32. yaşıma az kalsın
tuvalette giriyordum. Tam gece yarısı başlayan ishal öğlen saatlerine dek sürdü
ve iflahım kesilmiş halde “İstanbul’a taşındıktan sonra edindiğim en iyi
dost”un evine gittim. Ona yakışır harikulade bir sofranın etrafında üç kişi
sohbet edip film izledik. “İstanbul’a taşınmadan önce edindiğim en iyi kadın
dost” ile “İstanbul’a taşınmadan önce edindiğim en iyi erkek dost”tan ise ses
seda çıkmadı 18:00’e kadar. Hatta erkek olan kutlamadı bile. Gündüzü pek güzel
olsa da gün “bir daha doğum günü kutlamayalım”a vararak bitti.
İlk günler elbette
sihirli değnek değmemişçesine sıkıcı geçti. Tüm gün evden çıkmamalar,
buluşmalar, diziler, filmler, spor, üstüme kalan-bundan bir cacık olur mu ki ya
diye görüşmeye devam ettiğim-çok sıkıldığım kişiler derken zaman yine su gibi
aktı gitti. Bir dönem şehrin zengin bölgesinde para saçarak geçtiyse de fazla
sürmedi.
Beş eylül, üç
sezonluk debelenişimin özet bölümü gibiydi. Uyan, acıklı şeyler izle, sergi
açılışına katıl, sarhoş ol, biriyle buluş, ciddiye almak istediğin için dışarda
buluş ve kıymet verdiğini göstermek için debelen, ısmarla, eli boş dön,
sinirlenip en leş bara git, oradan da eli boş dön ve sabaha karşı seni hep
bekleyen ama senin asla sevemeyeceğin birinin yanına gidip kıvrıl.
Size gele-bize gele
komşuculuk oynadık, Altın Koza iptal edilerek üzdü, bitişinin onuncu
yıldönümünde Six Feet Under’a baştan başladım, bir ay aralıksız işi astım,
bayramı taşrada geçirdim, AÖF Fotoğrafçılık ve Kameramanlık Bölümü’ne
kaydoldum, yeni bir dinle ilgilenmeye başladım, en iyi dostlarımın bebeği
olacağını öğrendim, Filmekimi’nde gereğinden fazla film izledim, annemi doğum
günü için Antalya’ya götürdüm, Amerika’dan gelen Clear Muscle ile on iki
haftalık programa ve sinefil arkadaşlarımla daha fazla vakit geçirmeye
başladım.
Sonbahar ayları –ne demekse-
ciddi bir ilişki arayışıyla geçti. Artık skor yapmak ya da kendimi tekrar
etmekle ilgilenmiyordum. Tanıştığım herkese değer verdim, anlamaya çalıştım ve
iletişim yoluyla bağ kurmayı denedim ama olmadı. Biri ülkenin öbür ucuna
taşındı, diğeri ilk gece yatmadığım için saçmaladı, öyle ya da böyle olmadı
gitti.
Sıkıldınız değil mi?
Ben de öyle. Resmen geçen yılın aynısı ve daha kasım ayına kadar gelebildim. En
iyisi geçen yıllarda da yaşanan şeylerden bahsetmemek.
İlk kez Malatya Film
Festivali’ne katıldım. En verimsiz festivalimdi. Bütün gün film izlemek yerine
“festival yiyici”lerin dünyasına takıldım. Bir film festivali bir grup insanı
neden şehrine davet eder ve o insanlar nasıl filmler dışında her şeyle
ilgilenir, gördüm. Bu “yiyici” türüyle vakit geçirmek bazı konularda gözümü
açtı ve ülkedeki sinema camiasından biraz daha soğudum. Haftanın tek artısı ilk
röportajımı yapmış olmamdı ve söylemesi ayıp çok başarılıydım.
Biraz tiyatroya gideyim
dedim, sonra da evim istila edildi 111 günlüğüne ve yeni yıl geldi.
Yılbaşı gecesi
istilacım yüzünden berbat geçti ama fazla umursamadım. Yeni yıla, dilek
babında, o an hoşlandığım insana mesaj atarak girdim. (On ay sonra söylemeliyim
ki, dileğim kabul olmadı.) Yeni yıl kararım her gün 1 km. koşmaktı. Onu da yapamadım.
Derken hayatımıza patlamalar girdi. Hastalarla kavga edip, eve dönüp bir de
evdekiyle kavga ettikten sonra bomba haberi almak ruhumu alt üst etti.
Dizilere, filmlere, kar yağıyor diye eve sığındım. Düzgün bir ilişki kuracağım
ısrarımla vakit ve para kaybetmeye devam ettim.
Annemin
akrabalarıyla tanıştım, ilk defa berbere sakal kestirdim, aynı kişilerle tekrar
tekrar görüştüm, doktor olmaktan daha da sıkıldım, Feridun Düzağaç’ı sahnede
izledim, !f İstanbul’a katıldım ve çok yazdım, Viyana ile vize krizi yaşadım
ama gittim, Viyana’da hayatımda ilk defa para çaldırdım ve sonra yine hayatımda
ilk defa tek başıma yurt dışına çıkıp Amsterdam’a gittim.
İstanbul Film
Festivali’ne katıldım, vücuduma kimyasal sokmam kuralımı yıktım, üç yıl aradan
sonra Isparta’yı gördüm, hayatımda ilk kez hoşlandığım biriyle tek günlük de
olsa otel tatili yaptım ama sonuç felaketti. Sonra bir kez daha yalnız başıma
yurt dışına çıktım, Helsinki’ye gittim. Dünyanın sıkıcılık başkentiydi ama çok
karışık duygular uyandırdı bende, dönünce de bir süre kendime gelemedim.
Mayıs ayının
sonları, haziranın başları gibi iki kişi girdi hayatıma. Biri en iyi
dostlarımın bebeği, diğeri de biri işte. Ve sonra her şey yoluna girmeye
başladı. Hayatımın en büyük ikinci sağlık sorununu yaşadım, ortak olduğum
şirketten ayrıldım, gelirim azaldı, çevrem daraldı vs. ama daha huzurlu, daha
az rahatsız bir insan oldum. Sonra da darbe girişimi oldu işte. Ülkenin
geleceğiyle ilgili duyduğum endişe, bedenimin içinde bir problem varmışçasına
etkilemeye başladı, günlerce yataktan çıkamadım, bir kaçış, bir umut aradım.
Bulduğum plan az da olsa rahatlattı ve yaşama dönmeme vesile oldu. Ülkeyi terk
etmeden önce hayalim olan iki performansı sahnede izledim, birini öngördüğümden
de çok beğendim, diğerinden nefret ettim. Yaşım bitmeden bir ay Almanca
çalışmış oldum ve 32. yaşımı elle tutulup gözle görülemeyen kazanımlarla
bitirebildiğim için memnuniyet duydum.