Şubat ayında
Berlinale görünümlü Berlin ziyareti gerçekleştirdim. İlk defa bir çiftin
odasını kiraladım, onlar da dünyanın en sevecen ikilisi çıktı. Yedirdiler,
içirdiler, şişmanlattılar ama sonunda kesip yemelerine izin vermeden ülkeye
döndüm. Berlin’e ikinci kez gitmenin bile fazla olduğuna kanaat getirdim, her
gün (hem alkolden hem şımartılmaktan) sarhoş gezdim, dibine vura vura günlerimi
geçirdim.
Döner dönmez !f
İstanbul başladı. Festivalden festivale koşmak yormadı. Kötü beslenip, kötü
filmler izleyip, iyi zaman geçirdim.
On mart günü
hayatımın gidişatını tamamen değiştiren bir haber aldım. Annemin Alzheimer
olduğunu öğrendim. Ve bir daha hiçbir duygu eskisi gibi olmadı.
Mart ayında üçüncü
kez Amsterdam’a gittim. Bu kez Rotterdam ve Haarlem’i de gördüm. Müzeler,
seksler, kavgalar, yağmur, çamur, Amsterdam…
Yıllar sonra
Ankara’yı gördüm ve Türkiye içinde İstanbul dışında hiçbir yerde
yaşayamayacağımdan emin oldum. Yıllar sonra askerlik yaptığım yerlerde yürüdüm
ve Türkiye içinde İstanbul dışında hiçbir yerde yaşayamayacağımdan emin oldum.
Yılın ilk 118 gününü
yeni biriyle tanışmadan geçirmeyi başardım. Sonraki 30 günde 12 kişiyle
tanışıp, 15’inciden aşırı etkilendim ve sinemada seks yapmayı bırakmaya karar
verdim. 11 Haziran günü trenim bir kez daha ray değiştirdi.
Son iki ay güzel geçti. Tek kelimem var son iki ayı tanımlamak için: Güzel. Bir şey güzel olunca anlatamıyorum. Nazar değecek diye mi acaba diyorum, değil. Güzel olan sıkıcı olduğu için mi, belki ama bu kez değil. Kendime saklamak istiyor değilim, haykırmak istiyor değilim. Fazla düzgün, fazla güzel, fazla sevgi dolu. Yüzünde sivilce olsa, sivilcesinden bahsedebilirdim ama güzele güzel demekten başka ne yapabilirim bilmiyorum. Güzellemeyi bilmiyorum. Belki şuna tıklarsanız biraz fikriniz olur.
1 Ağustos’ta parmağıma
1 ağırlık çöktü. (Sonra anlatırım dediğim.)
9 Ağustos hayatım
boyunca en cesurca davrandığım gün oldu ve günlük yaşamım sonsuza dek, geri
alınamaz şekilde değişti.
Ve yıllar sonra âşık
oldum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder