28 Ocak 2012 Cumartesi

GELECEK


Hem en iyisi olmaya çalışıyorum, hem en kötüsü. Tapılmak ama burnundan getirmek. Garip bir tekmeleme ihtiyacı var içimde. Her boku görüp geçirmişim de, ahkâm kesme yaşlarım gelmişçesine.

En sevdiğim dostum olması lazım kişiyle tek konuştuğumuz geleceği. Onun başına gelmesi beklenenler. Benim nerede olduğum önemsiz. Araya iki cümle sokabilirsem ne ala.

Bugün blogda 500. yazıya ulaşmama sevindim. Ne kadar yalnız olduğumun tesciline niye seviniyorsam.

Kimseyle derinleşememe hastalığından ağlıyorum. Ya da ağlayamıyorum çok uzun zamandır. Bu gece lise arkadaşımın düğününde geçirdiğim iki dakika gibi her şey. İnsanlardan kaçış. Ekranlara dalış. Yaş oldu 28. En güzel boyanmış trenlerin hepsi gitti. Şimdi sadece sevişirken midemi bulandırmaması kıstas. Anlatılamaz arzularım dahi sönük. 20’likler var etrafta. Aşktan, evlilikten bahseden. Arzularım var gözlerimi yaşartan. Söyleyemediğim. Söylenmeyen. Her yansımanın ardında bir giz var. Gizlemem gereken.

Ağlamak var şimdi. Doya doya ağlasam. İlgi çekmek için. Üzülme denilsin diye. Yalnızlığım 15 dakika daha şöhret getirse. Daha iyi yazdığım için değil. Yazdığım için değil. Para kazandırdığım için değil. İş gördüğüm için değil. Borç verdiğim için değil. Lisedeki halimi sevseler. Yeni kırılmış halimi. Parçalanmış halimi. Güçsüz. Elini uzatsa yine arkadan o/biri. Yıllar sürecek iyi-kötü günler başlasa yine. Sevsem. İçim soğuktan titremese şimdi. Acıdan olsa. Hissetsem yine. Eskisi gibi.

Başkalarının siyasi görüşlerinden seç-beğen ile uğraşmasam.

Tek gerçeğimle geçse günler. Oyuncular geçici olmasa. Uzakta durmasa. Gelse. Gitmese. İşi olmasa da, işi olsa da. Gitmese. Ekranları kapatsak. Okuduklarımızdan anlatsak. Gelecekten. Geleceğini sandığımız şeylerden. Dumbledore’un ölümünden. Albay’ın dertlerinden. Konsomatrisin güzelliğinden. Marlon Brando’dan. Yıldızlardan. Pancardan. 2012’de konuştuklarımızdan değil. Üzüntülerden değil. Hayallerden. Birbirimize olan aşkımızdan konuşsak. Özlemimizden. Birbirimizden. Dünya batsa koymasa. Biz iki sandalyede bir masanın etrafında. Senin cebinde para ve sigara. Benim milyon kere aynada bakmadan çıkamadığım görüntüm, sana geliyorum diye. Senin beynimi beğenmen. Çirkinlik ve güzellik üzerine şakalar. Apartman girişinde izinli öpücük. Hemen gelen asansör. Asansörde iletilen mesaj. Mutlulukla eve yürüyüşüm. Fotoğraflara bakmaya başlamam. Defterlere yazmaya doymamam. Yine yaşansa. Yine sen olsan tek sevgilim. Dağıtmasam. Kapıda duranlardan, yanıma gelenlerden, gittiğim şehirlerden sevdiklerim olmasa. Hepsine sende doysam. Sen 8 yılımı daha alsan.

26 ağustos gelse. Senaryomu okusan. Kendimden geçsem. Onaylanma ihtiyacımı yıldızlarla ifade etsen. 3,5 versen. Daha çekilmemiş haline. En yüksek notu alsam. Cesaretlensem.

Gelecek yıl için. Geleceğimiz için. Gelmeyeceğini bilmesem. Gelecek sansam. Gelse.

27 Ocak 2012 Cuma

500


1999 senesinde aşkla tanışınca, bir de bu anlatılamaz durumu yalnız sırtlanmam gerekince elime geçen ilk deftere içimi dökmeye başlamıştım. Pembe sayfalı, ablamın yeni akrabalarının doğum günüm için hediye ettiği bu sert kapağın içine onunla ilgili her şeyi aktarmaya çalışıyordum. Çoğunlukla ağlayarak, bazen mutlulukla. O defter bitti, başkasına geçtim. O da bitti. Hayatımın aşkı doğum günümde bana sayfa eklenebilir bir defter hediye etti sonra. Hiç bitmeyecek bir defterim oldu. Uzaklara gitmeden evvel o alıyordu yeni sayfaları, şimdi ben tek başımayım.

2008’in sonlarında defterler yığın olunca teknolojiden yardım istemeye karar verdim. İnternete yazmak elbette çekmecemdeki kâğıtlar gibi özgürlük tanımayacaktı ama olsun, denemek istedim. Yazılabilecek yüzde biri açtığım bloga gönderdim, gerisini yeni eklenebilir sayfalarla paylaştım.

“İyi bir yazar olmak için önce günlük tutmalı” sözünden çıkmamak için defterlerden vazgeçmedim, sadece günlüğümden taşanları bu adrese yönlendirdim. Gönül işlerimin azaldığı dönemde sinema eleştirisine merak salınca blog iyice hareketlendi. Filmden çıkınca arkadaşlarıma anlattıklarımı -ortada gidilecek sinema ve arkadaş da kalmamasıyla birlikte- buraya yazdım. Yavaş yavaş yazılar ciddiyet kazandı ve 9 Nisan 2011’de Filmlerim.com’dan sevgili Nilay Dirim bana ülkenin en iyi sinema sitesinin kapılarını açtı. Bir yıl dolmadan sitede yayınlanan ve blogtan link verdiğim yazılarımın sayısı 80’e ulaştı.

Bu, http://serkancellik.blogspot.com adresinden yayınlanan 500. yazı. 261’i sinemayla ilişkili olan girdilerin 206 tanesi film eleştirisi. 47’si bir şekilde Oscarlara dokunuyor, 19’u Altın Kürelere, 37’si Türk filmlerine.

43 yazının içinde erkekler var, 23 yazının içinde kadınlar. 32’sinde aşk var.

Köylü çirkini 29 tanesine konu olmuş, Isparta 19’una.

20’sinde Kahramanmaraş var, 19’unda Adana, 13’ünde Ankara.

Günde 30 kişi girince sevinçten uçtuğum zamanlar geride kaldı. FLASHland Sinema Facebook sayfası, grubu ve Filmlerim.com’un verdiği linkler sayesinde günlük sayfa görüntülenme sayısı 500’ün altına düşmüyor artık.

Uzun süredir içimden şehirler geçmediğinden sadece sinema yazıyor oluşum takipçileri sıksa da gereksiz bir duygusallıkla baştan beri her gün “Serkan ne yazmış” diye bakan herkese teşekkür ediyorum.

THE ARTIST (2011) by MICHEL HAZANAVICIUS ***-


En İyi Film
En İyi Yönetmen
En İyi Orijinal Senaryo
En İyi Erkek Oyuncu
En İyi Kadın Oyuncu
En İyi Kurgu
En İyi Müzik
En İyi Görüntü Yönetimi
En İyi Sanat Yönetimi
En İyi Kostüm Tasarımı dallarında Oscar adayı "The Artist/Artist" filminin eleştirisini Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.

REAL STEEL (2011) by SHAWN LEVY ***-


“Real Steel/Çelik Yumruklar” 110 milyon dolar bütçeli bir baba-oğul hikâyesi. Ondan beklendiği üzere boş kafalı-çok gürültülü-Transformers rüzgârından nasiplenmeye çalışan-Hollywood seri üretim fabrikası menşeili efektlerine güvenen-dramatik yapıdan yoksun-anında unutulacak-o filmlerden biri DEĞİL! Aşağılamak için başka hedef seçin.

“Real Steel/Çelik Yumruklar” filminin eleştirisini "ÖtekiSinema.com" için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.

DON’T BE AFRAID OF THE DARK (2010) by TROY NIXEY *-


Guillermo Del Toro projesi, Troy Nixey'in ilk yönetmenlik denemesi "Karanlıktan Korkma" filminin eleştirisini Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.

2012 OCAK TÜRKİYE VİZYON FİLMLERİ – 4.HAFTA

10 dalda Oscar adayı "Artist" ve Guillermo Del Toro projesi "Karanlıktan Korkma" ile Ata Demirer'in 311 salonu işgal etmesi beklenen "Berlin Kaplanı" bu hafta gösterimde. Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.


DON'T BE AFRAID OF THE DARK - troy nixey 27.01
BERLİN KAPLANI – hakan algül 27.01
THE ARTIST – michel hazanavicius 27.01

24 Ocak 2012 Salı

FINAL DESTINATION 5 (2011) by STEVEN QUALE –


2000 yılında James Wong’un çektiği “Final Destination/Son Durak” gerilim filmlerine yeni bir katil kazandırmış, ölümü; gençleri tek tek avlayan bir korku figürü olarak sunmuştu. Dünya çapında hit olan, 90 milyon dolar kar getiren filmin devamı üç yıl sonra gelmiş, ilkinin altında kalsa da kendinden nefret ettirmemişti. James Wong 2006’da “Final Destination 3/Son Durak 3” ile başlattığı seriye dönmüş ve yapımcılarına bu kez 92 milyon dolar kazandırmıştı. Üç boyutlu çekilen dördüncü filmle kalite dibe vurdu. 3D biletlerin daha pahalı olması sayesinde 146 milyon dolar kar eden “The Final Destination/Son Durak 4”ten daha kötüsü olamaz diye düşünürken beşinci bölüm geldi. Bu film sinema sanatının bazı hususlarında zirveye oynuyor.

“Final Destination 5/Son Durak 5”;

- Berbat yazılmış yüzeysel karakterlerin
- Alay konusu diyalogların
- Kötü oyunculuğun
- Kurulamamış mizansenlerin
- Mide bulandırıcı esprilerin
- Anlamsız bakışmaların
- Dökülen kurgunun
- Klişe çatışmaların (you should take the job, go Paris)
- Mantık dışı ölümlerin (iki metreden düşüp ikiye yarılan jimnastikçi kız)
- Amacından sapışların (masaj sahnesi)
- Gereksiz 3D efektlerin (seyirciye bardak fırlatma)
- Abartının (Olivia'nın camdan düşmesi)
- İğrençliğin (parçalanmış vücut parçaları)
- İşlevsiz rollerin (Ajan Jim Block)
- Starlara fiziksel olarak benzeyen yeteneksizlerin
- Eksen kaymasının (teen-slasher öykünmesi)
- Ucuz numaraların (ilk filme bağlanma telaşı)
- İtici tiplerin
- Gülünç seslerin
- Rahatsız edici mizahın

…zirvesi olmaya aday.

Uzak durun!


Dördüncü filmin eleştirisi için tıklayın.

23 Ocak 2012 Pazartesi

84. Akademi Ödülleri – Sinema Bloggerlarının Aday Tahminleri


Umur Çağın Taş'ın Oscar Boy adlı sitesinden yaptığı çağrıya kulak veren 21 sinema bloggerının yarın Türkiye saatiyle 15.30'da açıklanacak 84. Akademi Ödülleri aday listesi tahminlerinin son hali yayınlandı. Benim de katkıda bulunduğum listelere ulaşmak için buraya tıklayın.

Güncelleme: Adayların açıklanmasının ardından tahminlerimizin ne kadar tuttuğunu gösteren yeni bir yazı yayınlandı. Buradan ulaşabilirsiniz.

