18 Şubat 2011 Cuma

WINTER’S BONE (2010) by DEBRA GRANIK **


Courtney Hunt imzalı, Melissa Leo’lu geçen yılın Oscar adayı Frozen River(2008)’ın açtığı kontenjandan bu yılın 10 filmlik listesine girmiş görünen Winter’s Bone; akademi üyelerinin zaaflarına yönelik samimiyetsiz bir film.
Senarist-yönetmen Debra Granik’in ikinci uzun metraj çalışması; taşrada hayat mücadelesi veren bir aileyi merkeze alıyor.

İyileşmeyecek bir hastalığı olan annesi ve iki küçük kardeşiyle yaşayan Ree(Jennifer Lawrence) adlı 17 yaşındaki genç kız; evin bütün yükünü sırtlanmıştır. Odun keser, atları besler, yemek yapar, kardeşlerini okula götürür vs. Bir gün kapıya dayanan şerif, uyuşturucu işindeki firari babasının kefalet karşılığında kaldıkları evi ipotek ettirdiğini hatırlatır ve babası yakın zamandaki duruşmaya gelmezse evlerinin ellerinden gideceğini söyler. Bunun üzerine yollara düşen Ree, babasını aramaya başlar.

Sonsuz ihtimallerle sürebilecek bu çıkış noktasından alabildiğine sığ bir hikâye meydana getirmiş Granik. Ree; yakın çevrede babasının iş yaptığını bildiği insanlarla konuşmaya çalışıyor ve sonuç alamıyor. Hepsi bu.

Hikâyenin akademi üyelerini tavlayan kısımları oldukça net. Amerikan hükümetine göre reşit sayılmayacak yaştaki bir kızın, insanların karşılarına bile çıkmaya korktukları tiplere gidip cesurca babasını sorabilmesi mesela. Ya da başına bir şey gelirse hayatta kalsınlar, beslenebilsinler diye kardeşlerine tüfek kullanmayı, avlanmayı, sincap bağırsağı temizlemeyi öğretmesi. Bakın ufacık kız ailesi için ne kadar cesur hareketler yapıyor tavrı.

Ree’ye hayat veren Jennifer Lawrence 20 yaşında ilk Oscar adaylığını alıyor bu film sayesinde. İşini başarıyla yaptığını teslim etsek de, çığır açan bir performans sergilemiyor. Filmin diğer adaylığını getiren amca Teardrop rolündeki John Hawkes çok daha başarılı. Senaryonun ise ödüle oynamak dışında hiçbir özelliği olmadığını görüyoruz.

Ree bir sahnede orduya katılmak için başvuruda bulunuyor. Amerikan ordusunun zeki ve çevik çavuşu ise ona bu işin para için yapılmayacağını, başka bir sebebi olduğunda tekrar gelmesini söylüyor. Ekleme duran bu sahne, filmin en samimiyetsiz anı olarak kayıtlara geçiyor.

Sağda solda gezip babasını soran kız şablonu bir yerde tıkanıyor. O zaman da baştan beri cesurluğuyla övülen kıza dayak atıyor senaryo ve kurban kimliğini belirginleştiriyor. O saniyeden sonra da şimdiye dek kötü görünen adamlar ve kadınlar kıza yardım etmeye başlıyorlar, cool tavırlarından vazgeçmeden.

Ree’nin evlerini kurtarmak adına babasının cesedinin ellerini elektrikli testere ile kesmek zorunda kaldığı sahnede yanındaki kadınlardan biri “yapamayacak” diyor. Kızımız cesur, savaşçı ancak hala insan. O zaman da insan olmayanlardan biri testereyi alıp işi onun için yapıyor. Zavallı kızcağızın başına daha ne gelebilir ki. Yazık!

Soğuk, mesafeli, şunu şunu ve şunu gösterelim tavrındaki filmin ana kahramanı Ree; sonuçta hiçbir şeyi kendi başarmıyor ancak kardeşlerini koltuklarının altına alıp zafer konuşması yapmayı unutmuyor finalde. Sert olmakla övünen film de böylece iyiden iyiye yumuşamaya meyilli tavrını tam da Amerikan izleyicisinin sevdiği türden bir mutlu sonla tamamlamış oluyor.

1 yorum:

2023 - Kalan 6 Ay

Temmuz, on beş ay sonra spor salonlarına döndüğüm ve eğer bir kaza bela olmazsa, nasıl öleceğimi de öğrendiğim ay oldu. Bunun getirdiği duyg...