Almanya’ya
taşınma planlarıyla ülkenin boğazımı sıkan ellerini gevşetmeye başlamamdan tam
bir ay sonra, hayatımın 32. yılını tamamladım. İlk defa doğum günümde yanımda
modern zaman kelimeleriyle anlatılabilecek/güncel tanımlara uyan bir sevgilim
vardı ama bunu sadece üçümüz biliyorduk.
Dört buçuk
kişilik bir İtalyan kahvaltısıyla başlayan gün, sevgilimin ev yapımı pastası,
kahve, The Get Down ve şimdilerde toza karışan Hard Rock bir akşam yemeğiyle
sona erdi. Daha az şahıs, daha fazla kişilik vardı ve arkadaşına üç kuruş
ayıramayan alkoliklerin öncelik sıraları netleşti.
Kafalar
karışıktı. Düşünceleri iyi diziler ve kötü filmlerle bastırıyordum. Gezdirdiğim
çantadan tam verim alamadığımdan, başka güzellikleri deniyor ve ahlaksızlıklara
devam ediyordum. Evet, ben o adamdım. Birine bağlı kalamıyor, ip üstünde
yürüyor, arkadan işler çeviriyordum. Sadakatsizlik yeni öğrendiğim bir
özelliğimdi.
Unbreakable
standartlarıma göre ağır bir hastalık geçirip, tıbba yenildim. Yaşım bitmeden
lüks olmadığını anlayamayacağım restoranlarda öğünler tükettim. Köprü altı boğaz
manzaralı jet-set içişler, sevgili anne-baba-akrabasıyla tanışmalar, küçük
Anadolu şehirlerinde rahatlayışlarıma inanamamalar üst üste geldi. La Double
Vie yaşamım aynı günde, bazen aynı saatte birbirine girdi.
Üst üste
filmler, lobide arkadaşlar, öğlen kebap, akşam kebap, gece alkol ve uykusuzluk
şeklinde geçen bir Adana festivalinden sonra bir de Urfa yaptıktan sonra; artık
ne kadar az yurt içi seyahatine çıktığımı fark ettim. İstanbul’da her şey var,
ülkenin gerisini unutuyormuş gerçekten insan. Filmekimi dahil.
Sonra ilk defa
Antalya’da festivalledim ve bu saçmalığa daha önce gitmediğim için kendimi otel
odasında ödüllendirdim. Görsellik 7/10 Performans 8/10
Yüzmeye
başladım (ayını doldurmadan bıraktım), dördüncü kez sahnede F.D. dinledim
(sarmaş dolaş), porno çektim (oyuncuları tanıyorum), yalnız olmadığımı
hissetmeye başladım (şimdi değerini anlıyorum), her zaman her yerde bana eşlik
edecek biriyle olmanın güzelliklerini yaşadım (ama şimdi ona acımasızca ve
utanmadan “çantaydı” diyorum).
Ekim ayında yıllardır
boş olan ellerim ve kollarım aksesuar düşmanlığımın görseli olarak iki yanımda
sallanmayı daha fazla sürdüremedi. Yaşımın hemen başında ölçüp duran bir saat
aldım, şimdi onsuz yaşayamıyorum; aktivite halkalarımı tamamlamadan
uyuyamıyorum. Bir halka daha -diğer halka- birden, hiç aklımda yokken, ansızın
ve sessizce tamamlandı ama “onu da sonra anlatırım”.
Yıllar sonra
sahnede Nazan Öncel dinlemenin mutlu ettiği ama o kadar da etkilemediği bir
deneyim yaşadım aralık ayının ikinci haftasında. Hayatımda ilk kez normlara
uyan bir ilişki içinde olmanın memnun ettiği ama mutlu etmediği, onu
mütemadiyen aldatarak geçirdiğim haftalarım oldu. Aramaktan yoruldum, yorulmaya
doymadım; ne gözüm ne ruhum ne de bedenim doydu. O kadar abarttım, o kadar
abarttım ki gerçek dünyayı unuttum.
Devam edecek…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder