- Filme uzun bir yürüyüş sahnesiyle başlayalım. Bütün iyi Türk filmlerinde var.
- Babasını takip eden bir çocuk gösterelim ormanda. Bu; hayatı boyunca babasının ayak izlerini takip edeceğinin göstergesi olsun. Oflayıp puflasın ki gönülsüzlüğü de anlaşılsın.
- Çocuk, evdeki temizlikçi kadına kötü davransın. Kadının iyi niyetli karşılamasına rağmen baba oğluna daha da gaz versin ve ardından çocuk kadına tekme atsın. Böylece kendinden aşağı sınıftan birine nasıl davranması gerektiğini bireyin daha çocukken ailesinden öğrendiğini vurgularız.
- Çocuk büyüsün. Alışveriş merkezinde arkadaşlarıyla buz pateni yapanları izlesin. Kayanların ne yaptıklarını anlamadıklarını ifade eden cümleler kurduktan sonra küfür ederek konuyu –anlamadan- kapatsın gençler. Böylece onun ve çevresinin hayata sığ bakışını göstermiş oluruz.
- Bir yere oturduklarında üç arkadaşında para yokken, bizim gençte olsun. Böylece babasının para konusunda ondan bir şey esirgemediği anlaşılır.
- Akşam yemeğine oturmadan önce tuvalette mastürbasyon yapsın gencimiz. Bu sahne sayesinde ailesiyle yaşayan gencin cinsel hayatı olmadığını da belirtiriz.
- Baskın baba figürü oğluna emir versin. Oğulun babaya karşı acizliği de bu sahneden anlaşılsın.
- Genç, yıllar sonra gördüğü temizlikçi kadına yine soğuk davransın ve arkasından “kokuyor” desin. Aile için “köylü” tabiri böylece özetlensin.
- Bir sahneyle gencin yemek yerken ki oburluğu görülsün.
- Babasının çağırdığı her yere mecburen gitmek zorunda olduğu ve babasının arkadaşlarının çocuk muamelesine maruz kalışı da gösterilsin.
- Babasının baskısına, babasının arkadaşlarının haddini bilmez baskıları da eklensin ki gencin neden bu kadar sinik olduğu iyice anlaşılsın. Bunun için de askerlik mevzusu kullanılsın. Askerliğini yapmış bir abisi bir iki kez ona ne zaman askere gideceğini sorarak bu bilinmezlik ile korku versin.
- Evlerinin garaj girişine park eden bir arabanın yan aynasını kırsın baba. Böylece kendine güveni, saldırganlığı anlaşılsın.
- Önce baba sonra oğul aynı şekilde kapıdan girip aynı yere oturup ayakkabılarını aynı şekilde çıkarsın. Böylece ilk sahnenin etkisi güçlendirilsin.
- Anne karakteri babanın ilgisizliğinden dem vursun. Baba onu sustursun. Gücünün altı iyice çizilmiş olsun.
- Genç, saçına jöle sürsün. Dışarı çıkarken babasından izin alsın. Yaşı kaç olursa olsun baba evinde özgür olamayacağı, evlenmediği sürece kendi kararlarını veremeyeceği anlatılsın.
- Arkadaşları ile alışveriş merkezi gezmek dışında ancak arabayla turlamak gibi şeyler yaptıkları görülsün. Bu arada durup kül tablasını sokağın ortasına da döksünler.
- Babasıyla camiye de gitsin gencimiz. Orada zorla bulunduğunu iyice belli etsin vücut diliyle. Yeni neslin dinle ilişkisini de böyle vermiş oluruz.
- Ona ilgi gösteren alt sınıf bir kızla arkadaşlarına belli etmeden görüşsün. Elbette tek amacı seks olsun. Yalnız kaldıklarında ne yapacağını bilemesin. Kız bir de Vanlı olsun. Kürt olsun. Bölücü diye damgalansın. Kadınlara ve azınlıklara bakış açısı da böyle vurgulansın.
...
Seren Yüce ilk filmi “Çoğunluk”’ta ilk yarım saati yukarıdaki sakızı peliküle almakla harcıyor. Her karesi her cümlesi ayarlı, hedefe yönelik bilgiler dışında tek nefes içermeyen, bu yüzden yaşayan bir atmosfere değil de laboratuvar çalışmasından kesitlere benzeyen bu 30 dakika filme her nevi yergiyi hak ettirecek türden. Ancak Yüce; karakterleri tanıtmak ve nasıl insanları anlatmak istediğini belirtmek adına hazırladığı bu slayt gösterisini bitirdiğinde, film bambaşka bir seyir alıyor. Anlatıcı olmaktan vazgeçip gözlemci olmaya başladığında şeytanın bacağını kırıyor ve “Çoğunluk” yaşayan, perdeden taşan çok boyutlu bir filme dönüşüyor.
Başroldeki Bartu Küçükçağlayan tam bir casting başarısı. Anlatılan gençlerin doğuştan şanslı vücut yapılarına sahip fakat onlar gibi; kendisine bahşedileni hunharca kullanmış, üzerine bir şey koymadan cepten yemiş bir tipi var. Beyaz tenli, uzun boylu, güzel yüzlü fakat spordan uzak, kötü beslenmiş ve çirkinleşerek yaşlanan bir insan. Tıpkı babasının maddi gücüne, iş bitiren yapısına yama oluşu; bir okul bitirmeyişi, kendine yatırım yapmayışı ve doğumuyla hak ettiği serveti yemekle yetinişi gibi.
Settar Tanrıöğen ve oyuncu kadrosunun geri kalanı da üzerlerine düşeni layıkıyla yapmışlar ancak Seren Yüce’nin yönetmenliği için aynı şeyi söylemek zor. Yönetmen ne bir sinema dili oluşturmayı başarıyor ne de tek bir güzel çerçeve kurmayı. Filmin görsel anlamda hiçbir artısı, bakınca etkileyecek hiçbir karesi yok.
“Çoğunluk”’un büyük başarısı ise Seren Yüce’nin bir senarist olarak sahip olduğu gözlem gücünden geliyor. Anlattığı insanlarla ilgili neredeyse hiçbir ayrıntıyı kaçırmamış ve bunları senaryosuna başarıyla aktarmış olması onu yılın en önemli yerli yapımlarından birinin ardındaki isim yapıyor. Bu tarz gençlerin en büyük sorununun arabalarıyla olan ilişkileri olması gibi detayların tam 12’den yakalanışı çok değerli.
Türk filmlerine önyargı ile yaklaşanlara ya da Türk yönetmenlerin, Türk sinemasının gerçekte nerede olduğunu görmek isteyenlere tavsiye ediyorum.
28 Mart 2011 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
2023 - Kalan 6 Ay
Temmuz, on beş ay sonra spor salonlarına döndüğüm ve eğer bir kaza bela olmazsa, nasıl öleceğimi de öğrendiğim ay oldu. Bunun getirdiği duyg...
-
Başlığın bile yeterince şok edici olduğunun farkındayım. Günlerdir arabesk soslu aşk nidalarımı okumaktan sıkılmışsınızdır belki düşüncesiyl...
-
Yasemin Alkaya; bale eğitimi almış, konservatuar mezunu bir tiyatro sanatçısı olarak tanınıyor. Fotomodellik de yapmış ve bir kafe işletiyor...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder