16 Şubat 2011 Çarşamba

YAŞAM ARSIZI (2008) by YASEMİN ALKAYA -


Yasemin Alkaya; bale eğitimi almış, konservatuar mezunu bir tiyatro sanatçısı olarak tanınıyor. Fotomodellik de yapmış ve bir kafe işletiyor.

“Yaşam Arsızı” adlı belgeselin başlarında çocukluk arkadaşının Ankara Ulus’ta pavyonda çalıştığını öğrenen Alkaya; çekim ekibini toplayıp onun yanına gidiyor ve ilk saniyeden itibaren acıyan gözlerle bakıp ne kadar kötü bir iş yaptığını kafasına vuruyor. Söz konusu şahıs Elif Çağlayan’ın ise kendini savunmak, acındırmamak için söyleyebildiği tek cümle; filmlerden ödünç aldığı “İşimi çok seviyorum çünkü bedava içki içiyorum, üzerine de para veriyorlar” oluyor. Nükteyi anlamayan empati yoksunu entelektüel belgeselcimiz, Elif hanımın arkasından acıyla karışık onaylamayan gözlerle bakarken, kamera yüzünde sabitleniyor.

Yasemin Alkaya belgesel adı altında sunduğu ancak duygu sömürüsü uğruna bolca kurmaca sahneye başvurulduğu her halinden belli acınası film yapma tarzıyla, Türk belgeselciliğinin yüzkaralarından birine imza atıyor. Araya serpiştirdiği “eski fotoğraflara bakma” sahnelerinde sürekli “ay burada ne gençsin, ne tatlısın, çocukların ne küçük, ne tatlı” falan diyerek Elif’in şimdiki halini aşağılıyor.

Mesela babasının kitap yazmış biri olduğundan bahsedip okumanın öneminden dem vuran Elif’e hemen “herkesin okuması gerekmiyor, annen sürekli pazara gidip bir şeyler alır, evin ekonomisine katkıda bulunurdu” tadında şeyler söylüyor. “Annen pavyona düşmezdi” demeye getiriyor. Zaten film boyunca Elif ne derse tersini söylüyor Yasemin Alkaya.

Elif’in hikâyesini dinledikçe ailece geçirilen bir trafik kazasında anne ve babasını aynı anda kaybettiğini öğreniyoruz. Kazadan birlikte sağ çıktığı kız kardeşleri Funda ve Aysun ise Ürgüp’te bir klinikte yaşamaktalar. Ziyarete giden Alkaya’nın burada da tek yaptığı kronik şizofren kardeşlere acıyarak sarılmak oluyor.

Belgesel biraz da “sorumluluk sahibi(!) komşuların biz onlar için neler yaptık söylemleriyle ilerliyor. Bir komşu “Ben onların çamaşırlarını önce elde olmak üzere –ki kimse eline almaz, sonra makinede yıkadım” minvalinden açıklamalarda bulunuyor. Yüksek ihtimalle olayı anlatan teyze makinesine kıyamadığı için önce leğende giysilerin kirini akıttığını kastediyor.

Empati fakiri Yasemin Alkaya’nın Ürgüp’e ziyarete gelen Elif ve çocukları ile Ankara’ya dönme isteğindeki küçük kız kardeş Aysun’a mantıklı(!) açıklamalarla karşı durup, kendisinden özür dilettiği bir sahne var ki; akıllara zarar. Ablasını özleyen ve rehabilitasyon merkezinden çıkmak isteyen zavallı küçük kardeş onlarla gidemeyeceğini anladığında şarkılar söyleyerek kendini avuturken, Alkaya onun söylediği naif bir cümleye kahkahalarla gülüyor. Çıldırtıcı.

Kardeşlerin kaldıkları yerin aslında zihinsel engellilere hizmet veren bir yer olduğunu öğreniyoruz sonra. Merkezin müdürü Recai Gündüz ile yapılan röportajda bunu bizzat kendisi dile getiriyor. Kardeşlerin kronik şizofren olduklarını, zihinsel engellerinin olmadığını söyleyerek yanlış yerde olduklarını ima ediyor. Ne yazık ki “engelli” yerine bol bol “özürlü” diyor, “zekâları çoğumuzdan iyi” şeklinde saldırgan cümleler kuruyor ve üç cümle sonra Yasemin Alkaya’nın başarılı(!) soruları sayesinde konu dağılıp erkek-kadın farklarına, erkeklerin mi yoksa kadınların mı toplu yaşamda daha uyumsuz olduğuna, askerliğin erkeklere neler öğrettiğine falan geliyor. Merkezdeki zihinsel engelli kadınların kuaför istemeleri ile alay ediliyor.

Herkesin aynı anda konuştuğu bir sahneyle sonlanıyor bu kısım. Müdür sürekli kolları ve başı masaya yaslı şekilde oturuyor. Özensizlik her ana siniyor.


İzlediğimiz en zeki insan olan şizofreni hastası büyük kız kardeş Funda bir yerde “Biz neden büyümüyoruz, çocuk gibi hissediyoruz” diye soruyor. Aklı başında olması gereken kişilerden biri “Daha iyi değil mi, keşke hep çocuk kalsak bizde” şeklinde cevaplıyor.

Elif’in çocuklarının babasından bahsedilen bir sahnenin repliklerini ise aynen yazmak istiyorum:

Yasemin Alkaya: Gerçekten o paraları yedi mi yoksa bir yatırım yaptı sizden gizliyor mu acaba?
Elif Çağlayan: Şu an kendisi de aç.
Yasemin Alkaya: Çok üzüldüm. O kadar üzüldüm ki; bir para toplayalım da yardımcı olalım.

Yasemin hanımın ne kadar kaliteli bir ağzı olduğunu görüyor musunuz? Bu belgesel sinemalarda gösterildi.


Filmin devamında da bolca Yasemin Alkaya gözyaşı ve geyik muhabbeti izliyoruz.

Sizce anneniz nasıl mutlu olur sorusunu soruyor sonlara doğru belgeselcimiz. Erkek çocuk “annemin geçmişiyle ilgili kendini suçlu hissetmemesi gerekli” diyor. Kız çocuk ise “yaşananları telafi edebilirse mutlu olur annem” diyor. Sonra erkek tekrar lafa girip “bizim başarılı olmamız yeter onun mutlu olması için” diyor. Yasemin Alkaya ise kuvvetli bir erkeğin gelip Elif’i kurtarması temennisi ile nokta koyuyor bu konuşmaya! Üstelik kendisine de istemeyi unutmuyor o erkekten bir tane!

Jenerik şarap içen Elif ve Yasemin hanımların aynı masada oturan çocuklarla yaptıkları sarhoş muhabbetinin üzerinde akıyor.

Bolca ölü boşluk içeren film, düzgün bir kurgucunun elinde 45 dakika sürebilirmiş diyor insan ancak hiç kimse bu kaba üslubu kurguda kurtaramazdı.

Sonuç olarak sinir bozucu, Türk sineması adına utanç verici bir film kalıyor akılda. Bakımsızlıktan ağızlarında diş kalmamış şizofren kız kardeşler düşündürüyor insanı bir de.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

2023 - Kalan 6 Ay

Temmuz, on beş ay sonra spor salonlarına döndüğüm ve eğer bir kaza bela olmazsa, nasıl öleceğimi de öğrendiğim ay oldu. Bunun getirdiği duyg...