31 Aralık 2011 Cumartesi

FİLMLERİM.COM YAZARLARI SEÇTİ: 2011'İN EN İYİ YERLİ FİLMLERİ

2011 yılıyla ilgili film listeleri bir bir açıklanırken biz de Filmlerim.com yazarları olarak "En İyi 10 Yerli Film" listelerimizi yayınladık. Yıl boyu çok az yerli film gördüğümden, "Simurg" adlı haber bülteni kesitinden hallice belgesel bile listeme girebildi. "Nar" dahil merak edip de izleyemediğim onca filme rağmen "Bir Zamanlar Anadolu'da" ve "Eylül" gibi iki çok iyi yerli yapımı görebilmiş olmaktan mutluyum.


1. Bir Zamanlar Anadolu'da
2. Eylül
3. Vücut
4. Bizim Büyük Çaresizliğimiz
5. Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi
6. Türk Pasaportu
7. Gelecek Uzun Sürer
8. Memleket Meselesi
9. Eyyvah Eyvah 2
10.Simurg

Diğer yazarların listeleri için buraya tıklayın.

30 Aralık 2011 Cuma

DEXTER – 6.SEZON


Dexter'ın altıncı sezonu Harrison'ın ana sınıfına başlaması ya da polis karakterlerin terfii gibi zamanın geçtiğini belirtir değişikliklerin yani sıra yeni karakterlerin tanıtımı ve oyalayıcı ufak cinayetlerle başlıyor. Bildiğimiz evlere, karakola, cinayet mahallerine dönmeden önce ana kahramana sahada futbol oynatarak ya da lisedeki sınıfında ayaküstü seks yaptırarak mekân zenginliği yaratmaya çalışılıyor.

Altıncı sezonun teması din. Dexter’ın oğlunu Katolik bir eğitim kurumuna vermesiyle başlayan Tanrı üzerine düşünme durumu inanç, yaşlılık ve ölüm gibi başlıklar etrafında toplanıyor. Dakikada üç kez “Tanrı” kelimesinin geçtiği sezonda bildiğimiz dizi evreninin her köşesine başarıyla yerleştirilmiş simgelere rastlıyoruz.

“Doomsday Killer(DDK) - Kıyamet Günü Katili(KGK)” davasının şekillenmesiyle beraber karşımıza iki kötü adam konuyor. Biri Tom Hanks’in 34 yaşındaki oğlu Colin Hanks’in canlandırdığı Travis Marshall, diğeri Oscar adayı Edward James Olmos’ın oynadığı Profesör James Gellar. Yeni sezonda iç sesi hepten azalan Dexter’ın girdiği inanç sorgulaması yolunda katalizör görevi gören ise eski mahkûm yeni dindar The Good Shepard-Brother Sam oluyor. Ünlü Hip-hop şarkıcısı Mos Def’in katkısına rağmen ağır aksak ilerleyen altıncı sezon yeterince güçlü olmadığı için 7.bölümde The Ice Truck Killer-Buz Kamyonlu Katil ve The Trinity Killer-Üçlemeci hortluyor. Dexter’ın peşini bırakmayan babası Harry sağduyuyu yansıtırken, uzun zamandır görmediğimiz kadar duygusuz olmasını sağlayan ölü erkek kardeşe bu bölüm için minnet borçlanıyoruz.

Dokuzuncu bölümün sonuna dek homurdanmamızı durduramayan dizi burada ilk şoku yaşatıyor. Her ne kadar bayatlayan bir numarayla suni heyecan pompalanmış olsa da renksiz sezona hareket geliyor.

Rita’nın ölümü, Astor ve Cody’nin diziden çıkmaları derken Jennifer Carpenter’ın oynadığı Debra'nın ekran süresi artıyor ve ikinci başrol oluyor. Dexter'in sadece bir kez seviştiği altıncı sezonda katiller de heyecanlandırmaktan uzak kalınca on birinci bölümde psikiyatristin yaptığı açılım kurtarıcı oluyor. Bu ölü sezonun ardından diziyi izlemeye devam etmek için umut veren yegâne gelişme bu.

Sonuç olarak Dexter altıncı sezonda dibe vuruyor. Baştan savma uygulanan formül bu kez tepkime vermiyor. Dizideki roman okuyor lezzeti geçen sezon kaybolmuştu. Bu sefer de 2012-Maya takvimi-dünyanın sonu gibi popüler konulara temas etse de dizinin entrikası cılız seyrediyor. “Bir yıl nasıl bekleyeceğim” dedirtmeden bitiyor.

2011 ARALIK TÜRKİYE VİZYON FİLMLERİ – 5.HAFTA

Yılın son cuması altı yeni film gösterime giriyor. Filmekimi'nde karşımıza çıkan Miranda July'nin ikinci filmi "The Future/Gelecek"i saymazsak "La Piel Que Habito/İçinde Yaşadığım Deri" haftanın tek önemli filmi. Ayın, belki de yılın en iyilerinden biri. Sadece İstanbul ve Ankara'da bir salonda gösterime giriyor oluşu ise üzücü. Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.


LA PIEL QUE HABITO – pedro almodovar 30.12
THE FUTURE – miranda july 30.12
NEW YEAR’S EVE – gary marshall 30.12
ABDUCTION – john singleton 30.12
THE NUTCRACKER IN 3D – andrey konchalovskiy 30.12
HJEM TIL JUL – bent hamer 30.12

2011 ÖZET


Geçen yılın son günleri, bu yılın son günlerinde olduğu gibi Dexter izleyerek geçmişti. “Paralel evren” nedeniyle gönülden bağlandığım Türk dizisi “Önce Vatan” yılbaşından bir gün önce yayından kaldırılmış, yeni yıla girmeden yaptığım son ilkler Erzurum Cağ Kebabı yemek ve nar suyu içmek olmuştu. Pringles çitleyerek televizyon başında geçirdiğim berbat 31 Aralık’ın ardından 2011’in ilk günü dört sevdiğim arkadaşla geçmişti.

Yeni yılın ilk ev sineması filmi “The Town/Hırsızlar Şehri” spor hayatımın 29.haftasının son gününe denk geldi. Annemin hastane macerasının ardından askeriyedeki son günlerimin kusursuz olması için yaşadığım kendi hastane maceram gerçekleşti. Tıp Fakültesi diplomamı elime aldıktan bir hafta sonra yaşadığım taşra kentinin bir numaralı hastanesiyle hayatımın anlaşmasını imzaladım. O zamanlar küçük kardeşim gibi sevdiğim ilk insan hala ilgimi çekebiliyordu ve beraber “Eyyvah Eyvah 2”ye gitmek gibi şeyler yapıyorduk.

Bol bol gezmeye başladım sonra. Kahvaltıyı Adana’da acemilikten arkadaşımla, akşam kahvesi keyfini Tuz Gölü’nde güneşin batışıyla yapabiliyordum. Ocak ayı bitmeden “Samsun Ekibi” dâhil sürüyle özlediğim insanı yeniden gördüm. Hayatımda ilk kez basın gösterimine gittim. “Bucket List”imden askeriye ile ilgili maddeyi hallettim. Devlet memurluğundan istifa ettim. “Yeryüzü Cenneti”mi tarihe gömdüm. Bir amcam daha öldü. Oscar töreni yapıldı. “6mart” ile tanıştım. Yıllar sonra mektup yazdım. Cezaevi gördüm. Blogum patladı. Filmlerim.com’da yazmaya başladım. One Night Stand delisi oldum. Mersin’den bir kez daha nefret ettim. Hasankeyf’i gördüm. Kaburga Dolması yedim. Tiyatro-sevmeyeçalışır oldum. “Isparta”yı gördüm. Yoğun bakım kapılarında ağladım. iPad 2 aldım. Osmaniye’yi gördüm. Dokuz yıl sonra bilgisayarımı değiştirdim. İlk Marc Jacobs pantolonumu aldım. Yıllar sonra gözlüğümü değiştirdim. Yıllar sonra modemimi değiştirdim. Bir sürü şey satın aldım. Evet, evet çok sıkıcı: Para kazandım-para harcadım. Aman ne önemli.


Temmuz ayını Ankara’da geçirdim. Anneannem öldüğünden beri ilk kez orada o kadar vakit geçirdim. Kendimle yüzleştim. Ahlaksızlık, kapitalizm, zevk odaklı yaşamın parçası oldum. Lükse düştüm. Alkolü azalttım. Dumandan kaçtım. Sağlıklı yaşam hastası oldum. Solaryumu abarttım. Pahalı restoran kovaladım. Filtre kahve için çayı sattım. Kozmetiğe merak saldım. Bir lise arkadaşımla ilişkimi bitirdim. Birilerine biraz daha borç verdim. Söze gittim. Yirmi altı gün oruç tuttum. Nişana gittim. Saklayacak büyük bir sır daha edindim. Spora gittim. Bir iki kişinin daha içine düştüm. Bir lise arkadaşımla daha ilişkimi bitirdim. Pahalı hediyeler aldım. Altın Koza’dan muhabirlik yaptım. Tekneyle boğazda gezdim. Teleferiğe bindim. Taksim Gezi Parkı’nda taciz edildim. Filmekimi’ne katıldım. Bienal gezdim. Sosyal medya fenomeni(!) gördüm. Secure Drive kullandım. Sevdiğim birinin benim için çok para verip çaldırdığı şarkıları uzaklardan dinledim. Arabada sangria yaptım. “Isparta”yı gördüm.

Kimseye âşık olmadım. Kimseyi çok özlemedim. Kimsenin peşinden gitmedim. Duygusallığım törpülendi. İnsan sevgim azaldı. Fedakârlığım baskılandı. Haz, her konuda toplumsal ve dini değerlerimin ötesine geçti. Robotlaştım.

Zihnim yavaşladı. Hücrelerim yaşlandı. Bir yıl daha sona erdi.

Everything. Everyone. Everywhere. Ends.

Her şey. Herkes. Her yer. Biter.

2011 DİZİ İSTATİSTİKLERİ

2011 yılında 14 farklı diziden 182 bölüm izledim. Bu, son 7 yılın en düşük rakamı. Üstelik en düşük yıldan %40 daha az.

İzlediğim diziler: Glee, The Simpsons, Spartacus, Desperate Housewives, True Blood, Mildred Pierce, Fringe, Dexter, House, Star Wars: The Clone Wars, Breaking Bad, Game of Thrones, The Walking Dead, Grey’s Anatomy.

2010 İstatistikleri

27 Aralık 2011 Salı

2011 YILINDA EN ÇOK…


Dalga geçtiğim: Aptallar
Müptelası olduğum: Alışveriş
Elde patlayan teknoloji: iPhone 4S
Bezdiğim: Özel sektör
Sıkılarak izlediğim: House
Arabada günlerce dinlediğim: Ümit Sayın
Mutlu olduğum yer: Beşevler Starbucks
Daraldığım yer: Megapark
Beni üzen: Askerliğin bitmesi, Kahramanmaraş’a yerleşmek
Beni gururlandıran: Filmlerim.com’da yayınlanan yazılarım
Köşe yazılarını beğendiğim: Hiç kimse
Özlediğim dizi: Sex and the City ve Nip/Tuck
Ayrılırken üzüldüğüm: Hiçbir yer
Severken soğuduğum: Sinema salonları
İmrendiğim: Hiç kimse
Büyülendiğim manzara: Nemrut
Gitmek istediğim ve gidemediğim: Sevdiğim arkadaşlarımın düğünleri
Her gün yediğim gıda: Uno Çok Tahıllı ve Nutella
En çok içtiğim: Tchibo kahveleri ve Starbucks Chai Tea Latte
Ruhumu sakinleştiren: Metroda Nazan Öncel dinlemek
Hiç özlemediğim: İlişkimi kopardığım iki lise arkadaşım
Aldığım en büyük karar: Kahramanmaraş’a yerleşmek
En büyük pişmanlığım: Az sayıda film izlemek

2010 İstatistikleri

2009 İstatistikleri

2011 YILSONU İSTATİSTİKLERİ: GEZİLER

2011 yılında önceki seneye göre biraz daha evde oturdum.

Türkiye’nin 13 farklı ilini toplamda 70’ten fazla kez ziyaret ettim. Bu iller Adana, Ankara, Bolu, İstanbul, Konya, Kahramanmaraş, Gaziantep, Mersin, Diyarbakır, Mardin, Batman, Adıyaman ve Osmaniye idi.

