakılan, kimi zaman küçümsenen, belli bir kesimden fazlasına hitap edemeyen, olaylı yönetmen Gaspar Noe
yıllar içinde deli-dahi’ye, yeni filmi merakla beklenen adama,
filmlerine özel gösterimlerde bilet bulunamayan yıldız yönetmenliğe
terfi etti. Sadece izleyenlerin bildiği “Monica Belluci’li
tecavüz sahnesinin yönetmeni” iken, şimdi herkesin iyi kötü fikir
sahibi olduğu ya da olmak istediği biri o. Kimsenin beklemediği bir anda
Climax’i yaptı ve gediklisi olduğu Cannes Film Festivali’nden (uzun metrajlı bir film için) ilk ödülünü kucakladı.
Climax derin anlamlar yüklemek için özel çaba sarf etmeyi gerektirdiğinden (ama bütün olaylar Fransa bayrağı önünde cereyan ediyor/ama Fransa’da geçen filmde sanki kimse Fransız değil/ama yabancı korkusu/ama şu/ama bu diyecekleri Noe’ye havale ediyorum) ilk bakışta içerikten çok deneyim filmi. Karşımızda dört filmlik de olsa kusursuz filmografiye sahip auteur bir yönetmen var ve beşinci filmiyle kariyerinin biçimsel özetini sunuyor. Climax’in tanıtımının önceki dört film üzerinden yapılmasının sebebi de bu bana kalırsa. “I Stand Alone’u beğenmediniz, Irreversible’den nefret ettiniz, Enter the Void‘dan tiksindiniz, Love’a küfrettiniz, bir de Climax’i deneyin” diyen afiş; yönetmenin tüm kodlarını tek potada eriten bir iş olduğunu zaten muştuluyormuş, tabii izleyince anladık.
Filmde bir derinlik aramadığım için (oysa buldum) hakkındaki yazım da yüzeysel olacak (diyelim) ve “Noe’nin en boş filmi, senaryosu yok” gibi suçlamalara yüz vermeyeceğim. Çünkü bence Climax, ismine de atıfta bulunacak olursak; Noe sineması alametifarikalarının zirvesi ve toplamı. Önce filmin son dakikalarını görüyoruz, zamansal düzlemi hiçe saydığını hatırlatarak başlıyor işe. Kapanış jeneriğini filmine başlamadan sonuna kadar izleterek jenerik kurallarını umursamadığının bir kez daha altını çiziyor. Kırmızı renkler, ülkesine alaycı bir selam (“bu bir Fransız filmidir” yazısı), dehşete düşüren tek plan dans sahnesi derken göz kırpma tadı veren sahne bağlama şekli de eklenince bunun bir Noe filmi olduğu kesinlik kazanıyor. “Başkası da yapardı” diyenlere “başkası taklit edebilirdi elbette” diyorum.
Enter the Void’un ilk yarım saati uyuşturucu kullanan başkarakterinin zihninde geçiyordu. Climax’te de toplu bir uyuşturucu kullanımı var ama bu kez insanların birbirlerine bakışları üzerinden olayları takip ediyoruz. O yüzden Climax’in Noe’den beklenen “uyuşturucu kafası filmi” olmadığını iddia ediyor hatta Enter the Void tekrarına düşmemek adına bundan özellikle kaçındığını düşünüyorum. Bu bir toplu histeri filmi. Fransa bayrağı önünde toplanmış bir grup Fransız ya da değil insanın (Fransa’da yaşayan insanlar diyelim) bir araya gelip yaşadığı histerinin filmi.
