7 Aralık 2017 Perşembe

Justice League – Adalet Birliği: Sinemada Dizi Keyfi

Batman v Superman: Dawn of Justice’ın (2016) kaldığı yerden devam eden Justice League: Adalet Birliği (2017), Marvel evreninin “tüm filmleri izlediğinizi kabul ediyoruz” tavrını benimseyip herhangi bir açıklama yapmaya girişmeden, tüm karakterleri ve o karakterlerin tekli filmlerinde yaşananları (ve hatta 1992 tarihli filmi) bildiğinizi varsayarak hikâyeye dalıyor. Superman’in ölümünün ardından Gotham’dan dünyaya yayılan yas duygusunu ve meydanı boş bulan suçluların yaptıklarını anlatan giriş bölümü gerçekten dokunaklı ve etkileyici. Ne var ki bu ayakları yere basan anlatım çok geçmeden Amazonların dünyasına gitmemizle birlikte yerini yarı flu özel efekt şovuna bırakıyor. Bilgisayar oyunu mantığı ve görselliğinde bir Wonder Woman (2017) uzantısı sahne izledikten sonra yapımı süren Aquaman’in (2018) dünyasına geçiyor, oradan da Flashpoint’e (2020) zemin hazırlayarak ekibin bir araya gelişine sırayla tanıklık ediyoruz. Televizyon dizilerinin sinema duygusuna yaklaştığı günümüzde seri sinema filmleri de umarsızca televizyon mantığına teslim oluyor.

Okumak için tıklayın.

#MalatyaFF Ulusal Kısa Metraj Film Yarışması: Uzaktaki Yakınlar ve Sirayet


Ormanın derinliklerinde eski bir köşke hapsedilmiş bir grup kadın ve kız çocuğu ara sıra gelip giden erkeklerden ölesiye korkmakta ve ne isterlerse yapmaktadır.

Okumak için tıklayın.

#MalatyaFF Ulusal Kısa Metraj Film Yarışması: Kuyu


Kuyu, Doğu Anadolu’da yokluk içinde okumaya çalışan iki kardeşin öyküsünü anlatıyor. Köylerinde okul olmadığından her gün kilometrelerce yürüyen, paraları olmadığından defter almak için bakkala yumurta veren, lastik ayakkabıları delik, inşaatta çalışan babalarını ayda bir görebilen, sefalet içinde yaşayan çocuklar bunlar.

Okumak için tıklayın.

#AntalyaFF Nisan’ın Kızları – Las hijas de Abril (2017)


Cannes Film Festivali’nde gösterilen filmleriyle ismini dünya çapında duyuran Meksikalı yönetmen Michel Franco 54. Uluslararası Antalya Film Festivali’ne Belirli bir Bakış bölümünden Jüri Özel Ödülü alan filmi Nisan’ın Kızları (Las hijas de Abril) ile konuk oldu. Üç nesilden aynı ailenin kadınlarını anlatan filmin Türkçe isminin de İngilizce isminin de (April’s Doughter) hatalı olduğunu söyleyerek başlayabiliriz söze. Filmdeki başkarakterin ismi Abril yani Nisan. Özel isimleri olduğu gibi bırakıp Abril’in Kızları demek daha az şık fakat daha doğru olabilirdi.

Okumak için tıklayın.

54. Uluslararası Antalya Film Festivali


54. kez düzenlenen Uluslararası Antalya Film Festivali son yıllarda olduğu gibi yine henüz başlamadan tartışmalara yol açtı ve karşıt görüşlerde grupların çatışmalarının gölgesinde sürüyor. 2014 yılında Reyan Tuvi’nin belgeseli Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek’e uygulanan sansürün bir uzantısı olarak yorumlanan Ulusal Yarışmanın iptal edilişi sonrası gerçekleşen protesto ve karalama kampanyaları festival ruhuna zarar vermiş durumda.

Okumak için tıklayın.

18 Ekim 2017 Çarşamba

24. Uluslararası Adana Film Festivali


24. Uluslararası Adana Film Festivali sona erdi. Festival süresince Ters Ninja için yazdığım eleştirilerin linklerini topluca aşağıda bulabilirsiniz. Ayrıca Ulusal Yarışma'dan yola çıkarak kaleme aldığım Türkiye Sineması'nın Yeni Sezonu yazımı Hokka Dergi'nin ilk sayısında okuyabilirsiniz.

