31 Aralık 2011 Cumartesi

FİLMLERİM.COM YAZARLARI SEÇTİ: 2011'İN EN İYİ YERLİ FİLMLERİ

2011 yılıyla ilgili film listeleri bir bir açıklanırken biz de Filmlerim.com yazarları olarak "En İyi 10 Yerli Film" listelerimizi yayınladık. Yıl boyu çok az yerli film gördüğümden, "Simurg" adlı haber bülteni kesitinden hallice belgesel bile listeme girebildi. "Nar" dahil merak edip de izleyemediğim onca filme rağmen "Bir Zamanlar Anadolu'da" ve "Eylül" gibi iki çok iyi yerli yapımı görebilmiş olmaktan mutluyum.


1. Bir Zamanlar Anadolu'da
2. Eylül
3. Vücut
4. Bizim Büyük Çaresizliğimiz
5. Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi
6. Türk Pasaportu
7. Gelecek Uzun Sürer
8. Memleket Meselesi
9. Eyyvah Eyvah 2
10.Simurg

Diğer yazarların listeleri için buraya tıklayın.

30 Aralık 2011 Cuma

DEXTER – 6.SEZON


Dexter'ın altıncı sezonu Harrison'ın ana sınıfına başlaması ya da polis karakterlerin terfii gibi zamanın geçtiğini belirtir değişikliklerin yani sıra yeni karakterlerin tanıtımı ve oyalayıcı ufak cinayetlerle başlıyor. Bildiğimiz evlere, karakola, cinayet mahallerine dönmeden önce ana kahramana sahada futbol oynatarak ya da lisedeki sınıfında ayaküstü seks yaptırarak mekân zenginliği yaratmaya çalışılıyor.

Altıncı sezonun teması din. Dexter’ın oğlunu Katolik bir eğitim kurumuna vermesiyle başlayan Tanrı üzerine düşünme durumu inanç, yaşlılık ve ölüm gibi başlıklar etrafında toplanıyor. Dakikada üç kez “Tanrı” kelimesinin geçtiği sezonda bildiğimiz dizi evreninin her köşesine başarıyla yerleştirilmiş simgelere rastlıyoruz.

“Doomsday Killer(DDK) - Kıyamet Günü Katili(KGK)” davasının şekillenmesiyle beraber karşımıza iki kötü adam konuyor. Biri Tom Hanks’in 34 yaşındaki oğlu Colin Hanks’in canlandırdığı Travis Marshall, diğeri Oscar adayı Edward James Olmos’ın oynadığı Profesör James Gellar. Yeni sezonda iç sesi hepten azalan Dexter’ın girdiği inanç sorgulaması yolunda katalizör görevi gören ise eski mahkûm yeni dindar The Good Shepard-Brother Sam oluyor. Ünlü Hip-hop şarkıcısı Mos Def’in katkısına rağmen ağır aksak ilerleyen altıncı sezon yeterince güçlü olmadığı için 7.bölümde The Ice Truck Killer-Buz Kamyonlu Katil ve The Trinity Killer-Üçlemeci hortluyor. Dexter’ın peşini bırakmayan babası Harry sağduyuyu yansıtırken, uzun zamandır görmediğimiz kadar duygusuz olmasını sağlayan ölü erkek kardeşe bu bölüm için minnet borçlanıyoruz.

Dokuzuncu bölümün sonuna dek homurdanmamızı durduramayan dizi burada ilk şoku yaşatıyor. Her ne kadar bayatlayan bir numarayla suni heyecan pompalanmış olsa da renksiz sezona hareket geliyor.

Rita’nın ölümü, Astor ve Cody’nin diziden çıkmaları derken Jennifer Carpenter’ın oynadığı Debra'nın ekran süresi artıyor ve ikinci başrol oluyor. Dexter'in sadece bir kez seviştiği altıncı sezonda katiller de heyecanlandırmaktan uzak kalınca on birinci bölümde psikiyatristin yaptığı açılım kurtarıcı oluyor. Bu ölü sezonun ardından diziyi izlemeye devam etmek için umut veren yegâne gelişme bu.

Sonuç olarak Dexter altıncı sezonda dibe vuruyor. Baştan savma uygulanan formül bu kez tepkime vermiyor. Dizideki roman okuyor lezzeti geçen sezon kaybolmuştu. Bu sefer de 2012-Maya takvimi-dünyanın sonu gibi popüler konulara temas etse de dizinin entrikası cılız seyrediyor. “Bir yıl nasıl bekleyeceğim” dedirtmeden bitiyor.

2011 ARALIK TÜRKİYE VİZYON FİLMLERİ – 5.HAFTA

Yılın son cuması altı yeni film gösterime giriyor. Filmekimi'nde karşımıza çıkan Miranda July'nin ikinci filmi "The Future/Gelecek"i saymazsak "La Piel Que Habito/İçinde Yaşadığım Deri" haftanın tek önemli filmi. Ayın, belki de yılın en iyilerinden biri. Sadece İstanbul ve Ankara'da bir salonda gösterime giriyor oluşu ise üzücü. Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.


LA PIEL QUE HABITO – pedro almodovar 30.12
THE FUTURE – miranda july 30.12
NEW YEAR’S EVE – gary marshall 30.12
ABDUCTION – john singleton 30.12
THE NUTCRACKER IN 3D – andrey konchalovskiy 30.12
HJEM TIL JUL – bent hamer 30.12

2011 ÖZET


Geçen yılın son günleri, bu yılın son günlerinde olduğu gibi Dexter izleyerek geçmişti. “Paralel evren” nedeniyle gönülden bağlandığım Türk dizisi “Önce Vatan” yılbaşından bir gün önce yayından kaldırılmış, yeni yıla girmeden yaptığım son ilkler Erzurum Cağ Kebabı yemek ve nar suyu içmek olmuştu. Pringles çitleyerek televizyon başında geçirdiğim berbat 31 Aralık’ın ardından 2011’in ilk günü dört sevdiğim arkadaşla geçmişti.

Yeni yılın ilk ev sineması filmi “The Town/Hırsızlar Şehri” spor hayatımın 29.haftasının son gününe denk geldi. Annemin hastane macerasının ardından askeriyedeki son günlerimin kusursuz olması için yaşadığım kendi hastane maceram gerçekleşti. Tıp Fakültesi diplomamı elime aldıktan bir hafta sonra yaşadığım taşra kentinin bir numaralı hastanesiyle hayatımın anlaşmasını imzaladım. O zamanlar küçük kardeşim gibi sevdiğim ilk insan hala ilgimi çekebiliyordu ve beraber “Eyyvah Eyvah 2”ye gitmek gibi şeyler yapıyorduk.

Bol bol gezmeye başladım sonra. Kahvaltıyı Adana’da acemilikten arkadaşımla, akşam kahvesi keyfini Tuz Gölü’nde güneşin batışıyla yapabiliyordum. Ocak ayı bitmeden “Samsun Ekibi” dâhil sürüyle özlediğim insanı yeniden gördüm. Hayatımda ilk kez basın gösterimine gittim. “Bucket List”imden askeriye ile ilgili maddeyi hallettim. Devlet memurluğundan istifa ettim. “Yeryüzü Cenneti”mi tarihe gömdüm. Bir amcam daha öldü. Oscar töreni yapıldı. “6mart” ile tanıştım. Yıllar sonra mektup yazdım. Cezaevi gördüm. Blogum patladı. Filmlerim.com’da yazmaya başladım. One Night Stand delisi oldum. Mersin’den bir kez daha nefret ettim. Hasankeyf’i gördüm. Kaburga Dolması yedim. Tiyatro-sevmeyeçalışır oldum. “Isparta”yı gördüm. Yoğun bakım kapılarında ağladım. iPad 2 aldım. Osmaniye’yi gördüm. Dokuz yıl sonra bilgisayarımı değiştirdim. İlk Marc Jacobs pantolonumu aldım. Yıllar sonra gözlüğümü değiştirdim. Yıllar sonra modemimi değiştirdim. Bir sürü şey satın aldım. Evet, evet çok sıkıcı: Para kazandım-para harcadım. Aman ne önemli.


Temmuz ayını Ankara’da geçirdim. Anneannem öldüğünden beri ilk kez orada o kadar vakit geçirdim. Kendimle yüzleştim. Ahlaksızlık, kapitalizm, zevk odaklı yaşamın parçası oldum. Lükse düştüm. Alkolü azalttım. Dumandan kaçtım. Sağlıklı yaşam hastası oldum. Solaryumu abarttım. Pahalı restoran kovaladım. Filtre kahve için çayı sattım. Kozmetiğe merak saldım. Bir lise arkadaşımla ilişkimi bitirdim. Birilerine biraz daha borç verdim. Söze gittim. Yirmi altı gün oruç tuttum. Nişana gittim. Saklayacak büyük bir sır daha edindim. Spora gittim. Bir iki kişinin daha içine düştüm. Bir lise arkadaşımla daha ilişkimi bitirdim. Pahalı hediyeler aldım. Altın Koza’dan muhabirlik yaptım. Tekneyle boğazda gezdim. Teleferiğe bindim. Taksim Gezi Parkı’nda taciz edildim. Filmekimi’ne katıldım. Bienal gezdim. Sosyal medya fenomeni(!) gördüm. Secure Drive kullandım. Sevdiğim birinin benim için çok para verip çaldırdığı şarkıları uzaklardan dinledim. Arabada sangria yaptım. “Isparta”yı gördüm.

Kimseye âşık olmadım. Kimseyi çok özlemedim. Kimsenin peşinden gitmedim. Duygusallığım törpülendi. İnsan sevgim azaldı. Fedakârlığım baskılandı. Haz, her konuda toplumsal ve dini değerlerimin ötesine geçti. Robotlaştım.

Zihnim yavaşladı. Hücrelerim yaşlandı. Bir yıl daha sona erdi.

Everything. Everyone. Everywhere. Ends.

Her şey. Herkes. Her yer. Biter.

2011 DİZİ İSTATİSTİKLERİ

2011 yılında 14 farklı diziden 182 bölüm izledim. Bu, son 7 yılın en düşük rakamı. Üstelik en düşük yıldan %40 daha az.

İzlediğim diziler: Glee, The Simpsons, Spartacus, Desperate Housewives, True Blood, Mildred Pierce, Fringe, Dexter, House, Star Wars: The Clone Wars, Breaking Bad, Game of Thrones, The Walking Dead, Grey’s Anatomy.

2010 İstatistikleri

27 Aralık 2011 Salı

2011 YILINDA EN ÇOK…


Dalga geçtiğim: Aptallar
Müptelası olduğum: Alışveriş
Elde patlayan teknoloji: iPhone 4S
Bezdiğim: Özel sektör
Sıkılarak izlediğim: House
Arabada günlerce dinlediğim: Ümit Sayın
Mutlu olduğum yer: Beşevler Starbucks
Daraldığım yer: Megapark
Beni üzen: Askerliğin bitmesi, Kahramanmaraş’a yerleşmek
Beni gururlandıran: Filmlerim.com’da yayınlanan yazılarım
Köşe yazılarını beğendiğim: Hiç kimse
Özlediğim dizi: Sex and the City ve Nip/Tuck
Ayrılırken üzüldüğüm: Hiçbir yer
Severken soğuduğum: Sinema salonları
İmrendiğim: Hiç kimse
Büyülendiğim manzara: Nemrut
Gitmek istediğim ve gidemediğim: Sevdiğim arkadaşlarımın düğünleri
Her gün yediğim gıda: Uno Çok Tahıllı ve Nutella
En çok içtiğim: Tchibo kahveleri ve Starbucks Chai Tea Latte
Ruhumu sakinleştiren: Metroda Nazan Öncel dinlemek
Hiç özlemediğim: İlişkimi kopardığım iki lise arkadaşım
Aldığım en büyük karar: Kahramanmaraş’a yerleşmek
En büyük pişmanlığım: Az sayıda film izlemek

2010 İstatistikleri

2009 İstatistikleri

2011 YILSONU İSTATİSTİKLERİ: GEZİLER

2011 yılında önceki seneye göre biraz daha evde oturdum.

Türkiye’nin 13 farklı ilini toplamda 70’ten fazla kez ziyaret ettim. Bu iller Adana, Ankara, Bolu, İstanbul, Konya, Kahramanmaraş, Gaziantep, Mersin, Diyarbakır, Mardin, Batman, Adıyaman ve Osmaniye idi.

Ayrıca bu şehirlerin merkezleri dışında Abant, Kadınhanı, Kolukısa, Mezitli, Midyat, Hasankeyf, Kâhta ve Kadirli gibi ilçe ve kasabalarda bulundum.

2010 İstatistikleri

2009 İstatistikleri

26 Aralık 2011 Pazartesi

MISSION: IMPOSSIBLE - GHOST PROTOCOL (2011) by BRAD BIRD **


Pixar Animasyon Stüdyosu'nun iki Oscar'lı dâhisi Brad Bird daha önce Brian De Palma, John Woo ve J.J. Abrams'ın yönetmenlik yaptığı serinin yeni filminin başındaki isim. "The Incredibles/İnanılmaz Aile" ve "Ratatouille/Ratatuy" ile kendini ispat eden Bird'ün gerçek oyuncularla çektiği ilk kurmaca filmin reji açısından problemsiz olduğunu söylemek mümkün olsa da türün izlediğimiz birinci sınıf örnekleri yanında "Ghost Protocol" eski usul kalıyor.

"Mission: Impossible - Ghost Protocol/Görevimiz Tehlike 4" filmini IMAX perdesinde deneyimleyip Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.

2011 ARALIK TÜRKİYE VİZYON FİLMLERİ – 4.HAFTA

Aralık ayının dördüncü cuması üçü yerli beş yeni yapım vizyona girdi. Yeni "Görevimiz Tehlike" filmi ve Ümit Ünal'ın "Nar"ı öne çıkanlar. Haftanın filmlerini, son anda sadece İstanbul'da tek salonda gösterime sokulan "Ünye de Fatsa Arası" hariç, Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.


MISSION: IMPOSSIBLE – GHOST PROTOCOL - brad bird 23.12
LABİRENT – tolga örnek 23.12
NAR – ümit ünal 23.12
SHARK NIGHT 3D – david r. ellis 23.12
ÜNYE DE FATSA ARASI - esra alkan 23.12

21 Aralık 2011 Çarşamba

HUGO (2011) by MARTIN SCORSESE **


1930’ların Paris'inde, on iki yaşındaki kimsesiz çocuk Hugo Cabret, tren istasyonunun duvarları ardında yaşamaktadır. Gün boyu binanın dört bir yanındaki saatleri ayarlamayı kendine görev bilen Hugo, bir taraftan da çaldığı mekanik parçalarla babasının bıraktığı otomatonu tamire uğraşmaktadır. Yine bir gün, istasyondaki oyuncakçıdan kurmalı fare çalmaya çalışırken huysuz ihtiyar dükkan sahibi onu yakalar. Ceplerini boşaltmasını ister. Çocuğun otomatonu tamir etmek için ihtiyacı olan defteri de zorla alan adamın bu sahnedeki inadı filmin sarkmasına neden olur ve seyir keyfi kaçar.

