17 Haziran 2010 Perşembe

KENDİMDEN İĞRENİYORUM

Etrafa saldıran, umutsuzca ısırmaya çalışan, tuttuğu kulağı yediği tüm sopalara ve tekmelere rağmen bırakmayan kuduz bir köpek gibiyim.
Paralel evrende sevilmek istiyorum. Paralel evrende benden korkulsun istiyorum. Paralel evrende saygı görmek istiyorum. Paralel evrenden arkadaşlarım olsun istiyorum. Paralel evrende tutku istiyorum. Paralel evrende mutluluk bekliyorum. Olmuyor. Olmayacak gibi duruyor. Böyle hayal etmiyordum.
Herkes alıngan burada. Herkes mutsuz. Çoğu kötü niyetli. Tutunmak zor. Zorluk rutin.
Öfke doluyorum. Bağırıp çağırıyorum. Hayatta hiç yapmadığım şekilde. Hiç yapmadığım kadar. Alttan almıyorum. Uğraşıyorum. Kan kusturmak istiyorum bir anda birine. Cezalandırmak istiyorum. Üzerine sevilmek. Sayılmak. Korkulmak. Güzel sözler işitmek. Kalıcı olmak. Kalmak. Bitirmemek.
Oysa gelişmemiş bedenimle erkekler vadisinde bir çocuğum. Öfkem hırs. Saygım yapma. Katlananlar mecburi. Duyduğum güzel sözler ön ödemeli. Bahanem bol. Saldırım gece gündüz.
Önüme gelene çatıyorum. Önüme gelene batıyorum. Durduk yere birinin bugüne dek paralel evrende gördüğü en müthiş insan olup yanımda ölüme götürebilecek kadar sevdiriyorum kendimi. Sonra vuruyorum. Yüzüne. Karnına. Hiç yapmadığım şekilde. Hiç cesaret edemediğim. Edemeyeceğim de.
Oynuyorum. Oynamıyorum diyorum ama oynuyorum. Çok açık, benim için.
Eskiyi özlüyorum diyorum. Köyümü, cennetimi. Özlemiyorum. Burası cennet olsun istiyorum. Paralel evrenin sonsuz imkânlarında cennet yaratayım diyorum. Olmaz, bana.
Üzülüyorum. Kırılıyorum. Aşağıladığım canlıdan sevgi görmeyince. Ağlamaklı oluyorum. Üstlere timsah, yalnızken cidden. Kırılıyorum.
Zorlanıyorum. O masa yine orada olsaydı. Ben yanında olsaydım. Bazen seni özlüyorum.
Var olan küçüklüğümden tiksiniyorum. Büyüğü ezip yücelmek istiyorum. Takıyorum. Nefretle.
Her akşam o işi yapıyorum. Yapıyorum gibi geliyor bana ama yapamıyorum. Yapmak istiyorum ama yetmiyorum. Yettiğimi farz edip. Bağırıyorum. Aşağılıyorum. İstiyorum asla olmayacak bir şeyi. Nefret ediyorum. Sorumlusuna isyan ediyorum. Dinden çıkıyorum. Küçülüyorum. Daha da mutsuz. Devam ediyorum.
Kuduruyorum yalnızlıktan. Kuduruyorum eksiklikten. Anlatamamaktan. Nefretle yazıyorum bunları. Siz anlamayacak her neyselere.
Daha zavallı olunamaz.
Kendimden iğreniyorum.

15 Haziran 2010 Salı

KIRILMA GÜNÜ

Bugün o kadar çok kişi beni kırdı ki; günü kırılma günüm ilan ediyorum. Çok iyi tanıdığım insanlar değillerdi, beraber yıllar harcamamıştık ama işte başardılar yaralamayı savunmasız kalbimi. Başarmalarının sebebi oldukça belliydi. Savunmasız kalbim. O kadar uzun süredir yalnız ki.

ÜÇÜNCÜ SAYFA

Yaklaşık bir yıl sonra gazetelerin üçüncü sayfasında yer alması muhtemel bir haberi sizinle şimdiden paylaşmak istiyorum.
Hatay Kırıkhanlı 1989 doğumlu genç erkek, aynı yerden genç bir kızı sevmiş. Aşk dolu yaklaşık on yılın ardından genç kız erkeği istemediğine karar vermiş ve aniden gencin bir akrabası ile nişanlanmış. O sırada vatani görevini yapan genç erkek bu duruma telefonla müdahale etse de kızı ikna edememiş. Çıkamadığı kafesten diş bileyen, bütün gün spor salonunda kaslarını şişirip intikam planları yapan genç adam; akrabasının polis okulunu kazandığı haberi ve silahla çektirdiği fotoğraflarla gözdağı verme çabası üzerine uzman çavuşluk sınavlarına girmiş. Tek amacı akrabası gibi ruhsatlı tabanca sahibi olmak olan genç, sınavda başarılı olmuş. Şimdi tek hedefi vatani görevini tamamlayıp yine vatanın ona teslim edeceği tabancayı alarak kızı ve nişanlısını öldürmek. Artık kim akıl verdiyse, namus davasından iki yılda çıkacağını düşünmekte hapisten, aynı zamanda. Bunu hayatında ilk kez birine anlattı. Ve o kişi de blogunda yazdı. Bu çıldırtıcı sorumluluk ve masalsı anlatım da cabası.

10 Haziran 2010 Perşembe

KOPARILAN

“Yoksa bahçemin eski şanı, sebebi koparılan çiçekler” diyor ya yeni Sertab Erener-Soner Sarıkabadayı şarkısı. Düşündüm kimler kopardı diye çiçeklerimi. 8 yıl biri yoldu durmadan, yaktı yıktı da ayrıca. 8 ay başka biri sonra. Islattı da bolca. Aylarca kendim koparıp önüne serdim sonra başka birinin. O da dönüp bakmadı. Tabi olmaz bahçemin eski şanı. Güzel söz.

YAHŞİ BATI (2010) by ÖMER FARUK SORAK –


Zafer Algöz’ün ışıldayan oyunculuğu dışında berbat bir sonuç, nafile bir çaba. Ozan Güven, Özkan Uğur olmadan ne zaman film çekecek Cem Yılmaz. Belki kendi de oynamadan. Olmuyor işte bu kadroyla, oynayamıyor bu adamlar. Ömer Faruk Sorak uzun metrajın altından kalkamıyor. Sanat yönetimine para harcamak dokunun tutmasına yetmiyor. Mutlu bir set ortamı, filmi komik yapmıyor. Süre uzadıkça yapımın şansı artmıyor. Olmuyor da olmuyor. Cem Yılmaz sinema işini kıvıramıyor.

6 Haziran 2010 Pazar

Çocukların bisikletlerini akşam eve dönerken kilitlemek ya da balkona taşımak zorunda kalmadıkları, çünkü silahlı muhafızlar tarafından korunan bir yer var mı bildiğin?
Kimseyi sevmek zorunda olmadığınız, emredebildiğiniz, hükmedebildiğiniz, size tabi insanlarla dolu çevreler yaratılan bir yer var mı bildiğin?

POPÜLER MÜZİKTE SON AYLAR (devamı)






