26 Ağustos 2012 Pazar, en kötü doğum günlerimden biriydi. Gece
yarısı yeni yaşıma, normalde gitmeyi sevmediğim yüksek yere konuşlanmış bir
kafenin otoparkında, tek başıma girdim. Hazır limonata içip arayanlarla
konuştum. Taşınması güç dizüstü bilgisayarımdan anlamlı şarkılar dinledim. Bir
saat dolmadan sıkılıp eve döndüm. Sabah uyanır uyanmaz Maraş’ta duramayacağımı
hissedip, aile büyüğümle Antep Vagon Cafe’ye kahvaltıya sürdüm. AVM gezdim,
ALŞVRŞ yaptım, İmam Çağdaş’ta berbat bir yemek yedim. Dönüp Maraş için bile
salaş bir pastaneden ucuz pasta aldım. İki pasta. Bir “sonradan akraba”mla aynı
gün doğduğumuzdan, birlikte doğum-günü-akşamı kutladık. Orta t-shirtler, pazar
malı şortlar, doldurma parfümler felan geldi hediye niyetine. Beklediğimden çok
az kişi aradı. Beklediğim bir kişi elbette aramadı. Ağlamadım.
Yeni yaşımın ikinci günü acil servis nöbetiyle geçti. Gece
yarısı çıktıktan sonra kandırıkçı biri + sevişmek istediğim birini alıp bir
yerlere gittim. İki gün sonra, aslı olmayacağı için suretini öptüm. Suriye
olaylarından nasibimi aldım. Yine de aslına yazmamı durduramadım. Filmler
izleyip nöbetler tuttum. Kandırıkçılarla bedava yemekler yiyip acımı anlattım.
Bazı günler sadece uyudum. Nöbet yorgunluğum içime kapanmama eklendi.
Bir tanıdığın şehre düşen kardeşiyle ilgilendim. Başka bir
tanıdığın ailesini yemeğe davet ettim. Aile büyüğümle İstanbul’a gittim.
Öğrendiğim kadarıyla, 35 yıldır görmediği şehri gezdirdim. Ayaklarımızda kara
sular, bol bol kavga ettik. Onu Maraş’a atıp Altın Koza için Adana’ya gittim.
Basın kartımı aldım, Türk filmlerine daldım. Yeşim Tabak’ı oteline bıraktım.
Bir diş hekimiyle karanlıkta uzandım. Tüyap’taki ödül törenine bir süredir
konuştuğum, Maraş’a düşüşe geçmiş sevgili adayım geldi. Çimler üzerinde
gördüğüm anda yanlış insan olduğunu anladım. Elimden geleni yapacak olsam da,
Koza’dan ödülsüz döndüğümü biliyordum.
(Devam edecek...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder