Bu cuma beş yeni film gösterime girdi. Haftanın filmlerini bir kez daha Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.
TOUS LES SOLEILS - philippe claudel 29.07
LA POSESION DE EMMA EVANS – manuel carballo 29.07
GRIFF THE INVISIBLE – leon ford 29.07
NEEDLE - john v.soto 29.07
SOUND OF NOISE - ola simonsson-johannes stjarne nilsson 29.07
29 Temmuz 2011 Cuma
26 Temmuz 2011 Salı
BENİ BU KOCA ŞEHİRDE SENSİZ BIRAK
On iki yıl geçmesine rağmen seninle ilgili her şey tanıdıklarımıza beni hatırlatıyor. Bilirse Serkan bilir diyorlar nerede olduğunu, ne yaptığını. Beni arıyorlar. Bana soruyorlar.
Aldığım kursta hiçbir şey bilmeyen ve anlatamayan, Marmaris’e yerleşmiş yaşlı kadın hekim eğitmen gözlerimizi kapatıp meditasyon yapmamızı istedi. Birkaç zırvanın ardından en mutlu olduğumuz yeri düşlememizi söyledi. Birden Kahramanmaraş’a döndüm. Hep kurtulmak istediğim şehre. Dondurmacı isimli, şimdilerde hiç uğramadığım pastaneye. O sürekli oturduğumuz masalardan birine. Karşımda sen vardın. Dumbledore’un gerçekten ölmediğini söylüyordun. Bense öldüğünü. Sen son kitapta mutlaka döneceğini iddia ediyordun, bense bittiğini. Üzerinden yıllar geçti. O kitaptan sonraki kitap geldi. Ben kazandım ama seni kızdırıp tadını çıkaramadım.
Ankara’da yalnız kalmak daha kolay. Metroda insanları izlemek. Beşevler Starbucks’ta senin favori içeceğin Chai Tea Latte’yi yudumlayıp sınırsız wi-fi’dan yararlanmak. Mutsuzluğu paralara yapıştırıp tasarım parçaları eve getirmek. Uyumak. Uyumamak. Aşık olmamak daha kolay. Sevildiğini hissetmemek. Beyaz kulaklıklarla yürüyüş yapıp Nazan Öncel dinlemek. Gece yarısı kaçak çay içmek. Sangria yapmak. Tchibo’dan take away alıp vitrin bakmak. Partner bulmak. Seks yapmak. Kolukısa’ya yakın olmak. İstanbul’a yakın olmak. Herkesin uğradığı-uğrayacağı bir şehirde olmak. Ankara’da olmak kolay. Ankara’da nefes almak kolay. Ankara’da sensiz ya da kimsesiz olmak kolay. Bu koca şehirde yalnız kalmak kolay.
Pazar günü Kahramanmaraş’a dönmek zor.
Aldığım kursta hiçbir şey bilmeyen ve anlatamayan, Marmaris’e yerleşmiş yaşlı kadın hekim eğitmen gözlerimizi kapatıp meditasyon yapmamızı istedi. Birkaç zırvanın ardından en mutlu olduğumuz yeri düşlememizi söyledi. Birden Kahramanmaraş’a döndüm. Hep kurtulmak istediğim şehre. Dondurmacı isimli, şimdilerde hiç uğramadığım pastaneye. O sürekli oturduğumuz masalardan birine. Karşımda sen vardın. Dumbledore’un gerçekten ölmediğini söylüyordun. Bense öldüğünü. Sen son kitapta mutlaka döneceğini iddia ediyordun, bense bittiğini. Üzerinden yıllar geçti. O kitaptan sonraki kitap geldi. Ben kazandım ama seni kızdırıp tadını çıkaramadım.
Ankara’da yalnız kalmak daha kolay. Metroda insanları izlemek. Beşevler Starbucks’ta senin favori içeceğin Chai Tea Latte’yi yudumlayıp sınırsız wi-fi’dan yararlanmak. Mutsuzluğu paralara yapıştırıp tasarım parçaları eve getirmek. Uyumak. Uyumamak. Aşık olmamak daha kolay. Sevildiğini hissetmemek. Beyaz kulaklıklarla yürüyüş yapıp Nazan Öncel dinlemek. Gece yarısı kaçak çay içmek. Sangria yapmak. Tchibo’dan take away alıp vitrin bakmak. Partner bulmak. Seks yapmak. Kolukısa’ya yakın olmak. İstanbul’a yakın olmak. Herkesin uğradığı-uğrayacağı bir şehirde olmak. Ankara’da olmak kolay. Ankara’da nefes almak kolay. Ankara’da sensiz ya da kimsesiz olmak kolay. Bu koca şehirde yalnız kalmak kolay.
Pazar günü Kahramanmaraş’a dönmek zor.
22 Temmuz 2011 Cuma
YORUMSUZ BIRAK
Ders dinlerken hayallere daldığım anlardan birinde çocukluğumla ilgili bir anı geldi gözümün önüne.
İyi tanıdığım komşu çocuklarının tanımadığım akrabalarının evinde “Kim-Kiminle-Nerede-Ne Yapıyor-Kim Gördü-Ne Dedi” şeklinde bir oyun oynamıştık. Hayatımda en çok güldüğüm günlerden biriydi. Yaşımıza epey büyük gelen ayıp şeyler yazıyor ya da iğrençleşiyorduk. İkisi de eğlenceliydi. Birbirine yakıştırılan iki ismin arka arkaya gelmesi sansasyon yaratıyor, “tuvalet” ya da “kızın evi” gibi yer isimleri eşit reaksiyonu alabiliyordu. “Ne yapıyor” kısmı elbette hayal gücümüz kadar genişti ve “Kim gördü”nün öyle bir şeyi gerçekten gören kişi çıkması utangaç yüzler meydana getirirdi. En komiği ve vurucusu her zaman en sonuncu olur, “Ne dedi” kısmının komikliği hem kahkahalar attırır hem de ayıp şeylerden bahsettiği için utanan kalabalığın üzerindeki havayı dağıtırdı.
Üzerine “Sex and the City”ler geldi. “Nip/Tuck” bizi eğitti. “Game of Thrones”un arasına yerleştirilen Sibel Kekilli pornosunu aileyle izlemeye vardı iş.
Peki; çocukluğumdan geri çağırdığım anının ayıbın başlangıcı olmasının sebebi “ne olacağı o zamandan belliymiş”e ulaşmak mı, şimdiki halimden çocukluğuma tünel kazmak mı?
İyi tanıdığım komşu çocuklarının tanımadığım akrabalarının evinde “Kim-Kiminle-Nerede-Ne Yapıyor-Kim Gördü-Ne Dedi” şeklinde bir oyun oynamıştık. Hayatımda en çok güldüğüm günlerden biriydi. Yaşımıza epey büyük gelen ayıp şeyler yazıyor ya da iğrençleşiyorduk. İkisi de eğlenceliydi. Birbirine yakıştırılan iki ismin arka arkaya gelmesi sansasyon yaratıyor, “tuvalet” ya da “kızın evi” gibi yer isimleri eşit reaksiyonu alabiliyordu. “Ne yapıyor” kısmı elbette hayal gücümüz kadar genişti ve “Kim gördü”nün öyle bir şeyi gerçekten gören kişi çıkması utangaç yüzler meydana getirirdi. En komiği ve vurucusu her zaman en sonuncu olur, “Ne dedi” kısmının komikliği hem kahkahalar attırır hem de ayıp şeylerden bahsettiği için utanan kalabalığın üzerindeki havayı dağıtırdı.
Üzerine “Sex and the City”ler geldi. “Nip/Tuck” bizi eğitti. “Game of Thrones”un arasına yerleştirilen Sibel Kekilli pornosunu aileyle izlemeye vardı iş.
Peki; çocukluğumdan geri çağırdığım anının ayıbın başlangıcı olmasının sebebi “ne olacağı o zamandan belliymiş”e ulaşmak mı, şimdiki halimden çocukluğuma tünel kazmak mı?