Emre Altuğ da Soner Sarıkabadayı rüzgârından faydalanayım demiş ve kendini iki şarkıyla atmış piyasaya bu yaz. Ama başkasının ayakkabısını giymiş gibi olmuş.
Emel Yalçın yani radyoların Çokemel’i, tek şarkıyla eğlenceli, tüm albümle sıkıcı.
Deniz Arcak’ın yıllar sonra imece usulü çıkardığı albümü vasat.
Demet Sağıroğlu tamamen unutulmadan önce yeni albümünün hazır şarkılarını sundu ama ne kadar hazır oldukları tartışmalı.
Demet Akalın kendinin parodisine dönüşmüş durumda. Bir Demet Akalın şarkısı uydur dense çocuklara, böyle sözler söylerler.
Candan Erçetin sinema dünyasından aldığı yaralarla birlikte son baharını yaşıyor. Kıymeti asla azalmayacak bir sanatçı olsa da gerçekten iyi bir albüm yapamadığı sürece kenarda kalmaya devam edecek. Belki yeniden Mete Özgencil’in kapısını çalmalı.
Feridun Düzağaç dördüncü albümü “Orijinal_Altyazılı” ile dikkatleri üzerine çekmiş, kimsenin kayıtsız kalamayacağı hitler ve üst düzey şarkılar çıkarmıştı. Bu başarı sonrası, ortalıkta gezen ve o dönemin hızlı pop şarkıları arasında nispeten gölgede kalan, sadece bilenin bildiği ilk üç albümüne de ilgi artmıştı. “Beni Rahatta Dinleyin”, “Köprüden Önce Son Çıkış” ve “Tüm Hakları Yalnızlığıma Aittir” çok iyi söz ve besteler barındırsa da muzdarip olduğu bazı kayıt problemleri, ulaşma zorluğu gibi nedenler ve en önemlisi yeniyi tüketme çılgınlığı dolayısıyla bir sonraki albümü en çok beklenen isimlerden biri olmuştu Düzağaç. “Bir Devam Filmi-Siyah Beyaz Türkçe Dublaj” ismiyle de ümit vaat ediyordu ancak beklenen olmadı. Sanatçı bildiğini okudu, içinden geleni yaptı, “Alev Alev” kitlesinin bir kısmını kaybetti. “Uykusuza Masallar” albümüyle de kişisel yolculuğunu sürdürdü. Ne onunla yürüyenlere göre davrandı ne de yarı yolda bırakanları kazanmaya çalıştı. 2010 yılında yayınladığı son albümü “FD7 Meyil Adresim Sensin” bu sebeplerle sadece yeni bir Feridun Düzağaç albümü kadar bekleniyordu. Ancak üstat herkesi yakalayacak, “Alev Alev” ya da “FD” şarkılarının yanında gururla yükselecek dokuz yeni şarkıyla çıkmıştı karşımıza. Albümde yer alan “İz” hariç bütün şarkılar Feridun Düzağaç’ın günümüzün kendi şarkılarını söyleyen en önemli erkek söz yazarı olduğunu kanıtlıyor.

(bitti)

POPÜLER MÜZİKTE SON AYLAR (devamı)






Hepsi’nin hepsinin katılmadığı yeni albümü “Geri Dönüşüm” Mete Özgencil’e yapılmış terbiyesizliktir.
Hayko Cepkin; ilkinden iyi, ikincisinden kötü, ortalama bir albüm yapmış işte. Kısa sürede yeniden denemesi lazım.
Hande Yener; bütün gün Twitter’da kendini övse ve övenleri vitrine çıkarsa da, kariyerinin en kötü albümünü yapmıştır. İçinde ne dinlenecek ne hatırlanacak tek şarkı yoktur. Sinan Akçıl denen yeteneksizin kime faydası oldu ki sana olsun be Hande? İzel’e el attı adam, nerede İzel? Hadise’ye ne faydası oldu? Koskoca Nilüfer’in kariyerini bile sekteye uğrattı.
Gripin tek şarkının versiyonlarını yapmaya devam ediyor. O hüzünlü sesten bıkana dek dinlemeye devam edeceğiz, sonra unutup gideceğiz.
Göksel artık günümüze dönse iyi olur.
Gökhan Özen yeni tek şarkılık albümü “Daha Erken” ile bir iki haftalığına adını hatırlatır o kadar.
Emre Aydın mükemmel de olsa tek albümlük olmadığını “Kâğıt Evler” ile gösterdi. Dinlendikçe yücelecek bir çalışma.

(devam edecek)

5 Haziran 2010 Cumartesi

POPÜLER MÜZİKTE SON AYLAR (devamı)