"Hugo" Martin Scorsese'nin ilk üç boyutlu filmi. Açılış sahnesinde uçan kamerasıyla nesnelerin arasından geçerek çok uzaklardan istasyonda saklanan çocuğa ulaşıyor yönetmen. 3D teknolojisinin oyuncaklarını en baştan önümüze seriyor, afili sahnelerin yoğunluğu açılışın ardından azalarak bitiyor. Uzun süre diyalogsuz ilerleyen filmde oyuncakçı Georges'un Hugo'yu yakaladığı sahne o kadar uzuyor, çocuğun adamı evine kadar takibiyle birlikte öyle sarkıyor ki; filmden kopmamak imkânsız. İlk perde Hugo'nun sağda solda dolaşmasıyla, babasının bıraktığı otomatonu tamir çabasıyla geçiyor. İstasyondaki işlevsiz karakterlerin geçit töreniyle süre uzuyor da uzuyor. Hepsi, babasından bir mesaj vereceğini düşündüğü mekanik kuklanın çalıştığı ana dek vakit doldurmak için.

Hikâyeye göre; tek sahnede gördüğümüz, Jude Law'ın oynadığı baba otomatonu müzeden alıyor ve aniden yangında ölüyor. İçine mesaj saklayacak vakti ne zaman bulduğu muamma. Babanın mesaj saklama niyeti olmadığını, çocuğun olayı öyle görmek istediğini düşünerek buna takılmasak bile kurmalı aletin tam sayfa karakalem resim çizdiği sihirli(!) sahne akıllara zarar. Yıllardır tamir edilmeyi bekleyen alet son derece gelişmiş robot koluyla Georges Méliès filmi "Le Voyage Dans la Lune/Aya Yolculuk"un unutulmaz gözüne roket girmiş ay imajını çiziyor, altına ad-soyad tam imza atıyor. Böylece Hugo ve oyuncakçıyı George baba olarak tanıyan diğer yetim Isabelle, istasyondaki huysuz adamın sırrını öğrenmiş oluyor. O, beş yüze yakın film çekmiş, sinema tarihinin en önemli isimlerinden Georges Méliès. Filmde bunun açığa çıkması bir saatten uzun sürüyor. Demek ki ilk yarının dinamiği bu sır üzerine kurulu. Peki, öyleyse neden tüm yazılı ve görsel medya bu spoilerı yüksek sesle dile getiriyor?

Sırrın film karakterleri için de açığa çıkmasıyla zaten bilen seyirci için eğlence (halen sıkıntıdan ölmedilerse) nihayet başlıyor. Ben Kingsley'in bedeninde hayat bulan Georges Méliès'in sihirbazlıktan sinemaya uzanan yolculuğu, dönemi için icat sayılacak uygulamaları, özel efekt ve kurgu girişimleri sinema aşıklarını mutlu etmek için yeniden canlandırılıyor. Sonunda da bu başarısız omurganın sinema filmi olarak hatırlanması adına katharsis numaralarına başvuruluyor ve 2011 model Scorsese işkencesi seyirciyi ağlatarak bitiyor.

Martin Scorsese'nin yaşayan en büyük yönetmenlerden biri olduğunun bilincindeyim. Sinema tarihi boyunca başardığı işler önünde saygıyla eğilebilirim. Sinema sanatının atalarından Georges Méliès'in hayatı üzerine film çekmesi de çok hoş görünüp Akademi’yi ve bu sanata tapanları mest edebilir. Ne yazık ki ortaya çıkan sonuç, ne Scorsese adına yakışıyor ne de Méliès. “Shutter Island/Zindan Adası” için de aynı şeyleri düşünmüştüm, “The Aviator/Göklerin Hâkimi” için de. “The Departed/Köstebek” suyunun suyuydu Scorsese külliyatının, “Gangs of New York/New York Çeteleri” de. Benim için Scorsese 1999 senesinde çektiği “Bringing Out the Dead/Yaşamın Kıyısında” ile bitti. O muhteşem filmden beri hep eski performansına rahmet okutuyor.

Sanat yönetimi, yapım tasarımı, kostümleri, müziği, 3D efektleri birinci sınıf da olsa “Hugo”; baştan savma uyduruk ve dağınık senaryosu, başroldeki çocuğun yeteneksizliği ve Martin Scorsese’nin düşük performansıyla “iyi” kelimesinden çok uzaklarda.

