28 Mayıs 2011 Cumartesi

2011 MAYIS TÜRKİYE VİZYON FİLMLERİ – 4.HAFTA

Mayıs ayının son cuması altı yeni film gösterime giriyor. Haftanın filmlerini yine Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.


THERE BE DRAGONS – roland joffé 27.05
AKMAREUL BOATDA – kim jeon-woon 27.05
L’ARNACOEUR – pascal chaumeil 27.05
A BOUT PORTANT – fred cavayé 27.05
TROLLJEGEREN – andré ovredal 27.05
SOMETHING BORROWED – luke greenfield 27.05

25 Mayıs 2011 Çarşamba

ŞAHANE HAYATLARIMIZ


Bugün aylardır rafta duran bir kitabı elime aldım. 176 sayfaydı. Çoğu önceden okuduğum köşe yazılarıydı. Yine de hepsini baştan okudum. Bütün kitap birkaç saat içinde bitti. Ve bir arkadaşımın sitemiyle sarsıldım aynı saatlerde. Dün gece de başka bir şey olmuştu. Ve dört-beş gün önce şehirlerarası düğüne katılmıştım. Üst üste geldi.

Bugün sitem eden ve onu eskisi gibi umursamadığımı bildiren arkadaşım ne yazık ki haklıydı. Çocukken tanışmıştık. Dört bloktan oluşan bir sitede yaşıyordum. Komşu-arkadaşımın akrabasıydı. Onlara gelip gittikçe kaynaşmıştık. Çocuktuk. Yıllar geçti. O zamanki yaşımızın iki katından fazla yıl. Tekrar karşılaştık. Birbirimizin geldiği durumdan memnun olduk. Benzer sanatsal faaliyetler içinde olmak konuşacak yığınla şey verdi. Birden yeni best-buddylere dönüştük. Sabahlara dek süren sohbetler, şarj bitiren telefon konuşmaları, sürekli görüşme ve paylaşma isteği.

Benim askere gitmemle sekteye uğradı. Telefonsuz iki ay ve sonrasında sadece üniforma giyen insanlara odaklanma arzumla bir yıllık ayrılığımız oldu. Teskere aldığım gün büyüdüğüm şehre dönerken yolda onu aradım. Hem içinden geçtiğim şehrin ondaki anısıyla ilgili gıcık verme isteğimi doyurmak, hem de yine sabahlatan sohbetlerin yaklaştığını muştulamaktı niyetim. Konuşma sırasında bana kendi aralarında söz kestikleri bir ilişkisi olduğunu söyledi. Askeriyedeki bir yıl içinde de bu bilgi kulağıma çalınmıştı ama ciddiyetini o an fark ettim. Ve Tuz Gölü civarında güneş battı. Gerçekten güzel bir manzaraydı, karanlık basana dek.

Sonrasında görüştük. Ama verim alamadık. İçimizden sebepler bulduk. Tekrar sözleştik. Yine verim alamadık. Telefonda konuştuk. O eski halimizden eser yoktu. Bugün, “ne oldu bize” diye sordum. Cevabı, o söylemeden fark ettim.

Bir kez daha ‘ciddi’ bir ilişkiye giren bir arkadaşımdan zevk alamama sendromuna yakalanmış ve onu o en güzel halleriyle hatırlamak için görünmez olmayı seçmiştim. Karşı tarafın suçu yoktu elbette. Biri çıkmış ve birbirlerini sevmişlerdi. Ama benim de suçum yoktu. ‘Ciddi’ bir ilişkisi olan herkes sıkıcılaşıyordu. Sevgilisi hakkında dedikodu yapamazdın artık. Çünkü çocuklarının anası olacaktı. Güzel-çirkin-uzun-kısa-akıllı-aptal diyemezdin. Sevmişti, her haliyle kabullenmişti bir kere. Sorunlarını da anlatmazlardı. Kol kırılır, yen içinde kalırdı.

Yoksa hepsi palavra mı? Ben, asla mutlu olamayacağıma emin olduğum için mi böyle davranıyorum, mutlu birilerini görünce onlardan kaçıyorum. Çevremdeki istisnasız herkes hayat arkadaşı edinirken, ben bulduklarımın ikisini birden kaybettiğim için mi hasetim. Benim gibi yalnız kalsınlar da, birlikte yalnız kalmayalım mı isteğim?


Facebook sayesinde bulduğum ilkokul arkadaşlarımdan biriyle de benzer durum yaşamıştım. Kolukısa’da yaşarken gece yarılarına dek telefonda konuşuyorduk. Kalabalık buluşmalarda ikili grup oluyorduk. Görüşmediğimiz yıllarda birbirimizin geldiği noktadan mutluyduk. Benden bir yaş büyüktü. Kadındı. Ve evlenmeyi asla düşünmüyordu. Gönül ilişkilerinden bahsetmek eğlenceliydi. Dertleşmek rahatlatıyordu. Best-dişi-buddy olmaya adaydık. Ben askerdeyken biriyle tanıştı. Dönüşte buluşma isteklerimi hep erteledi. Grup toplantısında tatsız kaldı. Bir sonrakine gelmedi. Aradım. Ne konuşacağımızı bilemedik. Sonuçta daha önce söylediği her şeyin tersini yapıyordu o an. Haftalar sonra bir gece telefonumun ekranında ismini gördüm. Ben açmadan kapandı. Geri aradım, açmadı. Bir dakika sonra mesajı geldi. “Pardon canım, yanlışlıkla aradım.” Bunu sesli söylemeyi bile reddetmişti. Belki ben lafı uzatırım diye. Çenesizliğim malum. Ama bir zamanlar daha uzun süre konuşabilmek uğruna başka operatörden kullanmadığı hattına kontör yükleyen kadın, şimdi böyle davranıyorsa, bu işte bir iş yok mu? Yaza evlenecekler.

“Bu ülkede bir takım kurallar daha siz hiç doğmadan, yıllar yıllar önce koyulmuştur. Size de aynı kuralları ezberlemek, uygulamak ve gelecek kuşaklara aktarmak düşer. Kadınsanız anne olmalısınız ve hayatınızı kutsal-şefkatli anne imgesinin içinde bitirmelisiniz. Erkekseniz önce asker olmalı sonra da evin direği olup babalık vazifelerinizi yerine getirmelisiniz. Eğer aramızdan birisi bu kuralların dışında davranacaksa birtakım sıfatları da isminin yanına almaya hazır olmalı.”

Böyle bir paragraf vardı bugün okuduğum kitapta. Sonuna dek benim de içimde hissettiğim bir fikir.

Diğer yandan, “Bazen kullandığımız cümleler kaderimizi oluşturur” demiş Paul Auster. Sussam, geçer mi?

Söz konusu kitap: Yiğit Karaahmet’in Şahane Hayatı, Yiğit Karaahmet, Nemesis Kitap, Ocak 2011

23 Mayıs 2011 Pazartesi

YOU WILL MEET A TALL DARK STRANGER (2010) by WOODY ALLEN ***


Son on yıldır, her yıl bir uzun metraj filmle karşımıza çıkan otör Woody Allen’ın dünya çapında gösterilmiş şimdilik son filmi “Uzun Boylu Esmer Adam”, Allen’ın yönetmenliği ikinci plana atıp senarist olarak kalemini konuşturduğu ve ezbere bildiğimiz fikirlerini yeni karakterlerinin ağızlarına yerleştirdiği bir yapım.

Woody Allen bu filmde evliliğin üzerine gidiyor. Evliliği yeni bitmiş bir çiftin, evliliği kötü giden bir çiftin, yeni evlenmiş bir çiftin ve evlenmek üzere olan bir çiftin yaşadıklarını izliyoruz. Orta yaş bunalımını nispeten geç yaşayan Alfie(Anthony Hopkins), ondan başka erkek düşünemeyen karısı Helena’dan(Gemma Jones) ayrılır ve model olmak isteyen seks işçisi Charmaine(Lucy Punch) ile evlenir. Helena ise halen ölmüş bir kadına âşık Jonathan(Roger Ashton-Griffiths)’ın peşine takılır. Alfie-Helena çiftinin fazla eğitimli işsiz kızı Sally(Naomi Watts), ilk eserinde başarıya ulaşan fakat bir daha iyi kitap çıkaramayan tıkanmış yazar Roy(Josh Brolin) ile evlidir. Sally bebek ister ama Roy bu fikirden hep kaçar. Karşı apartmanın penceresinde görüp etkilendiği Dia(Freida Pinto) ile arkadaşlık kuran Roy, sonunda Dia’yı uzatmalı nişanlısı Alan’dan(Neil Jackson) düğün arifesinde ayırır. Sally de boş durmaz ve yeni işe başladığı galerinin yakışıklı patronu Greg’e (Antonio Banderas) abayı yakar. Greg ise ne yazık ki göründüğü gibi biri değildir.