İlk bakışta karakterlerin içkisine uyuşturucu katıldığını ve hepsinin tribe girdiğini düşünüyoruz (ama gerçekte bundan asla emin olamıyoruz ve suçlu bulunamıyor), ancak yine bana kalırsa hiç de öyle değil. Başlarda birbirlerinden uyuşturucu istiyorlar, kimsede yok ya da vermek istemiyor ama sonra uyuşturucuya maruz kaldık diye birbirlerini suçlamaya başlıyorlar, bu ne perhiz diyelim. Üstelik bunu birer birer kendilerinde fark etmiyorlar, biri çıkıp “bize bu yapıldı” diyor ve herkes inanıp tribe girmeye başlıyor. Düşman olduklarını odadan atma (sınır dışı etme?), seks yapmak istediklerine gidip zorla yanaşma (tecavüz?), kıskandıklarını cezalandırma (recm ya da linç?), bakmak istemedikleri çocuklarının sorumluluğundan kurtulma (modern ebeveyn kâbusu?), itiraflarda bulunma ya da toplumun asla kabul etmeyeceği arzularını açık etme gibi bastırdıkları hemen her şeyi ortaya döküyorlar. “Suçlu ben değilim, kanımda gezen uyuşturucu.” Peki o kanlarında gezen gerçekten sangria ile içtikleri mi yoksa özgürlük ve başarı arzusunun dansla gelen adrenalin sayesinde yarattığı “rush” mı? Biri “Amerika’ya gitmek istiyorlar (Amerika olmak istiyorlar)” mı dedi?
Başlığa gelecek olursak; Climax bence Unofficial Suspiria Remake, Suspiria (1977)’nın başına gelebilecek en iyi yeniden çevrim hatta sinema tarihinde bir filmi yeniden çekmek için bulunmuş en iyi yol. 41 sene sonra dans okulundaki bir grup öğrencinin birer birer zarar görüşünü göstermenin daha iyi yolu olabilir mi? 41 senede izlediğimiz yüzlerce korku gerilim filminin ardından, bu türler kendi evrimlerini geçirmiş ve takdir gören meziyetleri güncellenmişken, yapılacaksa böyle bir güncelleme yapılmalıydı zaten. Biraz düşünün bağlantıları, hak vereceksiniz.
Climax derin anlamlar yüklemek için özel çaba sarf etmeyi gerektirdiğinden (ama bütün olaylar Fransa bayrağı önünde cereyan ediyor/ama Fransa’da geçen filmde sanki kimse Fransız değil/ama yabancı korkusu/ama şu/ama bu diyecekleri Noe’ye havale ediyorum) ilk bakışta içerikten çok deneyim filmi. Karşımızda dört filmlik de olsa kusursuz filmografiye sahip auteur bir yönetmen var ve beşinci filmiyle kariyerinin biçimsel özetini sunuyor. Climax’in tanıtımının önceki dört film üzerinden yapılmasının sebebi de bu bana kalırsa. “I Stand Alone’u beğenmediniz, Irreversible’den nefret ettiniz, Enter the Void‘dan tiksindiniz, Love’a küfrettiniz, bir de Climax’i deneyin” diyen afiş; yönetmenin tüm kodlarını tek potada eriten bir iş olduğunu zaten muştuluyormuş, tabii izleyince anladık.
Filmde bir derinlik aramadığım için (oysa buldum) hakkındaki yazım da yüzeysel olacak (diyelim) ve “Noe’nin en boş filmi, senaryosu yok” gibi suçlamalara yüz vermeyeceğim. Çünkü bence Climax, ismine de atıfta bulunacak olursak; Noe sineması alametifarikalarının zirvesi ve toplamı. Önce filmin son dakikalarını görüyoruz, zamansal düzlemi hiçe saydığını hatırlatarak başlıyor işe. Kapanış jeneriğini filmine başlamadan sonuna kadar izleterek jenerik kurallarını umursamadığının bir kez daha altını çiziyor. Kırmızı renkler, ülkesine alaycı bir selam (“bu bir Fransız filmidir” yazısı), dehşete düşüren tek plan dans sahnesi derken göz kırpma tadı veren sahne bağlama şekli de eklenince bunun bir Noe filmi olduğu kesinlik kazanıyor. “Başkası da yapardı” diyenlere “başkası taklit edebilirdi elbette” diyorum.
Enter the Void’un ilk yarım saati uyuşturucu kullanan başkarakterinin zihninde geçiyordu. Climax’te de toplu bir uyuşturucu kullanımı var ama bu kez insanların birbirlerine bakışları üzerinden olayları takip ediyoruz. O yüzden Climax’in Noe’den beklenen “uyuşturucu kafası filmi” olmadığını iddia ediyor hatta Enter the Void tekrarına düşmemek adına bundan özellikle kaçındığını düşünüyorum. Bu bir toplu histeri filmi. Fransa bayrağı önünde toplanmış bir grup Fransız ya da değil insanın (Fransa’da yaşayan insanlar diyelim) bir araya gelip yaşadığı histerinin filmi.
