22 Mart 2011 Salı

22 Mart 2011 Salı

Saat 01.53

Pencereden baktım. Dakikalarca. Tek bir yaya ya da araç geçmedi. “Bilin bakalım hangi şehirdeyim, bu da manuel foursquare olsun!” gibi cümleler geçti aklımdan sosyal medyada paylaşmak için. Sonra birden durdum. Sosyal medyada ne paylaşsam diye yaşadığımı fark ettim. Onlar yokken de ne paylaşsam diye yaşıyordum zaten ama o zamanlar paylaştığım gerçek insanlar vardı. Sesimi duyurmaktan mutlu olduğum, görünce hazdan kudurduğum insanlar. Yıllarca bana gerçek duygular yaşatan gerçek insanlar. Biri şimdi iletişilen her şeyden çok uzaklarda. Diğeri daha yakın olsa da duygusal harakiri yapmış durumda. Bir başkası fare çemberinde dönmekte, ilgimi çekmiyor, gömdüm. Diğer ikisi birbirine âşık, bana kapalı. Sonuncusunun başına gelenler “bana kaderimin bir oyunu mu bu” dedirtecek cinsten, inanılmaz. Arada unuttuklarım da olsa gerek.

Bir arkadaşımın aniden beliren düğün tarihini inanmaz aklımdan çıkmasın diye telefonumun ajandasına kaydederken bir baktım, otomatik fatura ödeme talimatlarımla ilgili yapmam gereken bir işim var o güne. Bir yerden sonra birlikte büyüdüğüm arkadaşımın kendi ailesini kurmaya imza atacağı gün benim internet bankacılığında bir iki tıklık işim var. Ve eminim ki o güne dek hayatımda olabilecek en büyük değişiklik belki işlemleri yeni bir bilgisayar ile yapmak olacak.

İlk işyerime her gün mutlulukla inmiştim. Evimden bir kat aşağıda olduğundan, gitmiştim diyemiyorum. Sabahın 6’sında da uyusam 8’de buz gibi eve uyanıp donarak yüzümü yıkadıktan sonra titreyerek inerdim basamakları. Ama işte o gelir, gelmese de penceremden geçer heyecanı ile hiç somurtmadım işe gidiyorum diye. İkinci işime daha da hevesle gittim. Bu sefer herkesi görmek güzeldi. Upuzun sohbetler, işin karizması, paralel evrenin yasalarıyla parlayan üniformam ve beni çok seven insanlar. Bir yıl boyunca tek gün bile sabah kalkmak istemediğim olmadı. Akşam olsun da odama gideyim demedim. Heyecanım bir an bile azalmadı. Orada çalışmak, nefes almak muhteşemdi. Üçüncü işim ise soğuk. Benim için bile over-dose kapitalist. İki gün önceden rahatsız etmeye başlıyor işe gitme düşüncesi. Arada iyi insanlar gözüme çarpıyorsa da hiçbirine hasta olmadım henüz. Ama bolca iğrençlik var. Bolca can sıkan kural. Kendinden ödün vermeni, sisteme çark olmanı, win-win yapmanı isteyen akbaba çok. Üçüncü işimin olduğu binaya girdap olmuş akan paraların kütlesel anlamda yer değiştirdiği şey ise ruh. Yakında uzaydan görünmemizi sağlayacak radyoaktif ışımaların arasından mutluluğumuzun ve içlerimizdeki iyi niyetin kendini kurtarma çabası belki bir gün bir yerde görsel efektlerle anlatabileceğim şeyler ancak.

2-17 Nisan tarihleri arasında İstanbul Film Festivali var. Parasızlığımı bahane ederken fark ettim ki sorun 6mart. 6mart’a bir daha dokunmadan hiçbir şeyden zevk alamayacağım için o filmlere haksızlık etmek istemiyorum. Birkaç ay önce yiyip bayıldığım bir yemeği bugün yine yedim ve nefret ettim. Üç farklı yere şikâyet yazdım. Ne bu öfke! 6mart kim bilir neler yerken, nasıl zevk alacaktım ki. Şimdi nasıl uyuyacağım. Hah! İşte esas konuya geldim sonunda. “Sen yoksan her şey eksik, sen varsan her şey tamam.” İşte bu kadar. Ne kadar tanırsın derseniz, yok. Ne biliyordun derseniz, yok. Ne olacak derseniz, o hiç yok. Sadece umut var. Mutluluk bir hafta sürdü. Yeri boş. Umut ölmedi ama karamsarlık gölgeliyor. Hani eski filmlerde “bugün mahallenden geçtim” ya da “oturduğun binaya baktım, ışıkların sönük” derlerdi ya… Seninle aynı havayı alma isteğiyle uyanıyorum her güne 6mart. Ama burnumda bu şehrin boktan kalorifer dumanı var sadece. Dönebilirsen bana eğer, döneceğini biliyorum. Gününü de, saatini de. Tam olarak neyi özlediğimi bilmesem de özlüyorum. Umut ediyorum. Hayal kuruyorum. Ama tava yandı bir kere, öyle değil mi. İçinde pişirdiğimiz her şeyde o garip tattan olacak biraz. Yeni alınan şeylerin başına böyle kötü olaylar gelmemeli. Bugün planetaryumda yıldızlara bakarken düşündüğüm yaratan varsa eğer, böyle şeylere izin vermemeli. Beni madde ile doldururken, maneviyatımı çalmaktan vazgeçmeli.

Gözlerimi uykudan son açtığımda, ölümüne bir mutsuzluk vardı tavanda. Üzerime yıkıldı. Kahvaltı, Arzu, spor, internet, mastürbasyon, temizlenme, dizi, kitap, film, çay ve tekrar yün yorganın altına girmek şeklinde özetlenebilecek son günlerimden birini daha yaşamak istemedim. Kendimi komşu şehre attım. Hiç sevmediğim, nefret ettiğim. Küçümsediğim. Mahallenden geçmekti amacım. Yanına bile yaklaşamadım. Işığına bakmak istedim o Türk delikanlıları gibi. Yapamadım. Seni çok özledim. Tanıdığım kadarını. Bağladığım umutları. Anlamayan herkesten birkaç puan daha kırdım. Rehberdeki 400 isme baktım. Ne zaman bu kadar az kişi kaldım. Dönsen de hayal ettiğim gibi olmayacak hiçbir şey belki ama dönmen lazım. Çünkü ben bu kez, ilk defa lafa “Her şey yolunda!” diyerek başladım. “Eninde, sonunda, dersin elbet bir gün: Her şey yolunda!” cümlesine tutundum. İlk defa “oldu” dedim, “olacak” bile demeden. Ve işte neyse o beni sikmeyi seven güç, yine yaptı yapacağını.

Çay kutusunu açıp rahatlatıcı şeylere baktım. Maraş’ta satılmayan oğul otlu organik relax çaydan bir tane kaldığını gördüm. Çöpçü kafam içmeyip saklamamı söyledi ama ne zaman ve kimin için saklayacağım diyerek demledim. Huzuru bir poşet çayda arayacak kadar yalnız kaldığımın farkındayım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

2023 - Kalan 6 Ay

Temmuz, on beş ay sonra spor salonlarına döndüğüm ve eğer bir kaza bela olmazsa, nasıl öleceğimi de öğrendiğim ay oldu. Bunun getirdiği duyg...