THE GIRL WITH THE DRAGON TATTOO by DAVID FINCHER (2011) ****


İsveçli yazar Stieg Larsson’un “Kadınlardan Nefret Eden Erkekler” anlamına gelen ancak ülke dışına “Ejderha Dövmeli Kız” şeklinde pazarlanan üç kitaplık Millennium serisinin kendi ülkesinde orijinal adıyla çekilmiş ilk filmi kitabın popülaritesi sayesinde dünya çapında gösterim imkânı bulmuştu. Bir anda gözlerin İsveç edebiyatına çevrilmesini sağlayan seri, ardı ardına birçok dile çevrildi ve fenomene dönüştü. Roman uyarlamalarının problemlerinden epey uzak, başarılı bir filme imza atmıştı Niels Arden Oplev. Kitabın varlığından haberdar olmayanların roman uyarlaması olduğunu anlayamayacağı “Män som hatar kvinnor/Ejderha Dövmeli Kız”ı mini dizi olarak televizyonda gösterilmesi planlanan fakat sonradan sinemalarda gösterime sokulan iki film izledi. “Flickan som lekte med elden” ve “Luftslottet som sprängdes” Daniel Alfredson’un yönetiminde aynı oyuncu kadrosuyla hayata geçirilmiş fakat ilk filmin başarısını tekrarlayamamıştı. Başrollerdeki Michael Nyqvist ve Noomi Rapace iyi oyunculuklar sergileyerek serinin vasatın üzerinde noktalanmasına katkıda bulundular yine de. Hollywood iki oyuncuya da kayıtsız kalamadı. Michael Nyqvist “Mission: Impossible – Ghost Protocol/Görevimiz Tehlike 4”ün kötü adamı oldu, Noomi Rapace “Sherlock Holmes: A Game of Shadows/Sherlock Holmes: Gölge Oyunları”nın esas kızı.

Hollywood’un popüler romanları vakit kaybetmeden sinemaya uyarlayıp daha çok para kazanmak istediğini biliyoruz. Son on yılın en bilinen örnekleri Dan Brown’ın The Da Vinci Code ve Angels&Demons romanlarını beyazperdeye taşıyan Ron Howard’ın başarısızlığı ortada. Yüzlerce ayrıntı içeren kitapları olduğu gibi filme almaya çalışan yönetmen hem kitapların heyecanını yok etmiş hem de sinema filmi olmanın gereklerini yerine getirememişti. Sadece kitabı bilenlerin takip edebileceği hızda görselleştirdiği “The Da Vinci Code/Da Vinci Şifresi” filminde karakterlerin bırakın durup insani bir tepki vermeyi, şöyle bir kameranın önünde arz-ı endam edecek vakitleri yoktu. “Angels&Demons/Melekler ve Şeytanlar”da hatalarını azaltmış ancak bu kez de romanın iyi kısımlarını çöpe atmıştı. Ejderha Dövmeli Kız’ın Niels Arden Oplev uyarlaması ise baştan perde için yazılmış gibi duruyordu. Karakterlerin durup düşünecek, olayları araştıracak vakitleri vardı. Oyuncuların duygusal tepkiler verebilecekleri, karakterlerini ete kemiğe büründürebilecekleri uzun sahneleri vardı. Ve bunca sessiz geçen, gördüklerimizi sindirmemize izin veren sahneye rağmen hiçbir şeyi atlamış hissine kapılmadık. Film, kendi eksiksiz öyküsünü yaratabilmişti.


David Fincher kariyerinin ilk yeniden çevrimi için bu filmi seçti. Zaten başarılı bir uyarlamaya sahip ünlü romanı, dolayısıyla filmi yeniden çeken Fincher’ın bunu neden yaptığını filmini görene kadar anlamlandırmamız mümkün görünmüyordu fakat filmin gösterime girmesi de sorularımızın tamamını yanıtlamadı. İşin içinde Fincher olmasaydı, Amerikalı izleyicinin altyazı okumayı sevmemesi anlamlı gelebilirdi.