Yukarıda özetini geçtiğim şişkin ilişki yumağının filmde tamamen işlenebildiğinin hakkını vermek gerek. Elbette karakterlerin motivasyonlarını anlamak ve derinliklerine inmek için Woody Allen’ın önceki otuz küsur filminden bazılarını görmüş olmanız şart. Sonuçta Allen artık her yapıtında bir dizinin yeni bölümünü çekiyor, isimleri ve yüzleri değişse de Allen karakterleri birbirlerinden derin izler taşıyor. 75 yaşında on dördü senaryo dalında olmak üzere yirmi bir kez Oscar adayı olmuş ve üç kez ödüle layık görülmüş bu büyük ustanın kendini tekrar etmesi suç değil. İlişkiler aynı şekilde yaşanmayı sürdürdükçe, Allen da onları aynı cümlelerle anlatmaya devam edecek.


Yönetmenin ayakta alkışlanan son filmi “Match Point/Maç Sayısı”nın üzerinden beş yıl-beş film geçti. “Scoop”, “Cassandra’s Dream/Cassandra’nın Rüyası”, “Vicky Cristina Barcelona/Barselona, Barselona” ve “Whatever Works/Kim Kiminle Nerede?” ile birlikte “You Will Meet A Tall Dark Stranger/Uzun Boylu Esmer Adam” şeklinde sayabileceğimiz bu beş film arasında tartışmasız en iyisi, en sadesi olan “Whatever Works/Kim Kiminle Nerede?” idi. Yıldız kadrolarla Avrupa’nın başkentlerinde çektiği diğer filmler Allen’a pek yaramadı. İyi bildiği New York sokaklarında kitabını yazdığı kadın-erkek ilişkileri üzerine üretmeye devam etmesini ve “Woody” başlıklı bu uzun film serisini yeni bölümlerle sonsuza dek sürdürebilmesini diliyoruz.

À BOUT PORTANT (2010) by FRED CAVAYE **-


"Jenerikler dâhil sadece 80 dakika süre filmin tek amacı heyecan yaratmak, tek boyutlu insanlarını oradan oraya koşturmak. Ama bu yolda hepten başarısız bir sonuca ulaştığını sanmayın. Cavayé iki doğru hamle ile filmini izlenir kılıyor. Birincisi oyuncular, ikincisi düşünmemize fırsat bırakmamak."

"Zor Hedef" filminin eleştirisini Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.

AKMAREUL BOATDA (2010) by KIM JEE-WOON **


Romantik bir başlangıç yapan film, kısa süre önce perdede görme şansı bulduğumuz “Chugyeogja/Ölümcül Takip”tekine benzer çekiçli bir cinayet sahnesi sunuyor. Hollywood yapımı şiddet pornolarına göz kırpan bu bölümün ardından Lynch-vari kesik kulaklar ile “Av Mevsimi”nin girmeye korktuğu vücut parçalı sulak yerler arasında dolaşıyoruz.

"Şeytanı Gördüm" filminin eleştirisini Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.

20 Mayıs 2011 Cuma

2011 MAYIS TÜRKİYE VİZYON FİLMLERİ – 3.HAFTA

Ülkemizde mayıs ayının üçüncü cuması, üçü yerli sekiz yeni film gösterime giriyor. Bu hafta da Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.