Ayrıca bu şehirlerin merkezleri dışında Abant, Kadınhanı, Kolukısa, Mezitli, Midyat, Hasankeyf, Kâhta ve Kadirli gibi ilçe ve kasabalarda bulundum.

2010 İstatistikleri

2009 İstatistikleri

26 Aralık 2011 Pazartesi

MISSION: IMPOSSIBLE - GHOST PROTOCOL (2011) by BRAD BIRD **


Pixar Animasyon Stüdyosu'nun iki Oscar'lı dâhisi Brad Bird daha önce Brian De Palma, John Woo ve J.J. Abrams'ın yönetmenlik yaptığı serinin yeni filminin başındaki isim. "The Incredibles/İnanılmaz Aile" ve "Ratatouille/Ratatuy" ile kendini ispat eden Bird'ün gerçek oyuncularla çektiği ilk kurmaca filmin reji açısından problemsiz olduğunu söylemek mümkün olsa da türün izlediğimiz birinci sınıf örnekleri yanında "Ghost Protocol" eski usul kalıyor.

"Mission: Impossible - Ghost Protocol/Görevimiz Tehlike 4" filmini IMAX perdesinde deneyimleyip Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.

2011 ARALIK TÜRKİYE VİZYON FİLMLERİ – 4.HAFTA

Aralık ayının dördüncü cuması üçü yerli beş yeni yapım vizyona girdi. Yeni "Görevimiz Tehlike" filmi ve Ümit Ünal'ın "Nar"ı öne çıkanlar. Haftanın filmlerini, son anda sadece İstanbul'da tek salonda gösterime sokulan "Ünye de Fatsa Arası" hariç, Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.


MISSION: IMPOSSIBLE – GHOST PROTOCOL - brad bird 23.12
LABİRENT – tolga örnek 23.12
NAR – ümit ünal 23.12
SHARK NIGHT 3D – david r. ellis 23.12
ÜNYE DE FATSA ARASI - esra alkan 23.12

21 Aralık 2011 Çarşamba

HUGO (2011) by MARTIN SCORSESE **


1930’ların Paris'inde, on iki yaşındaki kimsesiz çocuk Hugo Cabret, tren istasyonunun duvarları ardında yaşamaktadır. Gün boyu binanın dört bir yanındaki saatleri ayarlamayı kendine görev bilen Hugo, bir taraftan da çaldığı mekanik parçalarla babasının bıraktığı otomatonu tamire uğraşmaktadır. Yine bir gün, istasyondaki oyuncakçıdan kurmalı fare çalmaya çalışırken huysuz ihtiyar dükkan sahibi onu yakalar. Ceplerini boşaltmasını ister. Çocuğun otomatonu tamir etmek için ihtiyacı olan defteri de zorla alan adamın bu sahnedeki inadı filmin sarkmasına neden olur ve seyir keyfi kaçar.

"Hugo" Martin Scorsese'nin ilk üç boyutlu filmi. Açılış sahnesinde uçan kamerasıyla nesnelerin arasından geçerek çok uzaklardan istasyonda saklanan çocuğa ulaşıyor yönetmen. 3D teknolojisinin oyuncaklarını en baştan önümüze seriyor, afili sahnelerin yoğunluğu açılışın ardından azalarak bitiyor. Uzun süre diyalogsuz ilerleyen filmde oyuncakçı Georges'un Hugo'yu yakaladığı sahne o kadar uzuyor, çocuğun adamı evine kadar takibiyle birlikte öyle sarkıyor ki; filmden kopmamak imkânsız. İlk perde Hugo'nun sağda solda dolaşmasıyla, babasının bıraktığı otomatonu tamir çabasıyla geçiyor. İstasyondaki işlevsiz karakterlerin geçit töreniyle süre uzuyor da uzuyor. Hepsi, babasından bir mesaj vereceğini düşündüğü mekanik kuklanın çalıştığı ana dek vakit doldurmak için.

Hikâyeye göre; tek sahnede gördüğümüz, Jude Law'ın oynadığı baba otomatonu müzeden alıyor ve aniden yangında ölüyor. İçine mesaj saklayacak vakti ne zaman bulduğu muamma. Babanın mesaj saklama niyeti olmadığını, çocuğun olayı öyle görmek istediğini düşünerek buna takılmasak bile kurmalı aletin tam sayfa karakalem resim çizdiği sihirli(!) sahne akıllara zarar. Yıllardır tamir edilmeyi bekleyen alet son derece gelişmiş robot koluyla Georges Méliès filmi "Le Voyage Dans la Lune/Aya Yolculuk"un unutulmaz gözüne roket girmiş ay imajını çiziyor, altına ad-soyad tam imza atıyor. Böylece Hugo ve oyuncakçıyı George baba olarak tanıyan diğer yetim Isabelle, istasyondaki huysuz adamın sırrını öğrenmiş oluyor. O, beş yüze yakın film çekmiş, sinema tarihinin en önemli isimlerinden Georges Méliès. Filmde bunun açığa çıkması bir saatten uzun sürüyor. Demek ki ilk yarının dinamiği bu sır üzerine kurulu. Peki, öyleyse neden tüm yazılı ve görsel medya bu spoilerı yüksek sesle dile getiriyor?

Sırrın film karakterleri için de açığa çıkmasıyla zaten bilen seyirci için eğlence (halen sıkıntıdan ölmedilerse) nihayet başlıyor. Ben Kingsley'in bedeninde hayat bulan Georges Méliès'in sihirbazlıktan sinemaya uzanan yolculuğu, dönemi için icat sayılacak uygulamaları, özel efekt ve kurgu girişimleri sinema aşıklarını mutlu etmek için yeniden canlandırılıyor. Sonunda da bu başarısız omurganın sinema filmi olarak hatırlanması adına katharsis numaralarına başvuruluyor ve 2011 model Scorsese işkencesi seyirciyi ağlatarak bitiyor.