Fincher’ın uyarlaması romanın ilk bölümüne kronolojik olarak sadık kalıp 2009 tarihli İsveç filmiyle aynı sahneyle başlıyor. Tek fark daha hızlı kurgulanmış oluşu. “Fight Club/Dövüş Kulübü” ve “Panic Room/Panik Odası” jenerikleri çığır açıcı olan Fincher bu kez de romanın imgelerini sergileyen estetik bir video klip sunuyor. Filmin devamı da İsveç versiyonunu tekrarlamak pahasına romanın mükemmel kurgusuna dokunmuyor. Fark daha yumuşak tavrı ve daha iyi çekilmiş olması. Soğuğu hissettirmek için termometre göstermeleri bile aynı.

David Fincher 20 yıllık sinema kariyeri ve sekiz filmiyle Hollywood’un en çok saygı gören isimlerinden biri durumunda. Görüntü virtüözü olarak addedilen Fincher’ın filmleri ilgi çekici öyküler üzerine kurulu olsa da asıl merak edilen yönetmenin senaryoyla ne yaptığıdır. “Se7en/Yedi”nin polisiye başyapıtı, “Fight Club/Dövüş Kulübü”nün modern bir klasik ve kült oluşu, “The Game/Oyun”un kusursuz dinamizmi, “Panic Room/Panik Odası”nın verdiği yönetmenlik dersi unutulmaz. “Ejderha Dövmeli Kız”ın rejisi bir kez daha kusursuz. Enfes çerçeveler, birinci sınıf paralel kurgu izleyiciye üst düzey sinema deneyimi yaşatıyor. Fakat Fincher’ı büyük isim yapan sahnelerden yalnız iki tane var. Birincisi metroda Lisbeth’in çantasının çalındığı sahne, diğeri sosyal güvenlik uzmanının kelepçeleyip tecavüz ettiği. Üçüncüsü yok.


Romanın orijinal adını öykü ilerledikçe daha iyi anlıyoruz. Kadınlara sırf kadın oldukları için kötü davranan, aşağılayan, istediklerini yapabileceklerini düşünen ve öldüren erkeklerin dünyasını anlatan Larsson’un romanının İsveç versiyonunda yakalanamayan duygu Fincher’ın da gözünden kaçmış. Oscar’lı Steven Zaillian, Nikolaj Arcel-Rasmus Heisterberg imzalı ilk senaryonun üzerine tek taş koyamamış. Daniel Craig ve Rooney Mara iyi olsalar da Michael Nyqvist ve Noomi Rapace kadar kimyaları tutmamış.

David Fincher’ın dokuzuncu filmi “The Girl with the Dragon Tattoo/Ejderha Dövmeli Kız” yönetmenin filmografisinde asla olmaması gereken, anlamsız bir zaman kaybı. Neden ve nasıllar üzerine düşünmeyi bırakıp izlerseniz de mükemmel bir polisiye, Hollywood’da başka kimsenin yapamayacağı kadar iyi çekilmiş bir macera.

21 Ocak 2012 Cumartesi

2012 OCAK TÜRKİYE VİZYON FİLMLERİ – 3.HAFTA

Cameron Crowe ve George Miller'ın yeni filmlerinin gösterime girdiği hafta korku filmi fanatiklerini asık suratla salondan uğurlayacak "çok şey vaat eden bir girişim"i de içeriyor. Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.


WE BOUGHT A ZOO – cameron crowe 20.01
THE DEVIL INSIDE – william brent bell 20.01
HAPPY FEET TWO – george miller 20.01

13 Ocak 2012 Cuma

THE DEVIL’S DOUBLE (2011) by LEE TAMAHORI –


En son dört yıl önce “Next”i çeken Lee Tamahori’nin yeni filmi Latif Yahia’nın aynı adlı kitabını temel alıyor. 1987’de Saddam’ın büyük oğlu Uday’ın aralarındaki büyük benzerlik nedeniyle yanına davet edip dublörü olmasını istediği Yahia, yaşadıklarını 2003’te kitap haline getirmişti. Michael Tomas’ın senaryolaştırdığı kitaptan Tamahori’nin çektiği “The Devil’s Double/Şeytanın İkizi” 15 milyon Euro bütçeli, arkasında büyük stüdyoların yer almadığı bir yapım.