Serdar Ortaç son iki albümüyle sinir olunsa da beğenilen-çalınan şarkıcı olmasını; uzun cümleler kuran, kafiyeyi bozmamak için sapıtsa da bazı anlamlar çıkarılabilen şarkılara, sesinin ne kadar kötü olduğunu anımsatan düetlere borçluydu. Alt yapıları zıvanadan çıkmış son albümü “Kara Kedi” ile ilk dönemlerine dönen şarkıcı, bırakın 90-100 kelimeyi, aynı 3-5 harften türetilmiş sözcüklerle yazdığı yeni şarkıları ile ne yazık ki ortalama bir bestesinin ömrü olan iki haftayı çıkaramayacak düzeyde.
Rober Hatemo’nun kimseye görünür kılamadığı “Mahrum” ve “Hurra” şarkıları gayet iyi.
Özlem Tekin’in İstanbul’u bırakıp yerleştiği köyden evli bir kadın olarak yaptığı “Bana Bi’şey Olmaz” için “en iyi albümüm” diyecek kadar şuurunu kaybettiği belli olduğundan kızamadığımız yeni zavallı hali, bir daha asla “Tek Başına” gibi bir albüm yapamayacağının garantisi. Türkiye çok iyi bir sanatçısını daha kaybetti.
Nazan Öncel Hamit Ündaş’a verdiği ve birlikte çok iyi söylediği “Tuttum Bırakmam” şarkısını iki kötü düzenlemeyle bu kez kendi başına söylemiş. Neden?
Mustafa Ceceli ve Ferhat Göçer’i ciddiye alıp bahsetmem bile.
Mirkelam, Kargo’nun heteroseksüel üyeleri ile yaptığı albümle ne kadar başarılı bir müzisyen olduğunu cümle âleme ilan ediyor. Tek türün, tek tip şarkıların memuru olmayacağını, konsept albüm yapacak cesareti ve yeteneği olduğunu gösteriyor. Muhteşem bir iş.
İzel’in Jazznağme’sinin ölü doğum olduğunu bilmeyen yok zaten.

(devam edecek)

POPÜLER MÜZİKTE SON AYLAR






Işın Karaca uğraşıp didinip Sezen Aksu olmadan bir albüm yapmış ve diğer Sezen’den uçan kuşların aksine “Uyanış” ile belli bir başarı yakalamıştı. Albümde “Gidemedim”, “Sensiz Hikâyem” gibi asla eskimeyecek parçalar vardı ama yeni yayınladığı, adından başlayarak dökülen “Arabesque” albümü birinci sınıf aranjelerine rağmen Işın’ın arabeski anlamayan yorumu nedeniyle dinlenemiyor.
Pamela Spence, artık herkesin bildiği üzere 15 dakikalık şöhretini yaşadı ve bitti. Bir daha da onun zamanı olmayacak. Yine de çalışmaya devam eden şarkıcının son albümü “Stil Zengini” vakit ayırmaya değer.
Zeynep Dizdar feci halde Ajda Pekkan sesleri çıkardığı şarkısı “Aşkın Büyüsü” ile geçici bir keyif verici.
Yonca Lodi “Emanet” şarkısının iki düzenlemesi ile de üçüncü lig şarkıcılar arasında başarılı.
Yıldız Tilbe dibe vuran kariyerinin en kötü denemesi iki CD’lik “Aşk İnsanı Değiştirir” sonrası vakit kaybetmeden ortalığı toparlamaya çabaladığı “Hastayım Sana” albümünde iki tane de olsa Yıldız Tilbe şarkısı yapabilmiş.
Yaşar’ın “Eski Yazlar” adlı albümünü denemek bile istemiyorum.
Tuğba Özerk, Nazan Öncel kıyağı “Lo lo lo” sonrası yapabildiği tek iyi şarkı “Gidesim Geldi” için sadaka vermeli.
Şebnem Ferah Türkçe rock müziğin kalan tek iyi söz yazarı olarak “Can Kırıkları” sonrası ne yapacağı en çok merak edilen sanatçıydı. O albümle çıtayı o kadar yukarı taşımıştı ki, eski albümleri de yeniden kucaklandı ve dört yıl boyunca kraliçe gibi ağırlandı. Sonuna kadar hak ettiği bu durum 10 Mart 2007 İstanbul Konseri’ni de defalarca izletti-dinletti. Benim için en kıymetli üçüncü şarkıcı oldu. Ancak üzülerek söylemeliyim ki, “Benim Adım Orman” albümünden beş yıl sonra konserlerde eşlik edilecek tek şarkı “Serapmış” olabilir. Yılın en büyük hayal kırıklığı.
Soner Sarıkabadayı özellikle Sertab Erener ve Murat Boz’a verdiği bestelerle gündemin Alper Can-Fettah Narman’ı. Kendi söylediği “Buz” ve “Pas” ise, eh işte.

(devam edecek)
Herkesin birbirini bıkmadan usanmadan şikâyet ettiği, tutanak tuttuğu, çevresindekilere nefretle diş bilediği, asgari ücretin 40’ta 1’ine çalıştırılanların bile koltuğunun altında dava dosyalarıyla gezdiği bir yer var mı bildiğin?