Martin Scorsese'nin yaşayan en büyük yönetmenlerden biri olduğunun bilincindeyim. Sinema tarihi boyunca başardığı işler önünde saygıyla eğilebilirim. Sinema sanatının atalarından Georges Méliès'in hayatı üzerine film çekmesi de çok hoş görünüp Akademi’yi ve bu sanata tapanları mest edebilir. Ne yazık ki ortaya çıkan sonuç, ne Scorsese adına yakışıyor ne de Méliès. “Shutter Island/Zindan Adası” için de aynı şeyleri düşünmüştüm, “The Aviator/Göklerin Hâkimi” için de. “The Departed/Köstebek” suyunun suyuydu Scorsese külliyatının, “Gangs of New York/New York Çeteleri” de. Benim için Scorsese 1999 senesinde çektiği “Bringing Out the Dead/Yaşamın Kıyısında” ile bitti. O muhteşem filmden beri hep eski performansına rahmet okutuyor.

Sanat yönetimi, yapım tasarımı, kostümleri, müziği, 3D efektleri birinci sınıf da olsa “Hugo”; baştan savma uyduruk ve dağınık senaryosu, başroldeki çocuğun yeteneksizliği ve Martin Scorsese’nin düşük performansıyla “iyi” kelimesinden çok uzaklarda.

19 Aralık 2011 Pazartesi

CARNAGE (2011) by ROMAN POLANSKI ***


Roman Polanski’nin Yasmina Reza’nın “Le Dieu du Carnage” adlı oyunundan yazarla birlikte uyarladığı "Carnage/Acımasız Tanrı" filminin eleştirisini Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.

16 Aralık 2011 Cuma

LE GAMIN AU VELO (2011) by JEAN-PIERRE DARDENNE – LUC DARDENNE ***-


Dardenne kardeşlerin Cannes Film Festivali'nde Jüri Büyük Ödülü kazanmış filmleri "Bisikletli Çocuk"u Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.

2011 ARALIK TÜRKİYE VİZYON FİLMLERİ – 3.HAFTA

Aralık ayının üçüncü cuması yine film enflasyonu yaşanıyor. Gösterime giren sekiz filmden öne çıkan ikisi Dardenne kardeşlerden "Bisikletli Çocuk" ve Roman Polanski'den "Acımasız Tanrı". İkisi de mutlaka izlenmeli. Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.


SHERLOCK HOLMES: A GAME OF SHADOWS – guy ritchie 16.12
ALVIN AND THE CHIPMUNKS: CHIP-WRECKED – mike mitchell 16.12
MA PART DU GATEAU – cedric klapisch 16.12
CARNAGE – roman polanski 16.12
AŞK VE DEVRİM – f. serkan acar 16.12
SÜMELA’NIN ŞİFRESİ: TEMEL – adem kılıç 16.12
MICROPHONE – AHMAD ABDALLA 16.12
LE GAMIN AU VELO – jean-pierre dardenne – luc dardenne 16.12

10 Aralık 2011 Cumartesi

ARTIK HİÇ DERDİM YOK


“İkinci hayatımın aşkı”nı yedi ve sekizinci kez gördüm.

“02 Haziran 2009 Konya. 226 gün sonra görmüştüm seni.
28 Ekim 2009 Ankara.
26 Kasım 2009 Adana.
22 Nisan 2011 Adıyaman. 512 gün sonra.”

Böyle yazmıştım son görüşmemizin ardından. 210 gün daha geçti.

18 Kasım 2011 Gaziantep.
19 Kasım 2011 Kahramanmaraş.

Bu tarihler eklendi ortak kişisel geçmişimize. Bu sefer ayılıp bayılmadım. Ardından ağlamadım. Günlerce yas tutmadım. İki eski dost buluşmuşuz gibi geldi. Şaşırdım.

Değişen bir şey yok gibiydi. Yine aylar geçmişti son görüşmemizin üzerinden. Yedi ay. Yine imkânsızlıklar içinde buluşmuştuk. Herkesten gizli. Yine farklı bir şehirde görüşmüştük. İstemeden adet edindiğimiz üzere. Sekiz görüşme, sekiz farklı kent. Ama bu kez aynı hisler yoktu. Ben, itiraf etmeliyim ki; hiçbir şey hissetmedim.

Bloga seksen iki gün boyunca kişisel yazı yazmadım. Bunu senin gelişin bile değiştirmedi. Ağlak ağıtlar döktüremedin. Sebebine baktım. Ne göreyim. Artık hiç derdim yok. Dertlerim var ama hiçbiri bana ait değil. Güncel yüklerimin her biri, başkaları menşeili.

Paramın dertleri. Mutsuz annemin dertleri. Paranın dertleri. Mutsuz ablamın dertleri. Parasının dertleri. Evlenen arkadaşlarımın dertleri. Paramızın dertleri. Ekmek kavgasındaki ilaç sektörü çalışanlarının dertleri. Paranızın dertleri. Hasta olan kaza geçiren insanların dertleri. Paralarının dertleri…

Para ne ara hepimizi ele geçirdi.

Yıllar sonra bir cinsel hayatım oldu diyordum, o da para meselesine bitti.

Artık hiç derdim yok gibi hissediyorum. Hep başkalarının dertleri var, sırtıma yükledikleri.

Fotoğraf: Kutluğ Ataman'ın bir çalışması.

6 Aralık 2011 Salı

2011 ARALIK TÜRKİYE VİZYON FİLMLERİ – 2.HAFTA

Üçü yerli yapım, altı yeni film gösterime giriyor yine bu hafta. Aralarında önerebileceğim yok. Hiç birini izlemek için vakit harcamak istemem. Yalnız "Moneyball/Kazanma Sanatı" yönetmeni için ilgiyi hak ediyor. İlla sinemaya gidilecekse tercihiniz o olmalı. Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.


MONEYBALL – bennett miller 09.12
JANE EYRE – cary fukunaga 09.12
I RYMDEN FINNS INGA KANSLOR – andreas öhman 09.12
AY BÜYÜRKEN UYUYAMAM – şerif gören 09.12
İZ(REÇ) – m.tayfur aydın 09.12
YANGIN VAR – murat saraçoğlu 09.12

3 Aralık 2011 Cumartesi

KENDİ HAYATIMA YETİŞEMİYORUM

On iki saat kala yatağa giriyorum. Bir saat kala uyanıp hazırlanıyorum. Yirmi dört saat boyunca elimde olsa suratına sıçmayacağım insanlarla muhatap oluyorum. Dinliyorum. Cevap veriyorum. Çözüm üretiyorum. Koşturuyorum. Eve dönüyorum. Bir saat boyunca temizleniyorum, besleniyorum. Yatağa giriyorum. Dinlenmeye çalışıyorum. En az on saatimi alıyor. Kırk sekiz saat geçmiş oluyor. Ayda beş kez oluyor bu. İki yüz kırk saat ediyor. Net on gün böyle gidiyor. Beş kez de başkalarının işini kolaylaştırmaya gitmem gerekiyor. Bir saat kala hazırlanıyorum. Yedi saat sürüyor. Bir saat temizleniyorum. Dokuz saat ediyor. Ayda beş kez yapıyorum. Net kırk beş saat ediyor. İki güne yakın. On iki gün böyle gidiyor.

