11 Ocak 2010 Pazartesi

AVATAR XpanD 3D(2009) by JAMES CAMERON ****


Piranha Part Two: The Spawning(1981)’i saymazsak James Cameron’ın 30 yıl içerisinde çektiği yedinci kurmaca sinema filmi olan Avatar gösterimde. Bizzat filmin yönetmeni tarafından icat edilmiş kamerayı mı eleştirmem gerekiyor yoksa rejiyi mi, performansların ne kadar iyi yakalanmaya başlandığı konusunda mı yazmalıyım yoksa mizansenler mi, karar veremedim. Önümüzde yeni bir film mi var yoksa bilgisayar, cep telefonu gibi çığır açan bir teknoloji ürünü mü? Filmin bu şekilde iki boyutlu değerlendirilmesini isteyen Cameron’un bizzat kendisi. Peki bu Titanic’in altında ezilmesi kesin olan yeni filmine bulduğu kılıf mı, gerçeğin ta kendisi mi?
Ülkemizde üç farklı 3D teknolojisi ve ayrıca 2D olarak toplam dört farklı şekilde deneyimlenebilecek yeni James Cameron ürünü Avatar’ı XpanD 3D’de izleme fırsatı buldum. Güneş gözlüğü camı benzeri karartılmış ince plastik tabakayı çok ama çok ağır bir çerçeve ile birleştirip bilet parası dışında 1,5 TL gözlük kira bedeli isteyen bu yöntem kesinlikle tavsiye edebileceğim bir film izleme şekli sunmuyor. Gözlüğü çıkardığınız anda perdede canlı renkler ve sabah olmuş gibi bir aydınlık görüyorsunuz. Gözlük ise renkli bir filtre kullanıldığından ışığı neredeyse yarı yarıya azaltıyor. O halde perdeye neden daha yüksek lümenli bir projeksiyon yapılmıyor sorusunu ise sanırım sadece tekniğin yaratıcıları cevaplayabilir. Bu gözlüğün camları diğerlerinin aksine aktif polarize adıyla anılıyor ve pille çalışıyor. Projektörden perdeye oradan da gözlüklere yansıyan kızılötesi ışınlar polarize camları aktive edip önce sol sonra sağ tarafı saniyede toplam 144 kez açıp kapatıyor. Bu kadar zahmetin daha önce izlediğim ona yakın standart IMAX filminden en başarısızının yaşattığı deneyimin bile yanına yaklaşmaya yetmediğini belirtmem gerek.
Filmi ele alacak olursak Hollywood fabrikasının artık bini bir para olan blockbuster kalıplarına döküldüğünü üzülerek söyleyebiliriz. Klasik Pocahontas hikâyesini farklı bir evrende anlatan Cameron senarist olarak bu kez sınıfta kalıyor. O sihirli dokunuşunu kullanmayı unutup filmin görselliğine ve teknolojisine o denli kafa yormuş ki; IMAX için üretilen 40-45 dakikalık görsel malzemelerden daha fazla derinlik ya da heyecan sunamıyor. Filmin büyük kısmı zaten finaldeki savaş sahnelerine hazırlık yapıyor. Bu sırada seyirci sıkılmasın diye ufak heyecanlar yaratılmaya çalışılıyor ancak bunlar ne yazık ki ormanda dost hayvanlardan korktuktan hemen sonra vahşi bir hayvana denk gelmek suretiyle kaçma sekansı (bkz. Jurassic Park ve onlarcası) vahşi bir yaratığa binme-ehlileştirme çabası-sizi sırtından atması (bkz. Shrek, Harry Potter and the Goblet of Fire ve niceleri) gibi ortak ezberlerin tekrarından oluşuyor.
İlk yarısı “bakın nasıl bir gezegen tasarladık, George Lucas mıyız neyiz, bitki örtüsü ne kadar değişik, hayvanlar ne ilginç ve üç boyutlu olarak nasıl gerçek görünüyor” gösterisi olan ve bunu “yeni dünyayı seyirciyle birlikte ilk kez gören, duyan, inceleyen başkarakter” kalıbıyla (bkz. The Matrix ve onlarcası) veren film bu bilindik haliyle zaten 1-0 yenik başlıyor. Eğer gördüklerinden etkilenmeyen, üzerinde oynanmış ejderha ve böceklerden fazlası olmadığını düşünen gruptaysanız sıkılmanız işten değil. Sadece Na’vi ırkının gelişmiş performans yakalama tekniği sayesinde, standart kameraya alınmış herhangi bir insandan daha az gerçek görünmemesini ayakta alkışlayabiliriz.
İkinci yarının büyük kısmına yayılan aksiyon sekanslarına gelirsek eleştirirken yine bir kişilik bölünmesi yaşayabiliriz. Harry Potter and the Half-Blood Prince(2009) filminde Dumbledore’un asasından çıkan bir dakikalık ateş görüntüsü için aylarca çalışıldığını bilip de onlarca kat ateş ve daha fazla yazılım ürünü aksiyon malzemesi özel efektten oluşan Avatar’a hakkını teslim etmemek olmaz. Böyle bir dünya yaratmak yeterince zorken orada aksiyon oluşturmak elbette diğer filmlerden daha zorlayıcı fakat sonuçla ilgilenen izleyicinin tatmin olması zor. Aksiyon yaratma becerisiyle sınıfta kalan yapım peş peşe izlediğimiz Transformers(2007), Quantum of Solace(2008), Star Trek(2009), G.I. Joe: The Rise of Cobra(2009) gibi filmlerin, filmleri kurtarmaya yetmese de nefes kesen sahnelerinin yanında yavaş ve heyecansız kalıyor.
Sinemadan çıkarken kulak misafiri olduğum biri “artık filmler The Matrix’in üzerine yapılıyor” dedi. Fazla iddialı olsa da gerçekçi tarafları olan bu cümle Avatar’ın 10 yaşındaki The Matrix(1999)’e benzerliğini açık ediyor. Neo gibi Jake de hakkında bir şeyler duyduğu Pandora-Matrix evrenine tam anlamıyla isteyerek değil ama şartların sonucu olarak ulaşıyor. İkisi için de “seçilmiş kişi” sözcükleri telaffuz ediliyor. Eğitim alma sırasında Trinity’nin görevini bu kez Neytiri üstleniyor. Neo’ya anlaşma önerip sonra düşman belleyen Agent Smith’in yerinde Quaritch var. Matrix’e-Pandora’ya bağlanma şekillerinin aynılığı aşikâr. İki dünya arasında Neo’nun-Jake’in her seferinde bir öncekinden daha hızlı koşabilmesinden, sonunda o dünyanın en güçlüsü olmalarına varan sayısız benzerlik var.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

2023 - Kalan 6 Ay

Temmuz, on beş ay sonra spor salonlarına döndüğüm ve eğer bir kaza bela olmazsa, nasıl öleceğimi de öğrendiğim ay oldu. Bunun getirdiği duyg...