İlk bakışta karakterlerin içkisine uyuşturucu katıldığını ve hepsinin tribe girdiğini düşünüyoruz (ama gerçekte bundan asla emin olamıyoruz ve suçlu bulunamıyor), ancak yine bana kalırsa hiç de öyle değil. Başlarda birbirlerinden uyuşturucu istiyorlar, kimsede yok ya da vermek istemiyor ama sonra uyuşturucuya maruz kaldık diye birbirlerini suçlamaya başlıyorlar, bu ne perhiz diyelim. Üstelik bunu birer birer kendilerinde fark etmiyorlar, biri çıkıp “bize bu yapıldı” diyor ve herkes inanıp tribe girmeye başlıyor. Düşman olduklarını odadan atma (sınır dışı etme?), seks yapmak istediklerine gidip zorla yanaşma (tecavüz?), kıskandıklarını cezalandırma (recm ya da linç?), bakmak istemedikleri çocuklarının sorumluluğundan kurtulma (modern ebeveyn kâbusu?), itiraflarda bulunma ya da toplumun asla kabul etmeyeceği arzularını açık etme gibi bastırdıkları hemen her şeyi ortaya döküyorlar. “Suçlu ben değilim, kanımda gezen uyuşturucu.” Peki o kanlarında gezen gerçekten sangria ile içtikleri mi yoksa özgürlük ve başarı arzusunun dansla gelen adrenalin sayesinde yarattığı “rush” mı? Biri “Amerika’ya gitmek istiyorlar (Amerika olmak istiyorlar)” mı dedi?
Başlığa gelecek olursak; Climax bence Unofficial Suspiria Remake, Suspiria (1977)’nın başına gelebilecek en iyi yeniden çevrim hatta sinema tarihinde bir filmi yeniden çekmek için bulunmuş en iyi yol. 41 sene sonra dans okulundaki bir grup öğrencinin birer birer zarar görüşünü göstermenin daha iyi yolu olabilir mi? 41 senede izlediğimiz yüzlerce korku gerilim filminin ardından, bu türler kendi evrimlerini geçirmiş ve takdir gören meziyetleri güncellenmişken, yapılacaksa böyle bir güncelleme yapılmalıydı zaten. Biraz düşünün bağlantıları, hak vereceksiniz.
Aydede (2018) – Abdurrahman Öner
Buhar adlı başarılı kısa filmiyle tanıdığımız Abdurrahman Öner’in ilk uzun metrajı Aydede (Road to the Moon),
90’lı yıllarda, dedesinin ölümünün ardından annesiyle yalnız kalan
ilköğretim çağında bir çocuğun yaşadıklarını anlatıyor. Antalya’nın
Elmalı ilçesinde çekilen yapımın başrolündeki çocuk oyuncuya Ezgi Mola ve Mehmet Özgür eşlik ediyor.
Okumak için tıklayın.
Okumak için tıklayın.
Domestik (2018) – Adam Sedlák
Çek Cumhuriyeti’nden gelen bir “ilk film” olan Domestik (2018);
sağlıklı yaşam, spor, beslenme, supplementler ve ilaç kullanımıyla
kafayı bozmuş modern bir çiftin yaşadıklarını anlatıyor. Günümüz
yaşamına denk düşen böyle bir anlatıya gerçekten ihtiyacımız vardı.
Okumak için tıklayın.
Okumak için tıklayın.
Di Navberê De / Arada (2018) – Ali Kemal Çınar
Diyarbakır’da yaşayan Ali Kemal Çınar (AKÇ)
hikayelerini paylaşabilmek için uzun yıllar beklemek zorunda kaldı,
bedeller ödedi ama vazgeçmedi. Sonra, onun da zamanı geldi ve 2013
Antalya Film Festivali’nde yarışmaya seçilen “Kurte Film/Kısa Film” adlı
ilk uzun metrajı ile sesini duyurmayı başardı. Tamamen kendi imkanları
ve eş dost yardımıyla kotardığı, ailesini oynattığı filmlerin sayısıysa
şu an dörde ulaşmış durumda. Artık iyi-kötü ismi bilinen, özellikle
festival izleyicisinin tanımaya başladığı ve her ne kadar bence !f İstanbul ödüllü “Veşarti’nin yönetmeni” olarak anılması gerekse de Ankara Film Festivali ödüllü “Genco’nun yönetmeni” dendiğinde kim olduğu netleşen bir isme dönüştü. 25. Uluslararası Adana Film Festivali’nin Ulusal Yarışma bölümüne seçilen yeni filmi “Di navbere de/Arada” vesilesiyle bir araya geldik.