Film baştan sona Latif Yahia’nın Uday ile yaşadıklarını monoton bir anlatımla sunuyor. Uday’ın zevk ve kadın düşkünlüğünü dramatik çatışmadan uzak, olduğu gibi gösteren yapım altını dolduramadığı, sıralanmış seks sahneleri nedeniyle rahatsız edici bir hal alıyor. Grafik şiddet ve cinsellik alışılmış dozun altında seyretse de bütüne yardımcı olmadığından (aslında bir bütüne ulaşılamadığı kolaylıkla söylenebilir) “Şeytanın İkizi” izlenemez hale geliyor.

Başarılı posteri, konunun çekiciliği, Dominic Cooper’ın varlığı ya da Tamahori’nin en iyi Bond filmlerinden “Die Another Day/Başka Gün Öl”ü çekmiş olması yanıltıyor. “Şeytanın İkizi” ev sineması için üretilmiş olsaydı bile, yerden yere vurulası.

MELANCHOLIA (2011) by LARS VON TRIER **


"Bazen her şey mükemmel görünse de bize uymayabiliyor. Mutlu etmeyebiliyor. Justine’in kiraladığı muhteşem limuzinin çifti istedikleri yere götürememesi gibi. Justine’in başardığı, terfi aldığı işinden istifa etmesi gibi. Rüya erkeği alt katta bırakıp üzerinde gelinlik, yeğeniyle uykuya dalması gibi. Justine’in depresyonun belirtisi, kaçışın göstergesi olan uykuya sığınması kırılma noktası oluyor. İstemediklerini yapmaya devam edemediği an geliyor. Masadaki kaşıklardan bile eğlence çıkarmayı bilen babasının aksine; düğün sevmeyen, akraba sevmeyen, ritüel sevmeyen gerçekçi annesine çekmiş belli ki. Annesinin babasını terk edip gidişi gibi, onun da mutlu olmaya çalışmayı bırakıp gidesi geliyor."

Lars von Trier'in tartışmalı filmini Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.

PUSS IN BOOTS (2011) by CHRIS MILLER *


Tom Wheeler’ın yükün çoğunu sırtladığı senaryodan “Şrek 3”ten sonra ikinci uzun metrajını yöneten Chris Miller’ın çektiği “Puss in Boots/Çizmeli Kedi” sineğin yağını çıkarmayı deniyor. İyi bir öyküsü olmayan, para kazanmak isteyen bir film var karşımızda. Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.

2012 OCAK TÜRKİYE VİZYON FİLMLERİ – 2.HAFTA

Bu hafta Amerikan sinemasının görüntüyü en iyi bilen yönetmeni David Fincher'ın yeni filmi "Ejderha Dövmeli Kız", Trier'in tartışma yaratan filmi "Melankoli" ve LGBTT bireyler için büyük önem taşıyan "Zenne" vizyona giriyor. Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.


THE GIRL WITH THE DRAGON TATTOO – david fincher 13.01
ZENNE – caner alper 13.01
PUSS IN BOOTS – chris miller 13.01
THE IRON LADY – phyllida lloyd 13.01
MELANCHOLIA – lars von trier 13.01

7 Ocak 2012 Cumartesi

MUCK – 1.BÖLÜM


- Yeni yerli gençlik dizisi “Çakma Glee" MUCK Show TV ekranlarında başladı.

- İddialı bir projenin senaryosunun ilk cümlesinin devrik olma ihtimali var mı? MUCK’a bakın.

- Müzik ve dans ile ilgi çekmeyi planlayan bir dizinin ilk performans sahnesinin yerlerde sürünme ihtimali var mı? MUCK’a bakın.

- Karakterleri tek tek tanıtmaya çalışmak gibi klişe bir uygulamayla başlayan MUCK'un sabahlara kadar çeviri yapan okul birincisi-fakir kız karakteri Ada’nın parası olmadığından okul gezisinden kaçan küçük kardeşini uyandırdığı sahnedeki mimikleri “oyunculuk hataları 101” dersinin ilk paragrafı gibi.