Ayda on beş gün spor yapıyorum. Bir saat kala hazırlanıyorum. İki saat sürüyor. Bir saat temizleniyorum. Altmış saat ediyor. İki buçuk gün ediyor. On dört buçuk gün ediyor. Net.

İş öncesi-sonrası olmayan on gün, günde sekiz saat uyuyorum. Seksen saat ediyor. Ayda yirmi gün ikişer saat radyo dinliyorum. Kırk saat ediyor. Yüz yirmi saat ediyor. Beş gün ediyor. On dokuz buçuk gün ediyor.

Haftada en az iki yazı hazırlıyorum gönül verdiğim siteye. Ayda sekiz ediyor. Ortalama üç saat sürüyor. Yirmi dört saat ediyor. Bir gün ediyor. Yirmi buçuk gün ediyor.

Her hafta tiyatroya gidiyorum. Gitmemiz ve başlaması bir saat sürüyor. Oyun ortalama iki saat sürüyor. Dönüp ev haline geçmemiz yarım saat. Üç buçuk saat ediyor. Ayda on dört saat ediyor. Yarım gün. Yirmi bir gün.

Kalan dokuz günde yemek yiyor, çay içiyor, telefona bakıyor, haber okuyor, kitap okuyor, dergi okuyor, film izliyor, dizi izliyor, internete giriyor, yaşadığım evin ihtiyaçlarını karşılıyor ve her hıyarım var diyenin tuzlukla yetişmemi beklemesine defans geliştirmekle uğraşıyorum.

29 Kasım 2011 Salı

2011 ARALIK TÜRKİYE VİZYON FİLMLERİ – 1.HAFTA

Üçü yerli altı yeni filmin gösterime girdiği 2 Aralık haftasında öne çıkan isim Martin Scorsese ve filmi "Hugo". Bizden çıkan filmlerin ikisinin ortak kelimesi "Ege". Yine oyuncu olmayan yığınla ismi oynamaya çalışırken göreceğiz. Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.


HUGO – martın scorsese 02.12
ARTHUR CHRISTMAS – sarah smith 02.12
ENTELKÖY EFEKÖY’E KARŞI – yüksel aksu 02.12
SEEKING JUSTICE – roger donaldson 02.12
MAVİ PANSİYON – nezih ünen 02.12
MUSALLAT 2: LANET – alper mestçi 02.12

26 Kasım 2011 Cumartesi

2011 KASIM TÜRKİYE VİZYON FİLMLERİ – 4.HAFTA

25 Kasım 2011 Cuma günü gösterime giren 5 yeni filmi Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.


A DANGEROUS METHOD – david cronenberg 25.11
THE TREE OF LIFE – terrence malick 25.11
THE IDES OF MARCH – george clooney 25.11
DEDEMİN İNSANLARI – çağan ırmak 25.11
THE HOLE – joe dante 25.11

22 Kasım 2011 Salı

THE TWILIGHT SAGA: BREAKING DAWN – PART 1 (2011) by BILL CONDON **


“Alacakaranlık Efsanesi: Şafak Vakti Bölüm 1” ilk filmin ardından serinin en iyisi ve ikinci bölüm için de ümit veriyor. “Harry Potter” serisinin sekiz filminde de yüzümüzün gülmediğini düşünürsek, “Alacakaranlık”ın kabul edilebilir bir finalle veda edeceğini görmek sevindirici.

“The Twilight Saga: Breaking Dawn – Part 1/Alacakaranlık Efsanesi: Şafak Vakti Bölüm 1” filminin eleştirisini de içeren "Alacakaranlık" dosyasını Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.

20 Kasım 2011 Pazar

CELAL TAN VE AİLESİNİN AŞIRI ACIKLI HİKÂYESİ (2011) by ONUR ÜNLÜ **


"Onur Ünlü yeni nesil Türk sinemasının en özgün kalemlerinden biri. Ne seyirci için ne de propaganda uğruna film çekiyor, hayallerini gerçekleştiriyor, o kadar. Seven de çıkacaktır, nefret eden de onu ama benim filmden sonra hissettiğim şey; Onur Ünlü’nün Aki Kaurismaki sineması ile özel bir bağı olduğu yönünde oldu."

Ödüllü Türk filmini Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.

18 Kasım 2011 Cuma

2011 KASIM TÜRKİYE VİZYON FİLMLERİ – 3.HAFTA

Kasım ayının üçüncü haftası üç yeni film gösterime giriyor. İzleyiciler "Alacakaranlık" serisinin yeni filmi ile ödüllü "Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi" arasında bölünecekler. Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.


CELAL TAN AİLESİNİN AŞIRI ACIKLI HİKÂYESİ – onur ünlü 18.11
MARGIN CALL – j.c. chandor 18.11
THE TWILIGHT SAGA: BREAKING DAWN – PART 1 – bill condon 18.11

16 Kasım 2011 Çarşamba

IMMORTALS (2011) by TARSEM SINGH **-


"Gösterime girdiği hafta sonu 32 milyon dolar Amerika hasılatıyla zirveye oturan film yönetmenin en büyük gişe başarısı olacak gibi dursa da, kılıç şıkırtılı sandalet filmlerine yaklaşıp seyirci kitlesini genişletmek uğruna ödün vermiş bir yarım başarı olarak hatırlanacak."

Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.

11 Kasım 2011 Cuma

GELECEK UZUN SÜRER (2011) by ÖZCAN ALPER *-


“Jafar Panahi&Mohammad Rasoulof için özgürlük” logosuyla açılan film hemen ardından İtalyan şair-yazar Cesare Pavese’nin “Savaş bir gün biterse kendimize şunu sormalıyız: Peki ya ölüleri ne yapacağız, neden öldüler?” sorusunu perdeye yazıyor. On saniye içinde iki slogan atan “Gelecek Uzun Sürer” böylece sinema değil propaganda için çekildiğini baştan saklamamış oluyor.

