3 Ağustos 2010 Salı

INCEPTION (2010) by CHRISTOPHER NOLAN ***


Fragmanlarıyla heyecanlandıran ve gösterime girişinin ardından etrafını saran ağzı açık kalabalığın bulabildikleri her mecraya yazdıkları övgü cümleleri sayesinde ufak çaplı fenomene dönüşen “Başlangıç” için “gitmeyeni dövüyorlar” cümlesini duymuş olmalısınız.
Zeki ve bağımsız sinemacı Christopher Nolan ilk filmi Following(1998) ile neler yapabileceği hakkında fikir vermiş, arayı soğutmadan Memento(2000) adlı şaheser ile karşımıza çıkmıştı. 90’ları kapatan muhteşem filmlerin önümüzdeki on yılda da devam edeceğini düşündüren Akıl Defteri, öyküsünü hem sondan başa hem de baştan sona anlatarak ortada birleştiren paralel kurgusu ile olan biteni anlamayanları bile etkilemişti. Bu filmin başarısına kayıtsız kalamayan yapımcılar Nolan’a 46 milyon dolar ve Al Pacino’yu teslim ettiler. Insomnia(2002); nasıl desek, kötü değildi ama Nolan’a yakışmamıştı. Ardından geleceği açıklanan Batman Begins(2005) tam da bu nedenle buruk beklendi. Tim Burton’un Batman serisini yerle yeksan eden Joel Schumacher‘den enkaz alan ve kendi fantezilerini başarıyla uygulasa da Insomnia örneğinde vasatın üzerine çıkamayan Nolan’dan yine ortalama bir iş beklenmeye başlandı. Sonuç öyle olmadı hatta oldukça iyiydi ve Oscar adaylığı bile kaptılar. Hemen devamının gelmesini isteyen yapımcılara dur deme cesareti gösteren Nolan yine kişisel bir filme yöneldi ve ertesi yıl The Prestige(2006)’i çekti. Benzer temaları işler görünen ve aynı zaman dilimine denk gelen Neil Burger imzalı The Illusionist(2006) de beğenilmesine rağmen Nolan sihrini konuşturmuş ve içindeki bağımsızı milyon dolarlara kurban etmeyeceğini iki Oscar adaylığı daha kazandığı filmiyle göstermişti. 2008 Nolan’ın yılı oldu. Batman serisinin yeni halkası The Dark Knight(2008), tüm zamanların en iyi Batman filmi, en iyi beş çizgi roman uyarlamasından biri ve gösterildiği yılın en başarılı yapımı oldu. Çeşitli sebeplerle unutulmazlar arasına adını yazdırdı. İki yıl sonra Nolan bir çok büyük bir az büyük sırasını bozmadı ve Inception(2010)’u duyurdu. On bir yıl önce The Matrix(1999) ile yüzyılın bilim kurgusuna şahit olmuş bir daha da aynı tadı yakalayamamış izleyiciye gizli bir mesaj gönderildi. Yeni The Matrix geldi, beklediğinize değecek! Sadece özel efektlerin sunulduğu gizemli fragmanlar (hatırlarsanız The Matrix’in ilk teaserı da Trinity’nin bir binanın tepesinden diğerine atlamasından ibaretti) ve “geliyor, geliyor” sesleri beklentiyi artırdı, kedi yavrusu gibi takvimlere bakmamıza neden oldu. Ön gösterimleri izleyenlere verilen “siz çok özel insanlarsınız, Inception’u ilk siz gördünüz” gazından mı bilmem ama filmden çıkan herkes heyecandan dilleri tutulmuş vaziyette ortada gezmeye başladı. Bu tutulmadan olsa gerek, hiçbiri de gerçekleri yazmadı. Inception’un iyi bir film olduğu, rüya.
Nolan’ın üretkenliğini ve zekâsını yadsımak güç ama karşımızdaki filmin Prestige’den üstün bir yanı yok. Memento’daki bütün iyi elementlere sahip, üstelik daha şık ama daha iyi değil. Özellikle bunca mantıksızlık içerirken.
Inception’un kahramanları birbirlerine mekanizması açıklanmayan çanta büyüklüğünde bir makine ile damardan bağlanan ve aynı rüyada gezebilen ajanlar, mimarlar, kurbanlar. Yıllardır başarıyla yaptıkları rüyadan bilgi çalmak eyleminin “son bir iş” için tersini yapmak zorundalar. Bu kadar iddialı bir film için “one last job” fazla klişe değil mi?
Ekibi bu iş için tutan çok zengin bir iş adamı. Ülkede sektörün tekelleşmemesi için ölüm döşeğindeki rakibinin tek oğlunun rüyalarına girip “babam gibi olmamalıyım, şirketi yıkıp kendim baştan kurmalıyım” gibi bir fikir ekmeye çalışıyor. Bunun için rüya içinde rüya içinde rüya göstermeleri gerekiyor genç varise. Filmin mantığı içerisinde bu oldukça kararsız ve tehlikeli bir boyut. Gidip de dönmemek var. Bunun için ekibimizin genç veliaht ile on saat yalnız kalması gerekiyor. Ekibi kiralayan iş adamı rolündeki Saito (Ken Watanabe) veliaht Robert Fischer’ın (Cillian Murphy) uçuş gerçekleştireceği havayolunu satın alıyor. Peki Saito havayolu alacak kadar zengin de, ondan daha zengin olan Robert neden başkasının uçağıyla uçuyor? Hadi uçtu diyelim, bir kabini neden altı kişiyle paylaşıyor üstelik yanına koruma bile almadan? Bu kadar iddialı bir film için fazla göze batan bir hata değil mi? Bir rüya katmanından ikincisine inerken gerçek dünyada kullandıkları makineyi kullanmalarına gelelim. Zaten rüyada gördüğümüz her şey Mimarların tasarımları değil mi? Rüya dünyasında istenen her şey zaten yapılamıyor mu? Gerçek hayatta fizik kuralları ile çalışan bir aletin rüyada gerçekten çalışmasının elle tutulur yanı var mı? Bu çapta bir film için fazlasıyla gözden kaçmış görünen bir basitlik değil mi? İşte sorun burada. Inception ne çok büyük çaplı ne de çok iddialı bir film. Christopher Nolan’ın bağımsız ve zengin ruhuyla yaptığı bir çok büyükten sonra gelen bir büyük film. Following ya da Memento’dan tek farkı çok büyük bütçelere erişebildiği için en ufak rolde bile A sınıfı oyuncular kullanabilmesi, özel efektlerini hayret verici kıldırabilmesi. Nolan’ın zihni Michael Bay’in aksine özel efektlerimin arasında ne anlatsam değil, bu sahneyi etkileyici kılmak için nasıl gösterebilirim şeklinde çalıştığından zaten Inception’da süresine nazaran çok az özel efekt var ve zaten bunların tamamını fragmanlarda izledik.
Amerikan hükümeti tarafından arandığı için ülkeye giremeyen Cobb’un (Leonardo DiCaprio) hakkındaki tüm suçlamaları tek telefonla düşürebilecek kadar güçlü ve zengin Saito’nun filmin hemen başında kendisini haklamaya çalışan Cobb’a güvenip bizzat bu tehlikeli göreve katılma kararı ise akıllara zarar. Böyle bir adamın bu çapta bir görev için güvenebileceği en az beş adamı vardır.
Elbette bunlar klasik bir yapı kurmak adına atılmış adımlar. Önce filmin finaline yakın bir yerden sahne izletilir. Böylece seyirci meraklandırılır. Sonra ufak bir iş yaparken ekip görünür. Hemen ardından daha büyük bir iş alınır. Elemanlar toplanmaya başlar, elbette dünyanın en yetenekli insanları birbirini bulur. Yeni katılanlara işi öğretme bahanesiyle seyirciye filmdeki dünyanın mantığı anlatılır ve çatışmalar kurulup aksiyona başlanır. Yüzlerce filmde kullanılan bu modeli temel alan Nolan, elbette bu tercihi kolay diye seçmiştir. Ne de olsa iki Batman arasında bir film çekmek istemektedir ve yıllar öncesinden aklında kalan bir fikri vardır.
Filmin tek orijinal sahnesi ikinci rüya katmanında gerçekleştirilen dövüşler. Onun da The Matrix’tekilerden farkı her seferde tek düzlemde hareket yerine havada serbest salınım yapan özneleri göstermeyi başarırken mekânı da bunlardan bağımsız hareket ettirebilmesi. Görsel zenginliği gerçekten takdire şayan.
Yönetmenin röportajlarından okuduğumuz kadarıyla Inception fikri aklına 2000 yılında gelmiş. Yani The Matrix’i izler izlemez. İlk taslak senaryosunu ise 2003’te tamamlamış. Yani The Matrix Reloaded(2003) ve The Matrix Revolutions(2003)’u izledikten sonra. 29 yaşında bir gencin The Matrix’i izleyip aynısından ben de yapabilirim şeklinde sanrılara kapılması anlayışla karşılanabilir ama bunu abartıp vizyondaki boşlukta tüm zamanların en iyi bilim kurgularından biriymişçesine ağırlayan çığırtkanlar bağışlanamaz.
Zannetmiyorum ki iyi bir eleştirmen bu filme iyi desin. Bundan sonra okuyacağınız isimleri Inception’ın pazarlama stratejisine kananlar ve kanmayanlar şeklinde ayırabilirsiniz. Kime inanacağınız konusunda işe yarayabilir.

1 yorum:

  1. yorumumu beğenmedin ve yayınlamıyonmu :( bi daha yazmim o zaman

    YanıtlaSil

2023 - Kalan 6 Ay

Temmuz, on beş ay sonra spor salonlarına döndüğüm ve eğer bir kaza bela olmazsa, nasıl öleceğimi de öğrendiğim ay oldu. Bunun getirdiği duyg...