10 Ağustos 2009 Pazartesi

G.I. JOE: THE RISE OF COBRA by STEPHEN SOMMERS (2009) **-


Bu yazın bir diğer mantıksız aksiyon bombası olduğunu tahmin etmenin güç olmadığı ve bunun dışında herhangi bir beklenti ile biletine para harcamayacağınız “Kobra’nın Yükselişi” mantıksız aksiyonun tarzı ile ilgili de ayrımların var olduğunu hatırlattı bana.
Konya’nın tek sineması olan Avşar Kule Site’nin birinci salonunda hayatında ilk kez film izleyen biri de dâhil dört kişilik bir grup halinde filmi izledik. Ben; sevdiğim kişinin yanında olduğum ve “yanlışlıkla” koluna dokunmak gibi küçük ayrıntılardan büyük haz aldığım için ne izleyeceğimi zaten hiç dert etmiyordum ama yine de Van Helsing’i beğenmesem de The Mummy ve The Mummy Returns ile bana güzel aksiyon sahneleri izletmiş bir zanaatkâr olduğundan Stephen Sommers’in seyirciyi sıkmayacağına da gönülden inanıyordum. Öyle de oldu. Konuyla ilgili ufacık bir ipucu verilip aksiyona geçildi.
Birden fazla taraf ve ondan fazla karakter görünce, çorba gibi bir film izleyeceğimi ve hiçbir karakteri tanıtamadan bitecek bir senaryo ile karşı karşıya olduğumu zannettim. Bu konuda yanılmaktan da büyük zevk aldım. Hem dur durak bilmez bir aksiyon izledim hem de geriye dönüşler ile klişe de olsa tadımlık karakter tanıtımları gördüm. Hatta hiçbirinin adını veya şeklini bilmediğim bu kadar çok karakteri, filmin kafamın içine böylesine rahat yerleştirebilmesine hayran kaldım. Çocukken televizyonda gördüğüm ve ailemden istediğim bu Hasbro oyuncakları bütçemiz için her daim pahalı olmuştu ve Migros’ta Try Me yazan kutu açıklığından parmağımı uzatıp söyleyebildikleri tek kelimeyi duymak dışında onlarla oynayabilmişliğim yoktu. Joe’lara bu kadar uzaktım yani ama yine de hepsini sevdim ve onlar kendi aralarında oynarken hiç sıkılmadım, bir yere kadar.
Paris sokaklarını The Mummy Returns’ün Mısır’daki kovalamaca sahnelerine dönüştüren muhteşem sekansın başlaması ile artık kendimi iyice iyi hissetmeye başlamıştım. Eiffel kulesi büyük tehdit altındaydı, giydikleri kostümler ile Transformers tarzı robotlara dönüşmüş iki asker düşe kalka hızla giden bir aracı yakalamaya çalışırken önlerine çıkan her şey Terminator: Rise of the Machines’teki gibi yerle bir oluyordu. Hem mizah dozu mükemmel ayarlanmıştı hem koreografisi estetikti hem de çok iyi çekilmişti. Eğer filmin ortasındaki aksiyon sekansı böyleyse finalde kendimden geçeceğim herhalde diyip yanımdakinin koluna bir kez daha dokundum. Bu noktadan itibaren ise filmin rengi değişti ne yazık ki. O ana kadar uzak doğu dövüş sanatlarını, silahları, ileri teknoloji ürünü gerçek dışı aletleri kullanarak yapılan yakın dövüşlerin ve bireysel aksiyonun yerini bir tür Star Wars aksiyonu aldı. Buzulların altında çeşitli gemilerin birbirine ateş etmeye başladığı çizgi filmden hallice ve bitmek bilmeyen bir final izledik. Takip etmenin zor olduğu, gürültülü ve çok sıkıcı bir özel efekt çorlamasıydı, keşke olmasaydı.
Politik yönünden ve Amerikan propagandası yapmasından da yakınmamı bekliyorsanız, unutun gitsin. Bütün eleştirmenler onları anlatıyor zaten. Eğer biz Türklerin böyle bir film yapabilecek gücü olsa içinde sucuktan likit yumurtaya, kapta mısırdan başörtüsüne her türlü bize ait öğeyi izlerdik. Biz yapamıyoruz diye onların yapmasına bok atmayalım. Karşımızdakini sadece bir eğlence olarak görelim.
Son söz: Gidin!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

2023 - Kalan 6 Ay

Temmuz, on beş ay sonra spor salonlarına döndüğüm ve eğer bir kaza bela olmazsa, nasıl öleceğimi de öğrendiğim ay oldu. Bunun getirdiği duyg...