"Sonbahar" adlı ilk filmiyle ayakta alkışlanan ve devamında ne yapacağı merakla beklenen Özcan Alper'in "Gelecek Uzun Sürer"i vizyonda. Altın Koza'daki ilk gösteriminde izlediğim filmi Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.

2011 KASIM TÜRKİYE VİZYON FİLMLERİ – 2.HAFTA

Kasım ayının ikinci cuması ülkemizde üçü yerli, dört yeni film gösterime giriyor. Yönetmeni Özer Kızıltan, senaristi Burak Göral olan "Beni Unutma" bu iki isimle ilgi çekerken; "Gelecek Uzun Sürer" siyasi söylemi ve Özcan Alper'in varlığıyla yarışa birkaç adım önde başlıyor. Tarsem Singh hayranlarının salonlara koşmasını sağlayacak "Immortals/Ölümsüzler" ise haftanın tek Hollywood yapımı. Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.


BENİ UNUTMA – özer kızıltan 11.11
GELECEK UZUN SÜRER – özcan alper 11.11
GÖRÜNMEYEN – ali özgentürk 11.11
IMMORTALS –tarsem singh 11.11

10 Kasım 2011 Perşembe

THE ADVENTURES OF TINTIN (2011) by STEVEN SPIELBERG **


The Adventures of Tintin/Tenten’in Maceraları; Belçikalı çizer Hergé’nin dünyaca ünlü karakteri Tenten’in üç klasik macerası “Altın Yengecin Kıskacı”, “Tekboynuz’un Esrarı” ve “Kızıl Korsan’ın Hazinesi”nden Steven Moffat, Edgar Wright ve Joe Cornish tarafından derlenen senaryoya dayanıyor. Dünya çapında 70 dile çevrilip 200 milyondan fazla satan Tenten daha önce 1947’de kuklalarla çekilen bir orta metrajda ve televizyon dizilerinde boy göstermişti. Performans yakalama tekniğiyle üç boyutlu hazırlanan yeni sinema filminin yapımcısı Peter Jackson.

Filmlerim.com için yazdım. Yazının devamını okumak için buraya tıklayın.

8 Kasım 2011 Salı

RISE OF THE PLANET OF THE APES (2011) by RUPERT WYATT ***-


Franklin J. Schaffner imzalı 1968 tarihli “Planet of the Apes/Maymunlar Cehennemi”nin öncesini anlatan CGI harikası “Rise of the Planet of the Apes/Maymunlar Cehennemi: Başlangıç” aksiyona bel bağlamayan, senaryo odaklı ve oldukça heyecanlı, doksan üç milyon dolarlık bir stüdyo filmi. 39 yaşındaki İngiliz yönetmen Rupert Wyatt ikinci uzun metrajında büyük bir stüdyonun olanaklarını kullanan ancak sisteme teslim olmayan başarılı bir iş çıkarmış.

Film, deneylerde kullanılmak üzere avlanan maymunların görüntüsüyle açılıyor. İnsanların eziyetle kafeslere tıktığı hayvanların çığlıkları ilk sahneden filmin tuttuğu tarafı ilan ediyor. Alzheimer hastası babasını tedavi etmek için son beş buçuk yılını bir araştırmaya adayan bilim insanı Will Rodman(James Franco) sonunda maymun deneklerden biri üzerinde başarıya ulaşıyor ve yeni beyin hücresi gelişiminin yanında zekâ artırımı da sağlıyor. İnsanlar üzerinde çalışmaya başlama izni almak için kurulun karşısına çıktığında talihsiz olaylar meydana geliyor ve işten ayrılıp araştırmasını evde, bebek bir maymun ile babası üzerinde yürütmeye başlıyor. Bebek maymun Caesar’ın yaşamının ilk sekiz yılını on beş dakikalık muhteşem bir kurguyla sunan film, rüştünü burada ispat ediyor.

“Rise of the Planet of the Apes/Maymunlar Cehennemi: Başlangıç”ın en büyük kozu senaryosu. Kahramanlarını tanıtımı ve onların karakterleri üzerinde olaylara bağlı gelişen değişimleri yansıtışı ekonomik, inandırıcı. Bir canlının doğumundan itibaren başına gelen olaylar sonucu şekillenen kişiliğini, doğasının gerekleriyle kurulu düzenin çatışan noktalarında yaptığı seçimleri ve verdiği kararlar nihayetinde gelişen sonuçları göğüslemesini başarıyla yansıtıyor. Üstelik bütün bunları bir insan üzerinden değil, CGI ile yaratılmış bir maymun ile yapıyor. “The Lord of the Rings/Yüzüklerin Efendisi” serisinde Gollum karakterini performans yakalama tekniğiyle canlandıran Andy Serkis, “King Kong” filminde Kong’a da aynı şekilde hayat vermişti. Steven Spielberg animasyonu “The Adventures of Tintin/Tenten’in Maceraları”nı da sayarsak Andy Serkis’in en başarılı işinin Caesar olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Perdede şimdiye dek gördüğümüz en gerçekçi maymunlar var. Tüylerinin ne kadar ayrıntılı olduğuyla da ilgili değil bu söylem, boş bakmıyorlar-mimikleri jestleri gerçek duyguları var.


Senaristler Rick Jaffa ve Amanda Silver’ın isimlerini en son 1997 tarihli Peter Hyams filmi “The Relic”te görmüştük. On dört yıl boyunca “Rise of the Planet of the Apes/Maymunlar Cehennemi: Başlangıç” üzerinde çalıştık deseler de onlara inanabiliriz. Krize dönüşebilecek tüm anları kurtarmışlar. Uzun zamandır bir stüdyo filmi izlerken sonraki hamleyi tahmin edemediğim olmamıştı. İnsan için çocuk oyuncağı görünse de bir maymun bu durumdan nasıl çıkar, şunu nasıl başarır dediğimiz her an senaristler seyirciye tatmin edici cevaplar verebilmiş. Olanlara inanmak için vazgeçmeniz gereken mantık miktarını minimumda tutmayı başarmışlar.