Okumak için tıklayın.
Okumak için tıklayın.
#AdanaFF Güvercin (2018) – Banu Sıvacı
Banu Sıvacı’nın yazıp yönettiği ilk uzun metrajlı film olan Güvercin,
yakında “Yeni Adana Gerçekçiliği” başlığı altında toplayabileceğimiz
kadar çoğalan işlerden biri. Şehrin kenar mahallelerinde yoksullukla
boğuşan insanların öykülerini anlatan bu filmler Adana’ya özgü
çekicilikleri ve doğallıklarıyla öne çıkıyor fakat Güvercin bu
bağlamda, şehri filme dahil etme konusunda yetersiz kalıyor. Taşköprü’yü
gösterip Pozantı’nın adını anmak yetmiyor ne yazık ki. Belki bütçe,
belki prodüksiyon ekibi yetersizliği, belki de yönetmen tercihidir
bilemiyorum ama Güvercin’in Adana’sında karakterlerimiz dışında
pek kimsecikler yaşamıyor gibi. Düğün, mezat sahneleri kalabalık olsa
da filmin geneline, ruhuna bakıldığında ne şehrin sesleri ne Yusuf’un
ömrünü harcadığı sokaklar canlı.
Okumak için tıklayın.
Okumak için tıklayın.
Her Şey Yolunda (2018) – Metehan Şereflioğlu
Metehan Şereflioğlu 6. kısa metrajlı filmi Her Şey Yolunda’yı bir pazar akşamı, bir grup sinemasevere BKM Mutfak’ta “Artık uzun metraj çekmek istiyorum” diyerek gösterdi ve önceki başarıları Mucize Aynalar ile 7 Santimetre’nin de ötesine geçmeyi başararak, uzun metraj bütçesi teslim edilmeyi hak eden bir sinemacı olduğunu bir kez daha kanıtladı.
Okumak için tıklayın.
Okumak için tıklayın.
Her İlk Özel Midir? İlk Arınma Gecesi / The First Purge (2018)
Temelinde yatan fikir sayesinde Slasher bataklığında bir gül gibi açan ve kitlelerin dikkatini çekerek beş yılda dört filme ulaşan “The Purge/Arınma Gecesi” serisi her yeni filmle cepten yemeye devam ediyor. Olayların başlangıcını anlatmaya soyunan İlk Arınma Gecesi (The First Purge, 2018) yönetmen değişikliğiyle bugün vizyonda.
Okumak için tıklayın.
Okumak için tıklayın.
Ev Sineması: Çarpık Evdeki Cesetler (2017)
Agatha Christie’nin aynı adlı romanından Gillian Flynn uyarlaması Karanlık Yerler (Dark Places, 2015) ile tanıdığımız Gilles Paquet-Brenner tarafından beyazperdeye uyarlanan Çarpık Evdeki Cesetler (Crooked House, 2017) yönetmenin önceki filmine göre çok daha iyi eleştiriler aldı ve Christie hayranlarını çoğunlukla memnun etmeyi başardı. Vizyonda kaçıranlar için şimdi DVD’de.
Okumak için tıklayın.
Okumak için tıklayın.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
2023 - Kalan 6 Ay
Temmuz, on beş ay sonra spor salonlarına döndüğüm ve eğer bir kaza bela olmazsa, nasıl öleceğimi de öğrendiğim ay oldu. Bunun getirdiği duyg...
-
Başlığın bile yeterince şok edici olduğunun farkındayım. Günlerdir arabesk soslu aşk nidalarımı okumaktan sıkılmışsınızdır belki düşüncesiyl...
-
Yasemin Alkaya; bale eğitimi almış, konservatuar mezunu bir tiyatro sanatçısı olarak tanınıyor. Fotomodellik de yapmış ve bir kafe işletiyor...