- Çapkın erkek karakteri ilk gördüğümüz sahnenin adını hatırlamadığı bir kızın yatağında uyandığı an oluşu ya da başrolü paylaşan Azra Akın ile Haluk Piyes’in ilk karşılaşmalarının aşırı zorlama olması affedilir gibi değil. “Âşık olduğu kadını Amerika'da bırakıp ülkesine dönen yakışıklı drama öğretmeni yolda dalgın dalgın yürürken derse yetişmeye çalışan Türkiye güzeli müzik öğretmeninin arabasına yol vermez, genç kadından azar işitir. Elbette ikisi de aynı yerde görev yaptıklarını henüz bilmemektedir.” Vay be ne yazdım diye mi düşündü acaba dizinin resmi sayfasında ismi geçmeyen senarist?

- Resmi sayfada berberin bile adı yazıyor.

- Dizimiz müzikli ya, 22 dakika sonra ikinci şarkılı sahne başlıyor. 10 saniye sürüyor, o ayrı.

- Azra Akın'ın piyano başında şakıdığı sahneden önce çevreye zarar verebilir uyarısında bulunulmalıydı.

- Dizinin çakma Glee falan olmadığını anlamak iki dakikanızı alıyor. Glee’nin özü ve en büyük gücü olan azınlıklar mevzuu tamamen atlatmış.

- Ailesi çok zengin, giyinmeyi bilen, Türkiye’nin en genç piyanistlerinden mi ne sayılan, tek başına resital bile verebilen, en popüler kızı kapan-ama umursamayan, en iyi basketbolu oynayan, en iyi sokak dövüşünü yapan, fit ötesi bir karakter var dizide. Ne mi yapıyor? İsyan ediyor. Çok mutsuz. Annesini özlüyor. Ha, bir de fakir kıza âşık oluyor.

- Sosyal medyada yazıldığı gibi: Bu diziye tahammül edebilmek için bütün oyuncuların çıplak gezmesi lazım.

- Bırakın bu işleri. Oturup Glee izleyin.

2012 OCAK TÜRKİYE VİZYON FİLMLERİ – 1.HAFTA

Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.


BU SON OLSUN – orçun benli 06.01
THE DARKEST HOUR – chris gorak 06.01
KURTULUŞ SON DURAK – yusuf pirhasan 06.01
DIARY OF A WIMPY KID 2: RODRICK RULES - david bowers 06.01
THE RUM DIARY – bruce robinson 06.01

THE FUTURE (2011) by MIRANDA JULY **


İstanbul'da tek salonda var diye "gösterime girdi" sayılan filmlerden "The Future/Gelecek"i Filmekimi'nde izlemiştim. Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.

3 Ocak 2012 Salı

SİNEMA DÜNYASINDAN EN İYİLER 2011

2011 yılında sadece 93 film görebildim. Oldukça düşük olan bu rakama karşın en iyilerimi seçmek istedim. Sıralama 2011 yapımı filmler arasında değil, benim 2011 yılında izlediğim filmler arasında yapılmıştır. Yapım yıllarını da not düştüğümden, 2011 listeleri de aslında ortada.


EN İYİ FİLM

ENTER THE VOID(2009) – GASPAR NOE ****-
BLACK SWAN(2010) – DARREN ARONOFSKY ****
LE GAMIN AU VELO(2011) – JEAN-PIERRE DARDENNE, LUC DARDENNE ***-
MIDNIGHT IN PARIS(2011) – WOODY ALLEN ***-
THE NEXT THREE DAYS(2010) – PAUL HAGGIS ***-
RISE OF THE PLANET OF THE APES(2011) – RUPERT WYATT ***-
BURIED(2010) – RODRIGO CORTES ***-
TOAST(2010) – S.J. CLARKSON ***-
LE HAVRE(2011) – AKI KAURISMAKI ***-
SCREAM 4(2011) – WES CRAVEN ***-
NEVER LET ME GO(2010) – MARK ROMANEK ***-
THE ARTIST(2011) – MICHEL HAZANAVICIUS ***
CARNAGE(2011) – ROMAN POLANSKI ***