Oyuncu kadrosuna gelince; her filmiyle daha popüler olan James Franco, Caesar’ın tek başrol olduğu filmde varlık gösteremiyor. Herhangi bir aktörün altından kalkabileceği rolde uyumlu fakat parlamıyor. “Dexter” dizisinin önceki sezonunda Arthur Mitchell isimli seri katili canlandırarak kendini hatırlatan, iki kez Oscar adayı olmuş John Lithgow ise Alzheimer hastası baba rolünde inandırıcı.

“Rise of the Planet of the Apes/Maymunlar Cehennemi: Başlangıç” 97 dakika içinde orijinal filme leke sürmeyen, seriyi zenginleştirip yeniden popüler olmasını sağlayabilecek, devam filmlerine bile malzeme sağlayan bir öykü ortaya çıkarmayı başarıyor. Keşke iyice ümidi kestiğimiz Hollywood’dan böyle filmler daha sık gelse.

GREEN LANTERN (2011) by MARTIN CAMPBELL *-


Geçtiğimiz yıl Mel Gibson’lı “Edge of Darkness/İntikam Peşinde” ile vasat sularda seyreden bir işe imza atan yönetmen Martin Campbell; son on yılda eleştirmenlerin çok beğendiği James Bond filmi “Casino Royale”, kendi başlattığı yeni Zorro serisinin ikinci filmi “The Legend of Zorro/Zorro Efsanesi” ve aksiyon dozu yüksek macera filmi “Vertical Limit/Dikey Limit”i çekmişti. Hiçbir zaman yıldız olamasa da büyük bütçelerle çalışan kalburüstü bir isim olarak anıldı Yeni Zelandalı yönetmen.

200 milyon dolara çekilmiş en kötü filmler listesinin tepesine oynayabilecek “Green Lantern/Yeşil Fener” her ay yenilerini izlediğimiz süper kahraman filmlerinden biri. Tozlu rafları karıştırıp filme alınmamış çizgi roman bulma çabasının ürünü olan “Green Lantern/Yeşil Fener”in bu denli pahalıya mal olmasının sebebi en az “Star Wars/Yıldız Savaşları” kadar uçsuz bucaksız evreni. Büyük kısmı dünyamızın dışında geçen hikâyelerde evreni oluşturan binlerce sektör ve on binlerce değişik yaratık var. Bunların bir sinema filmi için ete kemiğe büründürülmesi, her birine özel ses ve vücut dili oluşturulması yorucu ve pahalı. Üstelik bu filmde olduğu gibi bazen denense de başarılı olunamıyor. “Green Lantern/Yeşil Fener”in gezegenimiz dışında geçen animasyon bölümleri gerçekçi olmanın çok uzağında. Star Wars’ın Cartoon Network için üretilen televizyon dizisi “Star Wars: The Clone Wars” bile daha iyi görünüyor. Senaryosu zaten sınıfta kalan “Green Lantern/Yeşil Fener”in 200 milyon dolarlık bir film olarak bu kadar ucuz görünmesi kabul edilemez.

Ryan Reynolds kendine verilen süper kahraman rolünü sempatik tavırlarıyla canlandırmaya çalışıyor. Evet, yine ilk sahnede yataktan üstsüz fırlayıp hızla giyiniyor. Yakışıklı aktörlere bunu yapmaktan ne zaman vazgeçecekler merak ediyorum. Oyun gücünden çok güzelliği için filmde olan ikinci isim “Gossip Girl/Dedikoducu Kız” dizisinin Serena’sı Blake Lively. “The Town/Hırsızlar Şehri” filmindeki performansıyla beğeni kazanan aktrisin bu filmde oynayan tek yeri göğüs dekoltesi. Kelleşmeye başlayan oyun gücü yüksek Peter Sarsgaard’ı kötü adam yapmak akıllıca olsa da abartılı makyaj gülünç olmuş. Sinestro rolünde Mark Strong tanınmayacak halde. Tim Robbins yine parasını almış, mesaisini tamamlamış.

Devam filmleriyle zenginleştirilmesi düşünülen, stüdyonun çok güvendiği “Green Lantern/Yeşil Fener” kötü bir film. Ülkesinde bütçesinin yarısını ancak çıkaran yapım, okyanus ötesi ülkeler sayesinde zarar etmediyse de sonuç rakamlar açısından da hayal kırıklığı olduğundan önümüzdeki otuz yıl kimsenin Yeşil Fener filmi çekmeyeceğini tahmin edebiliriz.

3 Kasım 2011 Perşembe

2011 KASIM TÜRKİYE VİZYON FİLMLERİ – 1.HAFTA

Haftanın filmlerini Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.


THE ADVENTURES OF TINTIN – steven spielberg 04.11
ALLAH’IN SADIK KULU: BARLA – esin orhan 04.11
ALMANYA – WILLKOMMEN IN DEUTSCHLAND – yasemin şamdereli 04.11
TOWER HEIST – brett ratner 04.11

2 Kasım 2011 Çarşamba

SUPER 8 (2011) by J.J. ABRAMS **


Filmin tanıtımı sırasında yazar-yönetmen J.J. Abrams kadar ismi büyük yazılan Steven Spielberg’ün, “Super 8”e övgü cümleleri kurmuş olması şaşırtıcı olduğu kadar üzücü. “Benim otuz yıl önce yaptığıma benzer film çekmiş, aferin” diye düşünmediyse; tek açıklaması reklam.

“Super 8” bir travmayla açılıyor. Tatlı, ufak bir oğlan çocuğu vahim bir kazada annesini kaybetmiş. Nedeni henüz belli olmasa da sorumlu tutulan biri var. Oğlanın sert kanun adamı babası sinirli, eylemci. Çocukla iletişim kuramayacağı da aşikâr. Bu girişin ardından dört ay sonrasına gidiyoruz. Annesi ölen Joe’nun sinema aşığı arkadaşlarıyla tanışıyoruz. Bu karikatür grup şişman, dişleri telli, içine kapanık ve inekten oluşuyor. Şişman ve patron yönetmen Charles’ın kocaman sevgi dolu ailesi, her daim sofraya sığmayacak miktarda yemekleriyle Joe’nun durumuna tezat olsun diye üretilmiş, elbette üretilecekti; bu bir Hollywood filmi. Dört çocuktan oluşan ekip film çekme meraklısı dedik ya, yetenekleri de yerli yerinde. Üzgün masum annesiz Joe bir makyaj ve modelleme ustası. Şişman agresif kontrol delisi Charles diyalog yazımı ve reji hususunda bilgin. Dişleri telli ve panik Cary patlayıcı uzmanı -ki elbette ana hikâyenin bir yerinde bu muhteşem yeteneğinden faydalanılacak. Ekibe sonradan dâhil olan güzeller güzeli Alice ise Joe’nun annesinin ölümünden sorumlu tutulan adamın kızı. Shakespeare iyi ki “Romeo ve Juliet”i yazmış.