PIRATES OF THE CARIBBEAN: ON STRANGER TIDES – rob marshall 19.05
TÜRKAN – cemal şan 19.05
ŞOV BİZINIS – mustafa uğur yağcıoğlu 19.05
SOMEWHERE – sofia coppola 20.05
PARTIR – catherine corsini 20.05
MİSAFİR – ozan aksungur 20.05
POTICHE – françois ozon 20.05
BEASTLY – daniel barnz 20.05

18 Mayıs 2011 Çarşamba

16 Mayıs 2011 Pazartesi

SOMEWHERE (2010) by SOFIA COPPOLA **


"Konuk oyuncu olarak karşımıza çıkan Michelle Monaghan ve Benicio Del Toro gibi isimler yüzümüze su serpip geçici uyanmalar sağlıyor."

Sofia Coppola'nın yeni filmi "Başka Bir Yerde"yi Filmlerim.com  için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.

15 Mayıs 2011 Pazar

36 AY

Çarşamba gününden beri başım zonkluyor. Beynim, kafatasımın içinde bir sağa bir sola çarpıyormuşçasına. Önce uykusuzluğa bağladım ama geçmeyince vazgeçtim. Sonra mide başladı. Çok çay tüketmektendir diyerek azaltmaya uğraştım. Geçmedi. En son, daha bunlar düzelmeden, dün gece bütün etlerim ağrımaya başladı. Ve bugün takvimi gördüm. Yarın 36 ay olacak.

Klinik deneyimlerime dayanarak hastalıkların büyük kısmının mutsuzluktan kaynaklandığına inanıyorum. Vücudumun alarm vermesinin sebebi de böylece çıkmış oldu.

Üç yıl önce çok uzaklardan bir mesaj almıştım. Sahibine esprili bir dille bu mesafedeki biriyle konuşmanın anlamsızlığından bahsetmiştim. O nükte yaktı beni. Nedense zeki olduğumu düşünüp, konuşmaya değer buldu. Israrcı oldu. Ve internetten karşılıklı atışmalarla başlayan sohbet 21 saatlik telefon görüşmesine vardı. İkimiz de hayatımıza böyle birinin girebileceğini hayal edemiyorduk. Kimseyle böyle patlamalar yaşamamıştık.

Ne var ki o gün, eşinin evde olmadığı tek gündü. Ve bunu bana, ben ona âşık olduktan çok sonra söyleyecekti.

Altı gün sonra beni terk etti. Bir buçuk ay içinde iki kez daha. Sonra da yeminler etti beni bir daha bırakmayacağına dair. Sekiz ay sonra hepten bitti.

Yarın o günün üzerinden tam 36 ay geçmiş olacak. Ne onun mutsuzluğu çare buldu, ne de benimkisi. O, depresyon ilaçları ve yeni çocuğuyla oyalandı; ben askerlik ve sinemayla.

23 gün önce gördüğümde, ne yüzüne ne de arkasından söyledim ama çökmüştü. Yaşıyla hep kafa bulurdum –herkesinkiyle bulurum- ama öyle değil. Yorgunluk ve mutsuzluktan kırışmaya başlamıştı bakışları. Her davranışından ölüp de huzura erme isteği okunuyordu. Umudunu kaybetmiş bir insandı artık.

Ben de onun kadar mutsuz olmama rağmen, umutluyum. En yakın dostumun bu yaz sözleniyor olması son darbeyi vursa da.

Bu yazıyı gönderip seni arayacağım şimdi. Ve bunların hiçbirinden bahsetmeyeceğim.

BULUT FİLM’DEN YAPIMCILIK ATÖLYESİ


“5. Film Günleri” kapsamında, kendi filmini çekmeye hazırlanan gençlere Bulut Film'den yapımcılık atölyesi. Haberi okumak için buraya tıklayın.

'Milliyetçiliğin Kapadığı Kapılar Nelerin Üstünü Örter?'

5.Diyarbakır Film Günleri kapsamında gerçekleştirilecek Kaos GL söyleşisinin detayları için buraya tıklayın.