4 Haziran 2010 Cuma

CUDİ İLE GABAR ARASINDA 29 GÜN

Sabah erkenden gözlerinizi açarsınız. Bilirsiniz göz kapaklarınızın açık olduğunu ancak emin olamazsınız. Zifiri karanlıktır içerisi. Göremezsiniz. Ne bir ışık huzmesi vardır ne yansıtan cisimler. El yordamıyla beş altı adım atar, zorla açılan kapıyı itersiniz. Geceyi geçirdiğiniz metal kutudan dışarı adım atmak isteseniz de gözlerinizin o muhteşem güneşe alışması en azından bir dakika sürer. Kapınızın hemen karşısında sizden saatler önce uyanmış, bazıları hiç uyumamış genç erkekler; temizliği yapmış, kahvaltıyı hazırlamış, sizin geldiğinizi fark ettikleri için ayakta beklemektedirler. Belli belirsiz günaydın demenize karşılık tüm nefesleriyle karşılık verirler. Kahvaltınızı ve çayınızı getirir, diğer istekleriniz için hazır beklerler. Bu pışpışlanmanın ardından sizin zor saatleriniz başlar. Sıraya geçer, orada olduğunuzu gösterir –sanki gidecek yer varmış gibi- ve görevlerinizi yapmaya koyulursunuz. Bütün gün sinir stres içinde, ayrıntıları sorgulamadan bazı şeyler yaparsınız. Ne öğle yemeğine vaktiniz vardır ne de akşam. Çok erken başlayan günün 19.00’dan sonrası size kalacak sanarak kutunuza dönersiniz. Çok geçmeden heyecanlı biri gelir.
“Gidiyoruz!”
Hızla kıyafetlerinizi değiştirir, çantanıza gerekli malzemeleri doldurur, açlıktan ölmemek ya da konservelerden zehirlenmemek adına formüller düşünür, kırk kiloya varan ağırlığınızla yarım saat içinde yolculuğa hazır olursunuz. Yürümeye başlarsınız. Bir haftadır bıkmayan yağmur hala sizi ıslatmaktadır. Bir saat geçer. Ay bile yoktur o gece. Karanlık tavizsizdir. Daha önce hiç basmadığınız doğal oluşumlara basarsınız. Taş ya da kaya demek tarifi basitleştirmek olacaktır onlar için. Yağmur yeterince dokunmamış gibi size, derelerden geçer botunuzu da suyla doldurur belinize kadar rezilliğe, boynunuza kadar çamura gömülürsünüz. Saatler geçmeye, gece ilerlemeye devam eder. Durmak, işemek, konuşmak imkân dâhilinde değildir. Şekiller karışmaya başlar, dağ ayağınızın altından sırtınıza ve en sonunda sizi ezecek şekilde tepenize çıkar. Tek seferinde dahi düz bir zemine adım atamadan sekiz saat yürürsünüz. Gün ışımaya başlayınca sis bastırır, ölüm korkusu bacaklarınızda kalmayan güce ek olur. Varmanız talep edilen yere ulaştığınızda bütün gece göz açtırmayan yağmurun, dururken daha acımasız olduğunu fark edersiniz. Terden ya da diğer sulardan sırılsıklam vücudunuza kuru giysiler geçirebileceğiniz bir kaya dibi yoktur. Erişebileceğiniz en büyük lüks, daha az ıslaklıktır. Vardığınız yerde geçirmeniz gereken, işemek için bile uzaklaşamayacağınız on saatiniz vardır. En azından size öyle söylenmiştir. Akşam aynı yolu dönmeyi umut ve nefretle beklerken, bir gün daha kalın der bir ses. O ek gün için yemeğinizin yolda olduğu muştusuyla.
Sonunda günleri falan unutup canınızın derdiyle demir kutunuza dönmeyi ömür boyu sizinle olacak sakatlıklarla da olsa başarabildiyseniz, tek ihtiyacınız sevgi olacaktır. Belki bir gülümseme. Bir hoş geldin.
Ertesi gece yine biri gelene dek.
“Gidiyoruz!”

2023 - Kalan 6 Ay

Temmuz, on beş ay sonra spor salonlarına döndüğüm ve eğer bir kaza bela olmazsa, nasıl öleceğimi de öğrendiğim ay oldu. Bunun getirdiği duyg...