Etiketler:
aşk,
dedikodu,
erkekler,
FLASHland,
FX,
game of thrones,
HBO,
kadınlar,
kahramanmaraş,
mehmet serkan çellik,
nip/tuck,
porno,
sex and the city,
sibel kekilli
Yer:
Ankara, Türkiye
2011 TEMMUZ TÜRKİYE VİZYON FİLMLERİ – 4.HAFTA
Haftanın yeni filmlerini bir kez daha Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.
3 – tom tykwer 22.07
WIN WIN - thomas mccarthy 22.07
ESSENTIAL KILLING - jerzy skolimowski 22.07
LOVE, WEDDING, MARRIAGE - dermot mulroney 22.07
LET ME IN – matt reeves 22.07
KARI-GURASHI NO ARIETTI – hiromasa yonebayashi 22.07
3 – tom tykwer 22.07
WIN WIN - thomas mccarthy 22.07
ESSENTIAL KILLING - jerzy skolimowski 22.07
LOVE, WEDDING, MARRIAGE - dermot mulroney 22.07
LET ME IN – matt reeves 22.07
KARI-GURASHI NO ARIETTI – hiromasa yonebayashi 22.07
Etiketler:
2011,
ayın filmleri,
filmlerim.com,
FLASHland,
hiromasa yonebayashi,
jerzy skolimowski,
matt reeves,
mehmet serkan çellik,
sinema,
temmuz,
thomas mccarthy,
tom tykwer
Yer:
Ankara, Türkiye
ZAMANSIZ BIRAK
İki metro durağı arasındaki parlak beyaz istasyonlardan birine geldiğimizde cam gibi gösteren yeni gözlüklerimin arkasından göz kapaklarımı kaldırıp ileri baktım. Vasatın üzerinde seyreden zarif bir genç Türk kadını ile ona aşkla bakan standart Türk erkeğini gördüm. Kulağımda Nazan Öncel “bana mutlu birini göster, alnından öpeyim” diyordu. Tutup o an oraya getirmek istedim Öncel’i. Mutlu iki kişi göstermek için.
İçime huzur doldu onları gördüğüm birkaç saniyenin ertesinde. Neleri kovaladığımı düşündüm. Çevremdeki mutsuz insanları. Çok yeni sevdiğim bir arkadaşımın sözü çınladı kulağımda. “Bana acı çekmiş kişiler daha iyi geliyor. Anlayabiliyorum. Mutlu olmayı biliyorlar. Tuzu kuru bana gelmez.” En yakınlarımı düşündüm. Asla mutlu olamayacaklarını. Sürekli mükemmeli kovalayışlarını. Benim gibi. Benim biraz da vazgeçmeye başlamayı başardığım bir ulaşılmaz noktayı. Rahatladım.
Durağımda inince de bir park gördüm. Anneannemin beni Yenimahalle’de neredeyse her gün götürdüğü park geldi aklıma. Anneannem orada olmasa da parkın orada olduğuna emindim. Gidip yine paslı metal silindirin üzerinde yürüyebilir, AOÇ dondurması yiyebilirdim. Yapacağıma söz verdim.
İçime huzur doldu onları gördüğüm birkaç saniyenin ertesinde. Neleri kovaladığımı düşündüm. Çevremdeki mutsuz insanları. Çok yeni sevdiğim bir arkadaşımın sözü çınladı kulağımda. “Bana acı çekmiş kişiler daha iyi geliyor. Anlayabiliyorum. Mutlu olmayı biliyorlar. Tuzu kuru bana gelmez.” En yakınlarımı düşündüm. Asla mutlu olamayacaklarını. Sürekli mükemmeli kovalayışlarını. Benim gibi. Benim biraz da vazgeçmeye başlamayı başardığım bir ulaşılmaz noktayı. Rahatladım.
Durağımda inince de bir park gördüm. Anneannemin beni Yenimahalle’de neredeyse her gün götürdüğü park geldi aklıma. Anneannem orada olmasa da parkın orada olduğuna emindim. Gidip yine paslı metal silindirin üzerinde yürüyebilir, AOÇ dondurması yiyebilirdim. Yapacağıma söz verdim.