19 Aralık 2011 Pazartesi

CARNAGE (2011) by ROMAN POLANSKI ***


Roman Polanski’nin Yasmina Reza’nın “Le Dieu du Carnage” adlı oyunundan yazarla birlikte uyarladığı "Carnage/Acımasız Tanrı" filminin eleştirisini Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.

16 Aralık 2011 Cuma

LE GAMIN AU VELO (2011) by JEAN-PIERRE DARDENNE – LUC DARDENNE ***-


Dardenne kardeşlerin Cannes Film Festivali'nde Jüri Büyük Ödülü kazanmış filmleri "Bisikletli Çocuk"u Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.

2011 ARALIK TÜRKİYE VİZYON FİLMLERİ – 3.HAFTA

Aralık ayının üçüncü cuması yine film enflasyonu yaşanıyor. Gösterime giren sekiz filmden öne çıkan ikisi Dardenne kardeşlerden "Bisikletli Çocuk" ve Roman Polanski'den "Acımasız Tanrı". İkisi de mutlaka izlenmeli. Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.


SHERLOCK HOLMES: A GAME OF SHADOWS – guy ritchie 16.12
ALVIN AND THE CHIPMUNKS: CHIP-WRECKED – mike mitchell 16.12
MA PART DU GATEAU – cedric klapisch 16.12
CARNAGE – roman polanski 16.12
AŞK VE DEVRİM – f. serkan acar 16.12
SÜMELA’NIN ŞİFRESİ: TEMEL – adem kılıç 16.12
MICROPHONE – AHMAD ABDALLA 16.12
LE GAMIN AU VELO – jean-pierre dardenne – luc dardenne 16.12

10 Aralık 2011 Cumartesi

ARTIK HİÇ DERDİM YOK


“İkinci hayatımın aşkı”nı yedi ve sekizinci kez gördüm.

“02 Haziran 2009 Konya. 226 gün sonra görmüştüm seni.
28 Ekim 2009 Ankara.
26 Kasım 2009 Adana.
22 Nisan 2011 Adıyaman. 512 gün sonra.”

Böyle yazmıştım son görüşmemizin ardından. 210 gün daha geçti.

18 Kasım 2011 Gaziantep.
19 Kasım 2011 Kahramanmaraş.

Bu tarihler eklendi ortak kişisel geçmişimize. Bu sefer ayılıp bayılmadım. Ardından ağlamadım. Günlerce yas tutmadım. İki eski dost buluşmuşuz gibi geldi. Şaşırdım.

Değişen bir şey yok gibiydi. Yine aylar geçmişti son görüşmemizin üzerinden. Yedi ay. Yine imkânsızlıklar içinde buluşmuştuk. Herkesten gizli. Yine farklı bir şehirde görüşmüştük. İstemeden adet edindiğimiz üzere. Sekiz görüşme, sekiz farklı kent. Ama bu kez aynı hisler yoktu. Ben, itiraf etmeliyim ki; hiçbir şey hissetmedim.

Bloga seksen iki gün boyunca kişisel yazı yazmadım. Bunu senin gelişin bile değiştirmedi. Ağlak ağıtlar döktüremedin. Sebebine baktım. Ne göreyim. Artık hiç derdim yok. Dertlerim var ama hiçbiri bana ait değil. Güncel yüklerimin her biri, başkaları menşeili.

Paramın dertleri. Mutsuz annemin dertleri. Paranın dertleri. Mutsuz ablamın dertleri. Parasının dertleri. Evlenen arkadaşlarımın dertleri. Paramızın dertleri. Ekmek kavgasındaki ilaç sektörü çalışanlarının dertleri. Paranızın dertleri. Hasta olan kaza geçiren insanların dertleri. Paralarının dertleri…

Para ne ara hepimizi ele geçirdi.

Yıllar sonra bir cinsel hayatım oldu diyordum, o da para meselesine bitti.