14 Mayıs 2011 Cumartesi

13 Mayıs 2011 Cuma

GENÇ OSMAN

Salı günü nöbetime bahar şenlikleri dönüşü devrilen minibüsten yaralı gençler geldi. İş yükümü birden üç katına çıkaran bu durum ilk anda canımı sıksa da, sonradan günümün en güzel kısmına dönüştü. Bir kere gelenler gençti. Hiçbirinde üzücü bir yara ya da ölüm riski de yoktu. Adli raporların yazım sürecinde sohbet edecek vakit bulduk. Gerçekten tanışacak. Bu, yeni işimde hiç yapamadığım bir şey.

Hasta bakmakla ilgili en sevdiğim şey onların hikâyelerini dinlemek. Bu yüzden belki psikiyatri kendime en yakın gördüğüm alan. Kolukısa’da çalışırken günde 20-30 hasta geldiğinden, bol bol sohbet ederdik. Askerde de 24 saat hastalarımla yaşadığımdan, hepsinin her şeyini bilirdim. Ama şimdi acil servisteyim. Günde 250-300 kişi geliyor. Her birine ayırabildiğim süre 3-4 dakika civarında. Bir geleni de bir daha görmüyorsun zaten. Adını sanını sormak yok. Kontrole çağırmak yok. Çoğu yaşlı, daha da çoğu çocuk! İki grup da ilgi alanıma girmiyor. Bir de mutsuz kadınlar var tabi. Acemi anneler. Kaprisli gebeler. Yalandan rapor isteyen, sabah erkenden kalkıp okula koşan çocuklarımızı düşünmeyen, hain ve sahtekâr öğretmenler. Şeyini görüp yara zannedenler. Hiç birini sevmem.

Genç, konuşkan ve mümkünse erkek olsun hastalarım. Askerde olduğu gibi! Bir doktorun isteyebileceği her şey, hasta bir askerde var! Durumları asla acil olmaz. Mızmızlanma şansları yoktur. Doktora saygı duyar hatta korkarlar. İster bakarsınız, ister bakmazsınız. Ne sorsanız cevap verirler. Yalandan kendilerini yere falan da atamazlar. Zaten hep 20 yaşındadırlar. Bir insan hayatının hangi döneminde 20 yaşındaki halinden sağlam olabilir ki? O yüzden bir şey atladım mı diye korkmaya lüzum da yoktur. En güzeli de doğurmazlar, diş çıkarmazlar, ağlamazlar, yaşlanmazlar! Hep ama hep 20 yaşında kalırlar!

Gelen kaza mağduru gençleri muayene ederken yeniden yaşama sarıldım resmen. Bütün yorgunluğum gitti. Muhteşemdi. Ve deli gibi askerliği özledim. Şu sözleşmem bir bitsin. Bekleyin beni 1993/1 tertipler.

2011 MAYIS TÜRKİYE VİZYON FİLMLERİ – 2.HAFTA

Bu hafta ülkemizde 6 yeni film gösterime girdi. "Hayali Aşklar" beklenenden bir hafta önce gelirken,  "Beastley" son anda gelecek cumaya ertelendi. Haftanın filmlerini dördüncü kez filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.



PRIEST - scott charles stewart 13.05
LES AMOURS IMAGINAIRES – xavier dolan 27.05
LES PETITS MOUCHOIRS - guillaume canet 13.05
LA HERENCIA VALDEMAR - josé luis aleman 13.05
KAR BEYAZ - selim güneş 13.05
HOP - tim hill 13.05