20 Temmuz 2011 Çarşamba
LET ME IN (2010) by MATT REEVES **-
Film yer yer satanizm ve tarikat kelimelerini telaffuz eden bir seri katil polisiyesi, bazen de bir çocuğun korkularının filmi olmayı deniyor. Yıllardır aynı şekilde cinayetler işleyen adamın son işlerinin kötü gitmesinin sebebini "artık bunu yapmak istememesine" bağlamak gibi açıklamalar getirerek kuantum teoremine de göz kırpıyor.
22 Temmuz 2011 Cuma günü ülkemizde gösterime giren "Let Me In/Kanıma Gir" filmini Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.
15 Temmuz 2011 Cuma
2011 TEMMUZ TÜRKİYE VİZYON FİLMLERİ - 3.HAFTA
Çarşamba günü gösterime giren "Harry Potter ve Ölüm Yadigarları: Bölüm 2" filmini saymazsak bu hafta dört yeni film salonlara geldi. Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.
14 Temmuz 2011 Perşembe
HARRY POTTER AND THE DEATHLY HALLOWS: PART II (2011) by DAVID YATES
Son Harry Potter filmiyle ilgili Filmlerim.com için bir yazı kaleme aldım. Aslında baştan sona ağzımı bozmak istedim ama sonra edebimle yazdım. Sanırım ben bir "fan"ım! Okumak için buraya tıklayın.
11 Temmuz 2011 Pazartesi
“HARRY POTTER VE ÖLÜM YADİGARLARI: BÖLÜM 2”YE DAİR
Harry Potter serisinin son filmi 13 Temmuz 2011'de gösterime giriyor. Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.
10 Temmuz 2011 Pazar
ACITMIŞIM CANINI SEVDİKÇE
Yıldırım Türker’in sözleri için değil de…
Ararım dediğin için.
Sezen Aksu’nun bestesi için.
Arama desem de şansını denersin belki diye.
Aytuğ Yargıç’ın düzenlemesi için.
Kıskandığım için.
Erdem Sökmen’in gitarı için.
Allah’a kızdığım için.
Güney Güvel’in perküsyonu için.
Düşünmekten uyuyamadığım için.
Erman İmayhan’ın viyolonseli için.
İçimdeki hüzün için.
Sen çok mutlu ol diye ben kazanamayacağım bir savaşa daha girmeyeceğim.
Ararım dediğin için.
Sezen Aksu’nun bestesi için.
Arama desem de şansını denersin belki diye.
Aytuğ Yargıç’ın düzenlemesi için.
Kıskandığım için.
Erdem Sökmen’in gitarı için.
Allah’a kızdığım için.
Güney Güvel’in perküsyonu için.
Düşünmekten uyuyamadığım için.
Erman İmayhan’ın viyolonseli için.
İçimdeki hüzün için.
Sen çok mutlu ol diye ben kazanamayacağım bir savaşa daha girmeyeceğim.
8 Temmuz 2011 Cuma
2011 TEMMUZ TÜRKİYE VİZYON FİLMLERİ – 2.HAFTA
Haftanın filmlerini Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.
("Blue Valentine/Aşk ve Küller" son anda eklendiği için editörüm Nilay Dirim'e ait.)
LARRY CROWNE - tom hanks 08.07
NEDS - peter mullan 08.07
THE RESIDENT - antti jokinen 08.07
CHATROOM - hideo nakata 08.07
BLUE VALENTINE - derek cianfrance 08.07
("Blue Valentine/Aşk ve Küller" son anda eklendiği için editörüm Nilay Dirim'e ait.)