EN İYİ YÖNETMEN

GASPAR NOE – ENTER THE VOID(2009)
DARREN ARANOFSKY – BLACK SWAN(2010)
NURİ BİLGE CEYLAN – BİR ZAMANLAR ANADOLU’DA(2011)
JEAN-PIERRE DARDENNE, LUC DARDENNE - LE GAMIN AU VELO(2011)
STEVE McQUEEN – SHAME(2011)
MICHEL HAZANAVICIUS – THE ARTIST(2011)
RODRIGO CORTES – BURIED(2010)
ROMAN POLANSKI – CARNAGE(2011)
WOODY ALLEN – MIDNIGHT IN PARIS(2011)
RUPERT WYATT - RISE OF THE PLANET OF THE APES(2011)
MARK ROMANEK – NEVER LET ME GO(2010)
PAUL HAGGIS – THE NEXT THREE DAYS(2010)
CEMİL AĞACIKOĞLU – EYLÜL(2011)


EN İYİ SENARYO

MARK HEYMAN, ANDRES HEINZ, JOHN J. McLAUGHLIN - BLACK SWAN(2010)
PAUL HAGGIS – THE NEXT THREE DAYS(2010)
WOODY ALLEN - MIDNIGHT IN PARIS(2011)
JEAN-PIERRE DARDENNE, LUC DARDENNE - LE GAMIN AU VELO(2011)
NURİ BİLGE CEYLAN, EBRU CEYLAN, ERCAN KESAL – BİR ZAMANLAR ANADOLU’DA(2011)


EN İYİ ERKEK OYUNCU

COLIN FIRTH – THE KING’S SPEECH(2010)
JEAN DUJARDIN – THE ARTIST(2011)
MICHAEL FASSBENDER – SHAME(2011)
OWEN WILSON - MIDNIGHT IN PARIS(2011)
GILLES LELLOUCHE – A BOUT PORTANT(2010)
TURGAY AYDIN – EYLÜL(2011)
THOMAS DORET – LE GAMIN AU VELO(2011)


EN İYİ KADIN OYUNCU

NATALIE PORTMAN – BLACK SWAN(2010)
JODIE FOSTER – CARNAGE(2011)
TILDA SWINTON – WE NEED TO TALK ABOUT KEVIN(2011)
CAREY MULLIGAN - NEVER LET ME GO(2010)
AYTAÇ ÖZTUNA – KADİFE(2011)


EN İYİ YARDIMCI KADIN OYUNCU

MELISSA LEO – THE FIGHTER(2010)
MILA KUNIS – BLACK SWAN(2011)


SANAT YÖNETİMİ

ANDREW ACKLAND-SNOW, ALASTAIR BLOCK, MARTIN FOLEY, KATE GRIMBLE, CHRISTIAN HUBAND, MOLLY HUGHES, HATTIE STOREY, GARY TOMKINS, ASHLEY WINTER - HARRY POTTER AND THE DEATHLY HALLOWS: PART 2(2011)**-
ALASTAIR BLOCK, DIMITRI CAPUANI, STEVE CARTER, STEPHANE CRESSEND, MARTIN FOLEY, CHRISTIAN HUBAND, STUART ROSE, LUCA TRANCHINO, DAVID WARREN, ASHLEY WINTER - HUGO(2011)**


GÖRÜNTÜ YÖNETİMİ

EDUARDO SERRA - HARRY POTTER AND THE DEATHLY HALLOWS: PART 2(2011)**-
ROBERT RICHARDSON - HUGO(2011)**


GÖRSEL EFEKT

TRANSFORMERS: DARK OF THE MOON(2011)**-
HARRY POTTER AND THE DEATHLY HALLOWS: PART 2(2011)**-
HUGO(2011)**

Ayrıca…
En İyi Korku Filmi: INSIDIOUS(2010)**
En İyi Atmosfer: THE GHOST WRITER(2010)***-

2010 Listeleri

2023 - Kalan 6 Ay

Temmuz, on beş ay sonra spor salonlarına döndüğüm ve eğer bir kaza bela olmazsa, nasıl öleceğimi de öğrendiğim ay oldu. Bunun getirdiği duyg...