7 Mayıs 2011 Cumartesi

ÖZEL SİYAH TÜP

Tüp’ün, marketten bazı şeyler alması gerekiyordu. En yakın arkadaşını da alıp arabayla şehre indi. Arkadaşı temiz havanın tadını çıkarırken, kendi markete girdi. Siyah ile göz göze geldi. İçinde, daha önce çok az hissettiği bir şey uyandı. Karşısındakinin çirkin olduğu kuşku götürmese de, ondan etkilendi. Siyah, kasaya dayanıp elindeki kâğıda bazı şeyler yazmaya koyuldu. Tüp korktu. “Şimdi bana numarasını mı verecek yoksa?” diye geçti içinden. Bu kadar küçük bir yerleşkede bunu nasıl yapardı! Ya arkadaşı görürse! Neyse ki Siyah, tahmin edildiği gibi davranmadı. Tüp, dışarı çıktı. Arkadaşına elindeki poşetleri verdi ve akrabasının yakınlardaki dükkânına uğramaya karar verdi. Bu güzel pazar sabahında onca yolu gelip de onun her daim neşeli yüzünü görmeden dönmek olmadı. İçeride biraz oyalandı. O sırada en yakın arkadaşının ne yaptığını merak etti. Ayıp olduğunu düşündü. Dışarı tam bir adım attı ki, Siyah karşısında belirdi. “Tanışabilir miyiz?” diye sordu Tüp’e. Tüp, ne yapacağını şaşırdı. “Neden tanışalım” gibi şeyler geveledi. Siyah, kendinden emin bir tavırla “aramızdaki çekimi inkâr edemezsin sanırım” tadında şeyler söyledi ve numarasını yazdığı kâğıdı Tüp’ün eline tutuşturup uzaklaştı.


Tüp, yalnız kalıp düşünecek vakit buldu. Siyah, hoştu. İlginç bir tanışma yöntemiydi. Filmlerdeki gibi. Başkası anlatsa ona inanmazdı ama işte kendi başına gelmişti. Hem de bu kadar ufak bir yerde. “Cesarete bak” diye geçirdi içinden. Ve hakkını vermek istedi. Aradı. Buluştular. Birbirlerinden etkilendiler. Daha sık görüşmeye başladılar. Çok geçmeden Siyah, rengini belli etmeye başladı. Evli olduğunu söyledi. Ve çocuklu. Ona çok az zaman ayırabileceğini söyledi. Çok zengindi. Ve işleri başından aşkındı. Garsoniyeri de vardı. Tüp’e anahtarını verdi. Gidip o evde takılmasını, yemek yapmasını, akşamları buluşmayı teklif etti. Tüp’ün hoşuna gitmese de bunlar, özellikle de evli olması, ilişkiye devam etti. Siyah’ın yanında olmak ona huzur veriyordu. Vücudu sımsıcaktı. Oturmasını kalkmasını biliyor, Tüp’ü el üstünde tutuyordu. Çirkin de olsa, vazgeçilmez bir insan portresi çiziyordu. Hem evliliği de kötü gidiyordu zaten. Ailesiyle sorunları vardı. Hatta boşanma arifesindeydiler. Çocuğu da çok tatlıydı. Beş-altı yaşlarında bir oğlan. En azından onun üzülmemesi için ilişkilerini sürdürmemek istiyordu Tüp ama karşı da koyamıyordu.

Bir gün Siyah’ı kendisine ihanet ederken yakaladı. Teknik olarak yan yana iki vücut gördüğü söylenemez. Daha çok ‘sanal’ bir aldatmaydı bu. Ama zaten başkasını kendiyle aldatan birinden ne bekliyordu ki? Tüp de aldatılıyordu işte. Siyah, inkâr etmedi. Özür diledi. Terk edilmemek için Tüp’ün dizinde ağladı. Tüp onu bırakmasa da ‘başkaları da var mı’ diye içine kuşku düştü ve araştırmaya başladı sevgilisini. Tanıyanlara sordu. Çeşitli yollar denedi. Siyah’ın eski sevgililerinden birine ulaştı. Ondan ve diğer kaynaklardan öğrendikleri şok ediciydi. İsterseniz Tüp’ün ağzından dinleyelim bu kısmı.