Artık hiç derdim yok gibi hissediyorum. Hep başkalarının dertleri var, sırtıma yükledikleri.

Fotoğraf: Kutluğ Ataman'ın bir çalışması.

6 Aralık 2011 Salı

2011 ARALIK TÜRKİYE VİZYON FİLMLERİ – 2.HAFTA

Üçü yerli yapım, altı yeni film gösterime giriyor yine bu hafta. Aralarında önerebileceğim yok. Hiç birini izlemek için vakit harcamak istemem. Yalnız "Moneyball/Kazanma Sanatı" yönetmeni için ilgiyi hak ediyor. İlla sinemaya gidilecekse tercihiniz o olmalı. Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.


MONEYBALL – bennett miller 09.12
JANE EYRE – cary fukunaga 09.12
I RYMDEN FINNS INGA KANSLOR – andreas öhman 09.12
AY BÜYÜRKEN UYUYAMAM – şerif gören 09.12
İZ(REÇ) – m.tayfur aydın 09.12
YANGIN VAR – murat saraçoğlu 09.12

3 Aralık 2011 Cumartesi

KENDİ HAYATIMA YETİŞEMİYORUM

On iki saat kala yatağa giriyorum. Bir saat kala uyanıp hazırlanıyorum. Yirmi dört saat boyunca elimde olsa suratına sıçmayacağım insanlarla muhatap oluyorum. Dinliyorum. Cevap veriyorum. Çözüm üretiyorum. Koşturuyorum. Eve dönüyorum. Bir saat boyunca temizleniyorum, besleniyorum. Yatağa giriyorum. Dinlenmeye çalışıyorum. En az on saatimi alıyor. Kırk sekiz saat geçmiş oluyor. Ayda beş kez oluyor bu. İki yüz kırk saat ediyor. Net on gün böyle gidiyor. Beş kez de başkalarının işini kolaylaştırmaya gitmem gerekiyor. Bir saat kala hazırlanıyorum. Yedi saat sürüyor. Bir saat temizleniyorum. Dokuz saat ediyor. Ayda beş kez yapıyorum. Net kırk beş saat ediyor. İki güne yakın. On iki gün böyle gidiyor.

Ayda on beş gün spor yapıyorum. Bir saat kala hazırlanıyorum. İki saat sürüyor. Bir saat temizleniyorum. Altmış saat ediyor. İki buçuk gün ediyor. On dört buçuk gün ediyor. Net.

İş öncesi-sonrası olmayan on gün, günde sekiz saat uyuyorum. Seksen saat ediyor. Ayda yirmi gün ikişer saat radyo dinliyorum. Kırk saat ediyor. Yüz yirmi saat ediyor. Beş gün ediyor. On dokuz buçuk gün ediyor.

Haftada en az iki yazı hazırlıyorum gönül verdiğim siteye. Ayda sekiz ediyor. Ortalama üç saat sürüyor. Yirmi dört saat ediyor. Bir gün ediyor. Yirmi buçuk gün ediyor.

Her hafta tiyatroya gidiyorum. Gitmemiz ve başlaması bir saat sürüyor. Oyun ortalama iki saat sürüyor. Dönüp ev haline geçmemiz yarım saat. Üç buçuk saat ediyor. Ayda on dört saat ediyor. Yarım gün. Yirmi bir gün.

Kalan dokuz günde yemek yiyor, çay içiyor, telefona bakıyor, haber okuyor, kitap okuyor, dergi okuyor, film izliyor, dizi izliyor, internete giriyor, yaşadığım evin ihtiyaçlarını karşılıyor ve her hıyarım var diyenin tuzlukla yetişmemi beklemesine defans geliştirmekle uğraşıyorum.

2023 - Kalan 6 Ay

Temmuz, on beş ay sonra spor salonlarına döndüğüm ve eğer bir kaza bela olmazsa, nasıl öleceğimi de öğrendiğim ay oldu. Bunun getirdiği duyg...