Ekibimiz kendi çaplarında Süper 8 kameralarıyla zombi filmi çekerken, kasabadan geçmekte olan tren kaza yapıyor. Abrams’ın aksiyon gösterme uğruna uzattıkça mantıksızlaştırdığı bu sekans perdede heyecanla izlense de fazlasıyla niş kalıyor. Kazanın ardından filmde Abrams’ın en büyük meziyeti olan merak unsuru devreye giriyor. Trende ne vardı, Hava Kuvvetleri’nin ilgisi neden, kasabada gerçekleşen garip olayların açıklaması ne? “Lost” dizisini altı sezon sürdüren mantığın 112 dakikalık bir filmi sürüklemesi elbette güç olmuyor. “Lost”un ünlü “Black Smoke”una benzer davranışlar sergileyen bir canavar çıkıyor ortaya ve yine bir J.J. Abrams projesi olan “Cloverfield/Canavar”dakine benzer şekilde uzun süre kendini gizliyor. 80 dakika sonra izleyici karşısına çıktığında da yine aynı hayal kırıklığını yaşıyor, özgün olmayan bir tasarımla karşılaşıyoruz.


Spielberg’in yapımcı olarak destek verdiği projenin, yönetmenin 1977 tarihli “Close Encounters of the Third Kind/Üçüncü Türden Yakınlaşmalar” ve çoğunlukla da 1982 yapımı “E.T.: The Extra-Terrestrial” filmlerinin izinden gittiğini söylemek mümkün. İzlerken, Alice’in bisikletiyle babasından kaçmaya çalıştığı sahnede uçmaya başlayacağını düşünmeyen yoktur sanırım. Joe’nun üçüncü türle yakınlaştığı sahnenin dost uzaylı fikrine tapınmak için çekildiğini ama ikna edici olmadığını da söylemek zor değil. Bunlar en kör göze parmak olanlar elbette, her köşeye yerleştirilmiş onlarcası daha mevcut.

50 milyon dolarlık bütçenin büyük kısmına sahip çıkan Industrial Light&Magic imzalı efektlerin, özellikle de filmin son düzlüğünde kasabayı savaş alanına çevirmek için kullanılanların anlamsızlığı-gereksizliği düşündürücü. Olmamaları olmalarından daha hayırlı olabilirmiş, en az bu cümledeki “olmak” fiilinin kullanımı kadar.

Elle Fanning dışındaki oyuncular vasat, yaratılan karakterler sıfatlardan ibaret. “Super 8” çok pahalı bir çocuk filmi. Ortak hafızamızda kaldığı kadarıyla pazar sabahları yayınlananlar kadar iyi bile değil üstelik.

28 Ekim 2011 Cuma

2011 EKİM TÜRKİYE VİZYON FİLMLERİ – 4.HAFTA

Bu hafta beş yeni film gösterime girdi. "Behzat Ç.: Seni Kalbime Gömdüm" dizinin hayranlarının, "Anadolu Kartalları" Türk filmi izlemek isteyen geri kalan kitlenin ilgisini çekecektir. Haftanın filmi ise bence "In Time". Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.


THE DOUBLE – michael brandt 28.10
IN TIME – andrew niccol 28.10
ANADOLU KARTALLARI – ömer vargı 28.10
BEHZAT Ç.: SENİ KALBİME GÖMDÜM – serdar akar 28.10
JOHNNY ENGLISH REBORN – oliver parker 28.10

22 Ekim 2011 Cumartesi

TÜRK PASAPORTU (2011) by BURAK CEM ARLIEL **

"İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilerin Fransa'ya girişiyle ülkede bulunan Yahudiler için soykırım başlıyor. Fransa’da ikamet eden Türk Yahudileri için çalışma başlatan Türk diplomatlar vatandaşları koruma altına alıp Auschwithz'e gitmelerini engellemeye çalışıyor, hatta gidenleri kurtarmayı başarıyor." Bu hafta gösterime giren belgesel yapım "Türk Pasaportu"nu Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.

2011 EKİM TÜRKİYE VİZYON FİLMLERİ – 3.HAFTA

21 Ekim 2011 Cuma günü ülkemizde gösterime giren altı filmi Filmlerim.com için yazdım. "Contagion/Salgın" ve "Türk Pasaportu" ilgiyi hak ediyor. Okumak için buraya tıklayın.


CONAN THE BARBARIAN – marcus nispel 21.10
ISZTAMBUL – ferenc török 21.10
PARANORMAL ACTIVITY 3 – henry joost-ariel schulman 21.10
CONTAGION – steven soderbergh 21.10
HORRID HENRY: THE MOVIE – nick moore 21.10
TÜRK PASAPORTU – burak cem arlıel 21.10

16 Ekim 2011 Pazar

THE THING (2011) by MATTHIJS VAN HEIJNINGEN JR. –


John Carpenter klasiği "The Thing/Şey"in prequelinin eleştirisini Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.

2011 EKİM TÜRKİYE VİZYON FİLMLERİ – 2.HAFTA

Ekim ayının ikinci cuması sekiz yeni film gösterime girdi. Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.


THE THREE MUSKETEERS - paul w.s. anderson 14.10
ONE DAY - lone scherfig 14.10
THE DEVIL’S DOUBLE - lee tamahori 14.10
OĞUL - atilla cengiz 14.10
BENDEYAR - joel lenag 14.10
THE THING - matthijs van heijningen jr. 14.10
THE CHANGE-UP - david dobkin 14.10

2023 - Kalan 6 Ay

Temmuz, on beş ay sonra spor salonlarına döndüğüm ve eğer bir kaza bela olmazsa, nasıl öleceğimi de öğrendiğim ay oldu. Bunun getirdiği duyg...