Pazartesi akşamı resmi tatil günüydü Bahoz’un. Genellikle iyi değerlendirmeye çalışır ancak beceremezdi.
İstilaya üç pazartesi kalmışken, o gün de aynıydı motivasyonu. Voleybolcu yedek kulübesinde, Hataylı kalbinde, Hostes yoldaydı. Kalbindeki gerçeğe dönüşmediğinden diğer ikisini
de iptal edip dostane duygularla avunmaya karar verdi ancak ulaşamadı.
Çok geçmeden Hostes
kapıda belirdi. Bahoz’un rahatsız
edici bulduğunu dile getirdiği bir giysi vardı üzerinde. Japonya’dan alınalı
yirmi dört saat olmuştu ve Bahoz’un
zihnindeki Metropol’e uygun değildi.
Hostes gerginliği ıslak dudaklarıyla
yumuşatmaya çalışsa da başaramadı. Yürümeye başladılar. Bahoz aksayan ayağıyla normal adım gidemezken, Hostes’in koşası tuttu. Ritim bozuldu aralarında, Hostes uzaklaştı. Arkasından bakakalan Bahoz’un gördüğü manzara, bir daha
görmek istemeyeceği türdendi ve o an bu iyi niyetli yaratığı hayatından
çıkarmaya karar verdi. Amerika’da olsa yenmeyecek, Metropol’de görünce sevinilen türden bir akşam yemeği yediler. Bahoz ne etlere ne de sigaraya eşlik
etti, Arı Kovanı’na döndüler. Sinema Salonu kapılarını bir kez daha
açtı; biri de bir, bini de bir hesabı. Kutsallığı kırk sekiz saat önce
bozulmuştu ne de olsa. Loş ışıkta Hostes’in
iyi dediği bir film izlediler. 21.00 seansıydı. Bahoz uzak tutmaya çalıştıkça kendini, Hostes dokunma yüzeyini artırdı. Ne ağzının tadını seviyordu artık Bahoz, ne de teninin yumuşaklığını. Sabırla
seansın bitişini bekledi. Sabır ve gerginlik içinde. Kalkalım dememek için zor
tuttu kendini. Film bitti, ışıklar yandı.
Hostes bir kez
daha dudaklarına yapıştı Bahoz’un.
Dilini ağzına sokup şehvetle boynunu büktü. İstemedi Bahoz, on saniyeden fazla dayanamadı, bahaneler eşliğinde ayrıldı
yanından. İyice emindi artık, Hostes’le
olmayacaktı. Nanoteknoloji sayesinde uzun yıllar teninde hissetmeye devam
edecekti elbette onu ancak bir kez daha yan yana gelmeye tahammülü yoktu.
Hataylı hala
aramamıştı. İletişim Kanalı’na
bağlandı Bahoz, karşısında buldu,
yazdı, cevap alamadı. Sahte bir kimlik üretip yazdı, anında yanıtlandı. İki
kimliğiyle aynı anda saldırıya geçti ve cahil Hataylı çok geçmeden hata yaptı. Sahte Uzaylı’ya yazdığı cümleleri Bahoz’a
yolladı. Kalitesiz, aşağılık cümleler. Bahoz
üzüldü. Köyden yarın geldim diyen bu cahiliyet sertifikasının temiz olduğunu
zannetmiş, yanıldığını görmüştü çünkü. Hataylı’nın
da tek istediği, diğer Metropol
Uzaylıları gibi mükemmel bir bedendi. Bahoz
bir yandan kendini eksik hissederken diğer yandan sevindi. Evet, bedeni
istediği gibi olsaydı Hataylı o an kollarında
olurdu. Peki, ne zamana kadar? Daha güzel bir vücut bulana ya da ondan sıkılana
dek elbette. Ülkenin o şehrinde büyüyenlere güvenmemesi gerektiğini beş yıl
kadar önce öğrenmişti aslında, şaşılacak bir durum yoktu ortada. Kalbi biraz
kırıldı, inkâr edemezdi bunu, bir ihtimal daha suya düşüp derinlere gömülmüştü
işte, bu da rahatlamak anlamındaydı. Bu sayfa da böyle kapandı.
Aynı akşam hem Hostes
hem de Hataylı çıkmış oldu
hayatından. Mor Telefon’un
parladığını gördü. Hattın diğer ucunda Katip
vardı. “İşte bu” dedi. Bin kilometre
uzaktan, tam söylemek gerekirse 1511, onu düşünüyordu işte. Akşam saatlerinde
sesi Sinema Salonu’nu doldurmuştu
teknoloji sağ olsun, iki şarkıyla Bahoz’u
mutlu etmişti ve şimdi de aklı ondaydı işte.
Altı saat elli dört dakikalık kesintisiz bir uyku çekti Bahoz sonra. Keşke kesilseydi diye
düşündü uyanınca. Kâbusunda, en iyi dostu Hostes’le
tanışıyordu ve yalnızlık onu kapı arkasına hapsediyordu.