LARRY CROWNE - tom hanks 08.07
NEDS - peter mullan 08.07
THE RESIDENT - antti jokinen 08.07
CHATROOM - hideo nakata 08.07
BLUE VALENTINE - derek cianfrance 08.07
7 Temmuz 2011 Perşembe
THE GHOST WRITER (2010) by ROMAN POLANSKI ***-
77 yaşındaki Roman Polanski ustanın “Oliver Twist”ten beş yıl sonra çektiği yeni filmi “The Ghost Writer/Hayalet Yazar” ülkemizde doğrudan ev sinemasına geldi. Yaşadığı adli olaylar neticesinde yapım süreci uzadıkça uzayan filmin sonuçta bunlardan hiç etkilenmediğini görmek güzel. Karşımızda yay gibi gergin bir Hitchcock filmi var desek yeridir.
Film oldukça heyecanlı bir sahneyle açılıyor. Neredeyse hiçbir şey olmamasına rağmen kasılıp kalmamızı sağlayan bu görüntüler iştahımızı açıp beklentiyi yükseltiyor. Roman Polanski açılış jeneriği kullanmadığı filminde son kareye kadar da gerilimi azaltmıyor.
Eski İngiltere başbakanı Adam Lang’in(Pierce Brosnan) anılarını kitaplaştıran yazarın şüpheli ölümünün ardından yayınevi yeni bir hayalet yazarla anlaşır. Hızlı çalıştığı için tercih edilen yeni adam(Ewan McGregor) apar topar Lang’in eşi Ruth(Olivia Williams) ve asistanı Amelia(Kim Cattrall) ile tatilini geçirdiği New York yakınlarındaki adaya gönderilir. Kasada tutulan ve başka kopyası olmayan kitabın taslağını elden geçirip iyileştirerek son halini vermek için bir ayı vardır.
Film bir yazarın yazma sürecindeki sancıları anlatmıyor ancak daha fazlasından bahsetmek esere ihanet olur. Konusu hakkında ne kadar az şey bilirseniz, zevk alma olasılığınız o kadar fazla. Satın alıp izleme kararınızda etkili olacak tek şey Roman Polanski’nin iyi bir yönetmen olduğu bilgisi.
Sex and the City hayranlarını memnun edecek bir sürpriz var filmde. Samantha Jones olarak tanıdığımız Kim Cattrall’ın SATC’dekine benzer bir rolü var. Yukarıda saydığım Ewan McGregor(Moulin Rouge!-2001), Pierce Brosnan(Die Another Day-2002), Olivia Williams(An Education-2009) gibi isimlerin yanında Timoty Hutton(Ordinary People-1980), Tom Wilkinson(Michael Clayton-2007), Jon Bernthal(The Walking Dead-2010) ve James Belushi(According to Jim-2001) filmde görebileceğiniz diğer tanıdık yüzler.
Robert Harris’in “The Ghost/Hayalet” adlı romanından yazarla birlikte uyarlama yapan Polanski, Amerika’ya girmesi yasak olduğundan sahnelerin çoğunu Almanya’da çekti. Kurguyu hapishanede tamamladı ve ev hapsindeyken de post prodüksiyon işlemlerini yaptı. Yüzün üzerinde orijinal film müziğine imza atan Alexandre Desplat’ın notaları ve Pawel Edelman’ın görüntü yönetimiyle birlikte karşımızda dört dörtlük bir film var. Mutlaka izleyin.
HANNA (2011) by JOE WRIGHT **
1972 İngiltere doğumlu Joe Wright, ilk uzun metrajı “Pride&Prejudice/Aşk ve Gurur” ile 2005 senesinde büyük başarı kazanmış, filmi dört dalda Oscar’a aday gösterilmiş ancak ödüle uzanamamıştı. İkinci filmi “Atonement/Kefaret” ile de yedi dalda aynı ödüle aday gösterilmiş ve bu kez filmin orijinal tema müziği Oscar’ı almıştı. “Atonement/Kefaret”in ilk 40 dakikası mükemmeldi. Ardından “The Soloist/Virtüöz” geldi; Jamie Foxx, Robert Downey Jr. ve Catherine Keener’a rağmen yerden yere vuruldu.
Tür değiştiren Joe Wright birçok ünlü yönetmenin masasından geçmiş “Hanna” projesinin başına getirildi. Kendi filmi “Atonement/Kefaret” ile Oscar adayı olan 1994 doğumlu oyuncu Saoirse Ronan’ın başrolde olduğu, Eric Bana ve Cate Blanchett’li bu insancıl aksiyon filmi yapım süreci boyunca büyük merak uyandırdı.
