6 Ağustos 2009 Perşembe

HARRY POTTER AND THE HALF-BLOOD PRINCE by DAVID YATES (2009) *-



Bu ziyadesiyle gecikmiş Melez Prens eleştirisi, fazlasıyla kısa olacak çünkü daha fazla sinirlenmek istemiyorum.

Henüz hala çocuk sayılırken tanıştığım bu çocuk kitapları serisi; benim gibi okumayı sevmeyen nice insana binlerce sayfalık kitaplar okuttu bildiğiniz gibi. İlk filmin yapılacağını duyduğumda çok keskin bir sinemasal ağız tadına sahip olmadığım için “uyarlama konusunda endişelere” sahip değildim. İlk film Chris Columbus’un elinden çıkageldi ve ben büyülendim. Kitabı satır satır filme aldığı için eleştirilen yönetmen ikinci filmi de çekip seriden ayrıldı. İlk iki kitabın çok hoş çocuk kitapları olması gibi, ilk iki film de çok eğlenceli çocuk filmleri olarak hatırlanacak.

Üçüncü film; Children of Men ile daha sonradan yönetmenlik becerisi ile parmak ısırtacak Alfonso Cuaron’a teslim edildi. Sinema duygusu daha yüksek ancak Felsefe Taşı ve Sırlar Odası’na göre daha sıkıcı bir film çıktı karşımıza. Büyü biraz unutulmuş, yetişkinleşirken ana noktaları kaçırılmış bir yarı başarı izledik.

Daha kötüsü, daha sonra geldi. Ateş Kadehi’ni bir romantik komedi işçisine teslim ettiler. Film eğlenceli, sürükleyici ama dördüncü kitabın inanılmaz finalini hissettirmekten çok uzaktı. Sadece o finale hazırlayan ve diğer her şeyi boş veren bir film, elimizdekinden milyonlarca kat daha başarılı olabilirdi. Kimse günlerce zekâsına hayran bırakacak bir büyük filmi, şaşaalı bir balo sahnesine değişmezdi sanırım.

Beşinci filmi İngiltere’nin önemli bir televizyon yönetmeni olan David Yates’e teslim ettiklerinde bütün dünya yeni filmin gerçek bir sinema şöleni olacağından emindi. Ortak görüş; 1000 küsür sayfalık bir post-apokaliptik romanı ancak böylesine güçlü siyasi filmler yönetmiş bir adam 2,5 saatte bize hakkını yemeden izletebilir şeklindeydi. Her yıl olduğu gibi zamanı geldiğinde koltuklarımıza oturduk ve 12 ANGRY MEN’i izledik. Masa başında oturmuş, normal kıyafetler içerisinde büyülerden bahseden bir sürü konuşan kafa. Sıkıntıdan öldük, roman böyle miydi diye düşündük ve başımız önümüzde eve döndük.

Altıncı filmin de aynı adama teslim edildiğini duyduğum anda içimi bir nefret kapladı. Ama altıncı kitap asla o kadar durağan çekilemezdi. Hortkuluklar bulunacak, Hogwards’a büyük bir saldırı düzenlenecek ve serinin en önemli 4 karakterinden biri öldürülecekti, hem de baştan beri iyi mi kötü mü bir türlü anlayamadığımız biri tarafından. Filmin çekimi normalin iki katı sürdü, bekleyiş arttıkça heyecan da arttı. Tek bir sahnedeki özel efekt için 9 ay uğraşıldığı kulağımıza geldi vs.

