20 Ekim 2008 Pazartesi

Karabiber 20.10.2008

“aşk dilencisiyim şimdi sayende, el açtım mutluluk dileniyorum, sana bin türlü beddua ederdim de, kalbim olmaz diyor, kıyamıyorum”

..diye bir E. Gündeş şarkısından neden etkileniyorum ki? Mutluyum. Hiç olmadığım kadar. Herkese böyle söylemiyor muyum? --“Aşk nedir” sorusuna bugün vereceğim yanıt; “hayatında ilk kez salatalık soymaktır” olabilir.— diye sosyalleşme sitelerine status fışkırtıyor ve eğlenceli geyiklere yol alıyorum. Kronik mutsuzluğuma alışmış ve benden çıkanı böyle sevmiş arkadaşımsılarım update başvurusunda bulunduklarında mutluyum diyerek dünyayı(!) şaşırtıyor ve “mutlak mutluluk yoktur, iyi düşün bak” şeklinde şaşırmalarla karşılaşıp, “biz seni mutsuz sevdik, ne ediyon lan sen” tehditlerine maruz kalmıyor muyum?

O anı yaşayınca ne hissetmeyi bekliyordum?

Peki gerçekten mutlu muyum bu kadar? Ya da ne kadar? Ya da mutluluğumun kaynağı ne? Hayatımdaki yeni mekan mı, bütün sorumluluklardan sıyrıltılmış özgür işim mi, hayatımı adadığım tutkumla ilgili gelişmeler mi, hayatımdaki yeni aşk mı? Bu gerçekten aşk mı? Aşık mıyım? Öyle söylediğimi ve –bazen- öyle hissettiğimi biliyorum ama gerçekten aşık mıyım? Bunu neden ilk kez sorguluyorum? Ben aşık olup olmadığını bilecek kadar aşk yaşamış biri değil miyim?

O şarkıdan etkileniyor olmak mutsuzluğa özlemim mi? Beni dertlere salan gecelere hasret miyim? Peki o noktaya dönmek ister miyim? Mutsuzlukta doktora yapmışken mutluluk söz konusuna olunca kara cahil miyim? Neden kendimi etkilemeye çalıştığım kişinin yanında cahil hissederim? Neden etkilemek isterim ki, zaten etkilenmese orda olmaz. Ben de etkilemek için hiçbir şey yapmam, yapamam zaten nedense. Bildiğimi de unutup tutukluk yaptım yine. En iyi kullandığım organımı bile değerlendiremedim. Anlatacağım yüzlerce hikayeden en fazla iki tanesi aklıma geldi, onları da üç yalap şap cümleyle heder ettim. Bu yazı bile bana o kadar sıkıcı geliyor ki, zorla süslemeye çalışıyor, denedikçe sıkılıyorum. Nirvanaya mı ulaştım yoksa? En tepede miyim? Hayatımda beni en çok mutlu ve en çok mutsuz eden insanın etkisinden çıkınca, yapacak hiçbir işim kalmadı mı? O yüzden mi yeni aşkım beni rahatlıkla bu kadar mutlu edebiliyor? Aslında hiçbir özelliği yok ama ben mutsuz olmadığımdan mı mutlu oluyorum? İkinci “hayatımın aşkı” vakasını değil de “hayatının aşkından vazgeçmiş post-apokaliptik” bir dönemi mi yaşıyorum? Ben nerdeyim, hayatın neresindeyim? Hiç mi bir şeyin değeri yok artık? Yenisi beni o kadar mutlu ediyor ki içim mi boşaldı? Üretimim durdu, gelişimim durdu, öğrenebilme ve mükemmele yolculukta koşuşum sekteye mi uğradı? Yoksa bunların sebebi eskisinin artık olmaması mı? Onun için mi dünyanın en iyi yönetmeni olmak istiyordum? Yenisi için sinema afişi ile masa korumaktan başka işlevi kalmamış eski bir gazete kâğıdı arasında fark olmaması nedeniyle mi sinemaya ilgim azalıyor? Ben bu kadar mı bağımlıyım? Adsız âşıklar diye bir program var mı? Sinemaya ilgim azalıyor mu yoksa artık fiziksel adımlar atabildiğim için pasif saatlerden kaçınıyorum? Gerçekten artık en baba muhabbetim ucuz yakıt kullanarak K noktasından D noktasına gidebilmek mi?

“Bir adam düşünün. İstediğiniz her işte kullanabileceğiniz. Size ait, adanmış. Çalışkan, becerikli, zeki. Musluk tamir edemese de teknolojiyi sonuna kadar kullanabilen biri. Musluk tamirini de öğrenebilir hani.” diye tanımlayabilirken kendimi, ne olursa sadece tüketici bir var oluş beni kendine bağlamayı becerebilir? O mu bağladı beni kendine yoksa ben mi gidip kalın beline sarıldım?

Bir internet sitesinden alıntı:

…al ömür senin, yaşa diyorlar. Yaşayabilirsen yaşa hadi. Bize kaderden bahsetmemişler. Yalan söylemişler. xxxxxx’i mi merak ediyorsunuz? Bir şekilde ondan haber aldım. Evlenmiş, ikizleri olmuş. xxxxx olmuş aynı zamanda. Lakin ben unuttum onu. Ben unutmayı da unuttum. O kadar çok insan geldi geçti ki sayısını da unuttum. Saygılar arkadaşlar.