“Hanna” baştan sona kafası karışık bir film. Aksiyon filmi, ajan filmi, gençlik filmi, yol filmi, müzik klibi! Bunların hepsi, hepsinin de kötüsü. Aksiyonu heyecansız, günümüz için nostalji tadında. Ajan entrikaları sıkıcı ve bayat. Gençlik sancılarına ayırdığı vakit eğlenceli ama yersiz. Filmin tek inandırıcı unsuru Hanna’nın yol arkadaşı, yaşıtı kız ama bu onun filmi değil. Yol filmi desek, yollarda geçmesi dışında filmi bu türe bağlayan çok az şey var. The Chemical Brothers’a klip çektiği sahneler filmin bütünlüğünü bozan, ayrık duran ve yine orijinal olmaktan uzak anlar.
“Hanna”nın senaryosu eksik gedik abartılı saçma. Kullanılan öğeler, hikâyenin çıkışı ve gidişatı inandırıcılıktan uzak, kendi içinde bile tutarsız. Hanna’nın medeniyete adım atmadan önceki halini anlatan giriş kısmını kısa tutmak adına senaristlerin sürekli kızcağıza “Ben hazırım, ben oldum” dedirtmesi, yerlerini belli eden cihaz, masalsı olsun diye dayatılan öğeler, yan karakterlerin işlevsizlikleri, otomobil kazası sahnesinin tamamındaki zamanlama ve mantık hataları! Saymakla bitmez. Amerika mükemmel askeri elde etmek için daha kaç film çekecek?
“Hanna”da oyunculuk kötü. Saoirse Ronan’ın yüzü karakteri yansıtamıyor. Eric Bana sadece ismi ve vücudu için seçilmiş, doğru düzgün repliği bile yok. Cate Blanchett karikatürden ibaret. Jason Flemyng’nin oynadığı Sebastian karakteri kendini Tim Burton filmlerinde sanıyor ama bu filmde şaka gibi duruyor.
“Hanna” iyi bir film değil. Vasat bir film bile değil. Mayası tutmamış, Joe Wright’ın güzel görüneceğini düşündüğü fikirleri bir araya getirdiği ancak bunlardan bütünlüğe ulaşamadığı büyük bir başarısızlık.
2 Temmuz 2011 Cumartesi
INSIDIOUS (2010) by JAMES WAN **
"James Wan 2010 yılında en az “Saw/Testere”deki kadar iddialı döndü. Kan göstermeyen, işkence sahnelerinden uzak, eski usul bir gerilimle gelip hikâye ve kamerasının gücüyle korkutacaktı. “Insidious/Ruhlar Bölgesi” gerçekten de son yıllarda izlediğimiz, korkutmaya en yakın film."
Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.
2011 TEMMUZ TÜRKİYE VİZYON FİLMLERİ – 1.HAFTA
Haftanın filmlerini Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.
TRANSFORMERS: DARK OF THE MOON – michael bay
JODAEİYE NADER AZ SİMİN – asghar farhadi
LA CHANCE DE MA VIE – nicolas cuche
ZWART WATER – elbert van striden
LOS OJOS DE JULIA – guillem morales
DES HOMMES ET DES DIEUX – xavier beauvois
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
2023 - Kalan 6 Ay
Temmuz, on beş ay sonra spor salonlarına döndüğüm ve eğer bir kaza bela olmazsa, nasıl öleceğimi de öğrendiğim ay oldu. Bunun getirdiği duyg...
-
Başlığın bile yeterince şok edici olduğunun farkındayım. Günlerdir arabesk soslu aşk nidalarımı okumaktan sıkılmışsınızdır belki düşüncesiyl...
-
Yasemin Alkaya; bale eğitimi almış, konservatuar mezunu bir tiyatro sanatçısı olarak tanınıyor. Fotomodellik de yapmış ve bir kafe işletiyor...