9 Şubat 2011 Çarşamba

THE KING’S SPEECH (2010) by TOM HOOPER ***



David Seidler daha çok televizyon için yazdığı senaryolar ve Francis Ford Coppola filmi Tucker: The Man and His Dream(1988) ile tanınan bir isim. “The King’s Speech” adlı film senaryosunu tiyatroya uyarlayan yazar, yönetmen Tom Hooper’ın isteğiyle bu kez yeni ve daha gerçekçi bir film senaryosu hazırlamış.

Tom Hooper ise 2005 yapımı 3 Altın Küreli ve Helen Mirren’li Elizabeth I ve John Adams adlı televizyon mini-dizileriyle karşımıza çıkmış bir yönetmen.

İngiltere kralı VI.George’un kekemeliği üzerinden tahta çıkış sürecini anlatan, daha doğrusu İngiltere tarihini fon seçip bir erkeğin büyüme sancılarını konu edinen bir yapım var karşımızda.

Kendinden büyük bir abisi olduğundan kral olmak için yetiştirilmemiş ancak çok katı kurallara maruz kalmış Prens Albert (Colin Firth), eşinin de zorlamasıyla kekemeliğini yenmek için birçok doktora başvurmuştur. Ağzına taş doldurup konuşmasını isteyen son doktor da işe yaramayınca tamamen vazgeçtiğini ilan etse de, eşi Elizabeth (Helena Bonham Carter) yeni bir terapist bulur. Lionel Logue (Geoffrey Rush) adlı bu adam sıra dışı yöntemleri ve kendine güveniyle önceki muadillerinden ayrılır. Prense aile arasındaki ismiyle hitap etmekte, kendi odasında kendi kurallarını koymakta ve karşısındaki kim olursa olsun eşitiymiş gibi davranmaktadır. Önce tepki gösterse de Prens Albert zamanla bu adama alışacak, hatta sahip olabileceği en iyi arkadaşlığı Logue ile yaşayacaktır.

Film her ne kadar tarihi dramların vazgeçilmezi Colin Firth’e bir rol daha veriyor gibi görünse de bu büyük oyuncu kendini baştan yaratmayı başarmış. Kekeme prens-kral rolünde o kadar iyi ki, sinema ve televizyon tarihi boyunca izlediğimiz kekeme rollerinin büyük çoğunluğunu değersizleştiriyor. İki yıldır üst üste Oscar adayı olan aktör, bu kez yıllardır hak ettiği ödüle uzanabilir.

Helena Bonham Carter ise “Ana Kraliçe” Elizabeth rolünde sırıtıyor. Komiklik olsun diye saçlarını farklı yaptırmış bir kadına benziyor. 13 yıl sonra aldığı ikinci Oscar adaylığını kesinlikle hak etmiyor. Çok sevilen ve yetenekli bir aktris olsa ve ödüllü olması istense de bu rol, o rol değil. Gözleri, mimikleri ve duruşu günümüzden; kıyafetleri ise bir önceki yüzyıldan dikilmiş bu karakter garip bir bileşim oluşturuyor.

Geoffrey Rush, çağının ötesinde konuşlanmış terapist rolünde oldukça başarılı ve dördüncü Oscar adaylığını alıyor. Yine de aktörün kendisiyle ilgili olmasa da yaratılan karakterle ilgili sorunlar var. Fazla modern, fazla yenilikçi duruyor.

Günümüzün bütün psikolojik klişelerinden mustarip prens-krala öylesine hâkim yaklaşıyor ki; psikoloji eğitimini gelecekten alıp gelmiş gibi duruyor. Bu da psikoloji bilen izleyiciyi filmden uzaklaştıran bir sebep olarak karşımıza dikiliyor.

Yönetmenin geniş açı objektiflerle yakın plan çekim yapması, tercih ettiği renkler ve hafifleştirici müzik ile kafaları perdenin en olmadık yerine konuşlandırması bende Jean-Pierre Jeunet’e öykünme hissiyatı yarattı. Filmin tonu ve şiddeti de tarihsel dramlardan komedilere uzanan yelpazede yine Jeunet noktasında sabitlenmiş duruyor.

Almanya’ya savaş ilan edilmesi ya da ulusu etkileyen taht değişimleri birer laf arası bahsi tadına terkedilmişken, iki erkeğin dostluğu ya da bunlardan birinin özgüven kazanma süreci gibi temalar da havada kalıyor. Logue’nin gerçekte tiyatro oyuncusu olma isteği ve katıldığı bir elemede “sende krallarda olabilecek bir duruş yok” cevabı ile reddedilmesinin doğurduğu; Albert’ın da ona kral olmayı öğretebileceği şeklindeki hikâye gidişatı beklentisi de bir noktada unutulup gidiyor.

Weinstein kardeşlerin bitmez tükenmez kulis çalışmaları sayesinde 2010 Oscar’larından en fazla dalda adaylık kapmayı başaran film olan ülkemizdeki gösterim adıyla Zoraki Kral; 7 dalda aday olduğu Altın Küre ödüllerinden sadece Colin Firth’in başarısıyla ayrılmıştı. 12 Oscar adaylığından da yine bu kategori ve kostüm tasarımı gibi bazı teknik dallar dışında eli boş dönmesi muhtemel, kolayca akıldan çıkacak ortalama bir iş.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

2023 - Kalan 6 Ay

Temmuz, on beş ay sonra spor salonlarına döndüğüm ve eğer bir kaza bela olmazsa, nasıl öleceğimi de öğrendiğim ay oldu. Bunun getirdiği duyg...