IMAX’te ilk 12 dakikayı üç boyutlu izlemek için oturduk. Büyük bir aksiyon sahnesi ile başladı film. Büyük dediysem, bir patlama ve bir köprü yıkılışı. Olsun, çok güzeldi. Sonra Harry ve Dumbledore gerçek gibi karşımıza belirdi. Üç boyut ikiye indiğinde ise filmin bütün büyüsü bitti. Tam iki buçuk saat boyunca şirinlik yapmaya çalışan, âşık ergenler izledik. Filmin temposu sanki hiç bitmeyecekmiş gibi acelesizdi. Kahramanlarımız birlikte oturup uzun uzun tart yerken filmin ilk iki saati bitmiş ancak halen baştaki aksiyonun sebebi açıklanmamış, hortkuluk kelimesi bile geçmemiş, ana konuya dair tek kelime edilmemişti. Buna rağmen hala Harry ve Ginny’nin ortasına oturan Ron espiriler yapabiliyorsa; filmin en azından dört saati daha vardır diye düşündüm. Sonraki on dakika içinde şöyle şeyler oldu: Dumbledore sadece kitabı okuyanların anlayacağı bir kaş göz hareketi yaptı. Snape onu öldürdü. Harry, Snape ve diğer okula baskın yapan ölüm yiyenlere meydan okudu. Snape Harry’i yere serdi. Harry, Dumbledore’un bedeni başında yere oturdu ve bütün okul havaya baktı! İşte hepsi bu. Dumbledore’u öldüren adamlar neden Harry’i öldürmedi? Harry yere serilmiş ve okul en sapıtmış ölüm yiyenler tarafından basılmışken nasıl cenazeye geçtik? Harry o bahçeden nasıl kurtuldu? Ölüm yiyenler okuldan nasıl dışarı atıldı? Hiçbiri yok! Şaka mı bu? Yedinci filmde aksiyon sahnesi çok olacağı için bu filme koymak istememişler. Biriyle sevişmek istemiyorsan ondan çocuk sahibi olamazsın! Bütün film boyunca katil kim sorusunu sorup sonunda katili bize göstermeden oyunculara “vay be katil bu muymuş” diye replik okutamazsın. Bir adam karşımızda yanıyor taklidi yaparken ateş göstermezlik edemezsin!

Bunları kitabın iflah olmaz bir hayranı olarak değil, sinemaya 2,5 saatini ayırmış herhangi bir insan evladı olarak yazıyorum. Hayatımda izlediğim en ama en kötü filmdi Harry Potter ve Melez Prens. Sadece kitabı bildiğim için sinirden ekstra kuduruyorum o kadar. David Yates sinema dünyasının en yeteneksiz, en beceriksiz insanıdır. Herhangi bir set çaycısına çay götürmesine bile izin verilmemelidir. Sinema dünyasının nazisi, sinema sanatının en büyük katilidir. Kafası zerre kadar çalışmamakta, sinemada mizansen, oyuncu yönetimi, kadraj konularında da tek kelime bilmemektedir. 7.1 ve 7.2 numaralı Harry Potter filmleri de bu adama teslim edildiğinden Harry Potter serisinin en geç on yıl içinde yeniden çevrimine başlanması gerekecektir. Çünkü en geç 2-3 yıl içinde “biz ne yaptık” diye ağlayacaklar. Toplam hasılatta şimdiden serinin en kötüsü oldu Melez Prens, neden acaba!
Bir de filme adını veren Melez Prens’in kim olduğunu ve filme neden adını verdiğini merak ediyorsanız bunun da filmde olmadığını belirteyim! Ya da şöyle var: 6.His filminde Bruce Willis’in oynadığı karakter mahallenin bakkalı olsun. Film yine bildiğiniz gibi başlasın ve bitsin ama sonunda psikiyatrist değil de film boyunca 1 saniye gördüğümüz bakkal efendi çıkıp “ben aslında ölüyüm” desin. İşte anlatılışı ve etkisi bu kadar!

Bu berbat film eleştirime, Allah David Yates’in belasını versin diyerek son noktayı koymak istiyorum.

Ekleme: "film, kitabın ırzına geçmiş" yorumuna bayıldım. http://www.sinema.com/makale/1-7910/yeni-harry-potter-buyulemiyor

2 yorum:

  1. serkan cok iyi yakalamışsın ve cok dogtu bir tespit:yönetmen facia....

    YanıtlaSil

2023 - Kalan 6 Ay

Temmuz, on beş ay sonra spor salonlarına döndüğüm ve eğer bir kaza bela olmazsa, nasıl öleceğimi de öğrendiğim ay oldu. Bunun getirdiği duyg...