“Siyah, bir sekso-manyak. İki ayağının üzerinde yürüyebilen bir hayvan. Kendini çok iyi eğitmiş bir hayvan ama. Oturmasını, kalkmasını bilen, çirkin de olsa cazibe sahibi biri. Kapılmamak mümkün değil. Ama işte öyle bir insan ki. Aynı anda herkesi aldatıyor. Ne yapsın, belki de durduramıyor kendini. Gördüğü her şeye âşık oluyor. Bana âşık olduğuna inanıyorum. Başkalarına da. Zaten cinsellik olsun yeter. Hiçbir şey bulamazsa salatalıkla tatmin olur. Yalanlar söyler. Onunla tanışmamış herkes için ‘Allah korumuş’ diyebilirim. Neler yaptı neler. Üst komşusuyla da yatıyormuş mesela. 1000 km. uzaktan eski sevgilisi gelmişti bir gece mesela. Ne bileyim işte. Ne sen sor, ne ben söyleyeyim. Ailesinin karşısına geçip küfür etmişliği bile var. Tüm servetini de batırdı. Şimdi biraz düzgün bir yaşamı varsa benim sayemde. Taşındığı yeri de, yeni yaşamını da bana borçlu. Gidip ziyaret de etmiştim zaten. Ama işte ne olursa olsun düzelmez. Yürüyen her şeye âşık olur, gördüğü her şeyle sevişir. Canlı olmasına bile gerek yok. Yatağı da çok iyidir zaten. Onca deneyim tabi. Ama işte dikkatsiz sanırım biraz. Cinsel yolla bulaşan bir hastalıktan mustarip.”


Ayrılmışlar. Aradan aylar geçmiş.

Tüp, Siyah’tan sonra kimseyle görüşmeye cesaret edememiş. Siyah ise durmamış tabi. Biriyle tanışmış hemen. Özel biriyle. Cazibesini kullanmış. Tavlamaya yaklaşmış ama başına bir şey gelmiş Siyah’ın. Özel çok üzülmüş. Siyah’ın başını dertten kurtarmak için elinden gelen her şeyi yapmış. Siyah kabul etmemiş. Uzaklara düşmüşler. Özel, beklemeye başlamış. Kaderini beklemeye. Çünkü çok etkilenmiş Siyah’tan. Talihsizliğinin yeni bir durağı gibi görmüş onu. Eğer yeterince bekler, yeterinde dua ederse, Siyah’a kavuşacağını ve birlikte çok mutlu olacaklarını düşünmüş. Bu başlarına gelenin kötü şans olduğuna kanaat getirip, tüm gücüyle Siyah’ın hayaline tutunmuş.

Bu sırada da işi gereği insanlarla tanışmaya devam ediyormuş. Yaratıcılığını gerçek öykülerle birleştiren bir romancıymış Özel. Gider biriyle tanışır, ona hikâyelerini anlattırır ve bundan kendi kurgusunu yaratırmış. Siyah, uzaklara gittiğinden beri boşa yaşadığını düşündüğünden, işe yarar bir şey yapmak için sokağa atmış kendini. İlk gördüğü kişiye mikrofonunu uzatıp, hikâyesini anlatmasını istemiş. Bir parka oturmuşlar. O kişi Tüp imiş. Ve Tüp, Özel’e; Siyah ile olan ilişkisini anlatmış. Her şeyden habersiz. Kim benim Siyah’ımı tanıyabilir düşüncesiyle. Ama işte Özel o sırada ölmüş bitmiş. Zaten ailesinden biri çok hasta olduğu için Siyah’ı 10 gündür arayamıyormuş. Ailesinden en sevdiği kişinin ölüm döşeğinde olması yetmezmiş gibi, bir de kavuşmayı beklediği aşkı Siyah’ın böyle bir insan olduğunu öğrenmiş.

Özel, en yakın dostuna anlatmış bu film gibi hikâyeyi. Dostu ona “Demek ki her şeyde hayır var. Bak, Allah bilir sana neler yapacaktı. İyi ki ayrı düşmüşsünüz. Verilmiş sadakan varmış. Unut artık Siyah’ı” gibi bayat şeyler söylemiş. Özel ise şoktaymış. Ne bok yiyeceğini bilememiş. Bir tarafta çok az tanısa da güvenip sevdiği ve şu an kendisine ihtiyaç duyan Siyah, diğer tarafta acı gerçekler.

Özel, sonunda Siyah’a söz hakkı vermeye karar vermiş. Ne olursa olsun her insanın kendini savunmaya hakkı olduğunu düşünmüş. Siyah’a yemin ettirmiş. Yaşamı boyunca asla ama asla Tüp’ün ona bunları anlattığını dile getirmeyecekmiş Siyah.

Ve Siyah başlamış Özel’e, belki de ilk defa içinden gelenleri anlatmaya…

6 Mayıs 2011 Cuma

THE PACIFIC (2010) – Birinci Bölüm: Guadalcanal/Leckie


Milli tarihlerinden filme alınmadık tek saniye kalmaması için çabalayan Amerika’nın en güçlü sinemacılarından Steven Spielberg ve Tom Hanks’in yapımcılığında, ülkenin en önemli kanalı HBO için çekilen ve II.Dünya Savaşının Pasifik cephesini anlatan 10 bölümlük mini dizi “The Pacific” dünya çapında birçok ülkeye pazarlandı.

Gerçek savaş görüntüleri üzerine dönemi anlatan Tom Hanks’in sesiyle başlayan ilk bölüm, bir süre sonra inandırıcılığı artırmak adına kameraya bakan yüzlerin röportajlarına yer veriyor. İlerleyen bölümlerde de başvurulacak bu tercihin ardından sinema filmi edasıyla hazırlanmış fakat fazlasıyla uzun tutulmuş, HBO dizileri arasında bugüne dek şahit olduğumuz en kötü jeneriği izliyoruz. Hans Zimmer katkılı müzik de iç karartıcı.

Askerlerin savaşa gitmek üzere donanmaya yazılmaları ve Amerikan ailesini yücelten bir noel yemeği sahnesini takiben Pasifik adasına doğru yola çıkıyoruz. “Saving Private Ryan/Er Ryan’ı Kurtarmak” ve benzerleri ile büyütülmüş neslimize nanik yapan karaya çıkış sahnesinin ardından bolca ormanda yürüyüş izliyor ve bir gece baskını ile ilk bölümü noktalıyoruz.

Çatışma sahnelerinin heyecandan uzak olduğunu ve ele geçirilen Japon askerine yapılan eziyetin “Schindler’s List/Schindler’in Listesi”nde tüfekle pencereden Yahudi avlama sahnesinin etkisini yaratmak istese de beceremediğini belirtmeliyiz.
Fazlasıyla duygulara oynayan ancak etkisiz hamleleri var dizinin. Bir başka ölü Japon askerinin çantasında bulunan aile fotoğrafına kameranın uzun uzun dalıp gitmesi, onlar da insan demesi oldukça rahatsızlık veriyor örneğin.

Kısaca “The Pacific” savaş filmi diye ağaca çıkanlar hariç kimseye tavsiye edebileceğim bir başlangıca sahip değil.

2011 MAYIS TÜRKİYE VİZYON FİLMLERİ – 1.HAFTA

Ülkemizde mayıs ayının ilk haftası dördü yerli yapım, biri animasyon ve biri belgesel olmak üzere tam 9 film gösterime giriyor. www.filmlerim.com'a yazdığım haberi okumak için buraya tıklayın.



HENRY'S CRIME - malcolm venville 06.05
DEVRİMDEN SONRA - mustafa kenan aybastı 06.05
VANISHING ON 7TH STREET - brad anderson 06.05
KÜÇÜK GÜNAHLAR - rıza kıraç 06.05
HOODWINKED TOO! HOOD VS. EVIL - mike disa 06.05
AĞIR ABİ - oğuzhan uğur 06.05
COPACABANA - marc fitoussi 06.06
GİŞE MEMURU - tolga karaçelik 06.05
SENNA - asif kapadia 06.05

1 Mayıs 2011 Pazar

2011 NİSAN TÜRKİYE VİZYON FİLMLERİ – 5.HAFTA

Nisan ayının son cuması ülkemizde gösterime giren filmleri www.filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.

ZEFİR - belma baş 29.04
FAST FIVE - justın lin 29.04
THOR - kenneth branagh 29.04
INCENDIES - denis villeneuve 29.04
NEVER LET ME GO - mark romanek 29.04
CHERRYBOMB - lisa barros d'sa-glenn leyburn 29.04
THE PRODIGY - robert d. hanna 29.04
PINA – wim wenders 29.04

2023 - Kalan 6 Ay

Temmuz, on beş ay sonra spor salonlarına döndüğüm ve eğer bir kaza bela olmazsa, nasıl öleceğimi de öğrendiğim ay oldu. Bunun getirdiği duyg...