Gönderen: kavaklar

Bu yazı nasıl oluyor da benim karnımı deşiyor, kendimden geçiriyor? Ben ne istiyorum şu anda?

22 Eylül 2008 Pazartesi

Birileri Ölüyor 22.09.2008

Hayat ne kadar da acımasız. Sadece bana karşı mı acaba, yoksa herkes payını alıyor mu. Lisede hayatınızın aşkını bulduğunuzu sanırsınız. Peşinden sekiz yıl koşar, tek bir günü bile güzel yaşayamadan, anlık mutluluklarla avutursunuz kendinizi. Her şey bitti derken Allah ikinci bir şans verir. En az birinci kadar uygun, belki ondan daha çok mutlu edebilecek ikinci bir yüz. Ama evlidir, çocuğu vardır ve aranızda 800 km. mesafe. Direnseniz de kapılamamak elde değildir bu sele. Ve en başından sizi terk eder. 6 gün sonra geri döner kendi isteğiyle ve 1 ay sonra yeniden terk eder bu kez bütün kemiklerinizi kırmış olarak. Daha yüzüne bile dokunmamışsınızdır işin kötüsü. Hakkındaki bütün gerçekler söylentiden ibarettir. Aşkla bağlanırsınız bu kıyafete. Yas tutar ağlar hayata küsersiniz hayalleriniz elinizden alındığı için. Ve bütün planlarınızı da iptal etmişsinizdir onunla olmakla ilgili. Sonra kader bir gün yine yapar yapacağını. Onu aramak zorunda kalırsınız tamamen materyalist düşüncelerle. O sanki ağzınıza sıçan kendi değilmiş gibi pişkindir. Ve kapatırsınız telefonu, aramanız hiçbir işe de yaramaz. Ya da siz öyle sanırsınız. Kader son keleğini burada yapar. Ya da siz son olduğunu umarsınız. Sizi en çok zorlayacak yere gönderirler. Artık iki yıl boyunca aranızda 250 km. mesafe olacaktır. Bu mesafe ikiniz için de ölümcüldür. Sabah gidilip akşam gelinemez. Üstelik yol da kötüdür. Onu bir saniye görmenin bedeli 7 saat artı 1 saniyedir. Hazırlık aşaması hariç. Ve devletin size ödediğinin 10’da 1’ini vermeniz gerekir bu tek saniye için. 500 km. olsa aranız asla gitmeyi düşünmezsiniz. 100 km. olsa derdiniz olmaz. Ama işte yukarıda sizi sevmeyen birileri varsa, böyle oluyor sanırım. Ve beklenmedik bir davet alırsınız. 4 aylık merak ve ızdırabı nihayete erdirmek için bir kez göze alırsınız her şeyi. Ama hesaplamadığınız bir şey vardır. Hayatınızın en özel anlarından bazılarını yakalarsınız birlikte. O sizi daha önce hiç istemediği kadar çok istiyordur. Karşı koyarsınız. Sonra koyamazsınız. Yelkenleri suya indirmeden birlikte “Before Sunrise” ve “Before Sunset” yaşarsınız, üst üste. Ailesiyle bile tanışır, artık her detaya vakıf olursunuz. Üstelik o sizi daha önce hiç istemediği kadar istiyordur. Dudaklarınıza yapışır, karşılık vermezsiniz bilmeden; kendiliğinden dudaklarına yapıştığı ilk erkeğin siz olduğunuzu. Ve veda vakti gelir. Gitmek istiyorsunuzdur aslında. Konuşmaktan ve dinlemekten, uyumamaktan ve yeni hayaller edindirilmekten yorgunsunuzdur. O berbat yolda gümbür gümbür bir yağmur ve kamyonlar arasında tek başınıza hareketli parçalar eşliğinde berbat bir yolculuk yaparsınız. Onun isteği üzerine vardığınızı bildirmek için numaraları tuşlarsınız. Karşınızda sizin çökmüşlüğünüzden çok uzak, sağlıklı bir ses; eşi ve çocuğuyla kurduğu hayal diyarından gelmektedir. Siz karanlığa, soğuğa, yalnızlığa dönersiniz. Ama her şeyiniz orda kalmıştır. Aklınız, isteğiniz, yaşama enerjiniz, özleminiz, yepyeni hayalleriniz, sizi siz yapan her şeyiniz. Ve bir saniye daha görmek isterseniz; hayatınızdan 3 maddi gün, 7 saat ve 1 saniye vermeniz gerekmektedir, hazırlıklar hariç. Kaderden nefret edersiniz. Kendinizden de. Dert üstü murat üstümsü bir durumdan dibe çekilirsiniz. Ertesi gün işte sizden derman bekleyenleri ağlayarak karşılarsınız. Dünya şaşkındır bu kötü kadere. Mutsuzsunuzdur, ölesiye.

2023 - Kalan 6 Ay

Temmuz, on beş ay sonra spor salonlarına döndüğüm ve eğer bir kaza bela olmazsa, nasıl öleceğimi de öğrendiğim ay oldu. Bunun getirdiği duyg...