#AdanaFF Kalp Atışı Dakikada 120 (2017)
#AdanaFF Aus dem Nichts / Paramparça (2017)
#AdanaFF Benim Varoş Hikayem (2017)
#AdanaFF Daha (2017)

 

31 Ağustos 2017 Perşembe

Haftanın Filmleri: (25.08.2017)


25 Ağustos 2017 tarihinde Türkiye’de 7 film vizyona giriyor.

Okumak için tıklayın.

Haftanın Filmleri (18.08.2017)


18 Ağustos 2017 tarihinde Türkiye’de 9 film vizyona giriyor.

Okumak için tıklayın.

Ev Sineması: Yaşam Kürü (A Cure for Wellness)


İşkolik bir çalışanı kalp krizi geçirince büyük bir şirketin yönetim kurulu üyesi Pembroke, İsviçre Alplerinde bir sağlık merkezine yerleşmeye karar verir. Geride bıraktığı işyeri zor duruma düşünce diğer yöneticiler yükselme hırsı olan çalışanları Lockhart’ı, adamı geri getirmesi için peşinden yollar. Yaşlı ve zengin insanlarla dolu dinlenme tesisine vardığı anda bir şeylerin ters gittiğini anlayan Lockhart’ın vereceği mücadele, basit bir ikna çabasından çok daha fazlasına dönüşecektir.

Okumak için tıklayın.

24 Ağustos 2017 Perşembe

33. Yaşımı Ne Yaptım (İkinci ve Son Bölüm)

Yeni yılın ilk günlerinde istilacımın evime gelişiyle hayatım dayanılmaz bir hal aldı. Onu mutlu etmek için gösterdiğim çabaların bir onun, bir doğanın duvarlarına çarpmasıyla acınacak hale düştüm. Ne yapsam olmuyordu, gülmüyordu, memnuniyet kavramına ulaşamıyordum. Kötü diziler, kötü yemekler, kötü gezmeler, işyerinde mutsuzluk, sporda mutsuzluk, Almanca öğreniminde mutsuzluk, trafikte işkence, karda kışta işkence, aile içi işkence… Ne harcanan para, ne gösterilen ihtimam, ne kucak dolusu sevgi onu mutlu ediyordu; tek amacı beni tüketmekti. Kısmen başarılı oldu.

Şubat ayında Berlinale görünümlü Berlin ziyareti gerçekleştirdim. İlk defa bir çiftin odasını kiraladım, onlar da dünyanın en sevecen ikilisi çıktı. Yedirdiler, içirdiler, şişmanlattılar ama sonunda kesip yemelerine izin vermeden ülkeye döndüm. Berlin’e ikinci kez gitmenin bile fazla olduğuna kanaat getirdim, her gün (hem alkolden hem şımartılmaktan) sarhoş gezdim, dibine vura vura günlerimi geçirdim.

Döner dönmez !f İstanbul başladı. Festivalden festivale koşmak yormadı. Kötü beslenip, kötü filmler izleyip, iyi zaman geçirdim.

On mart günü hayatımın gidişatını tamamen değiştiren bir haber aldım. Annemin Alzheimer olduğunu öğrendim. Ve bir daha hiçbir duygu eskisi gibi olmadı.

Mart ayında üçüncü kez Amsterdam’a gittim. Bu kez Rotterdam ve Haarlem’i de gördüm. Müzeler, seksler, kavgalar, yağmur, çamur, Amsterdam…

Yıllar sonra Ankara’yı gördüm ve Türkiye içinde İstanbul dışında hiçbir yerde yaşayamayacağımdan emin oldum. Yıllar sonra askerlik yaptığım yerlerde yürüdüm ve Türkiye içinde İstanbul dışında hiçbir yerde yaşayamayacağımdan emin oldum.

Sonra İstanbul Film Festivali başladı. Ya rabbim ne çok festival olmuş, yazarken sıkıldım.


Yılın ilk 118 gününü yeni biriyle tanışmadan geçirmeyi başardım. Sonraki 30 günde 12 kişiyle tanışıp, 15’inciden aşırı etkilendim ve sinemada seks yapmayı bırakmaya karar verdim. 11 Haziran günü trenim bir kez daha ray değiştirdi.

Sakatlandım ve spor hayatım bitti. Normlara uyan sevgilimle ilişkim bitti. Ekstra çalışmakla işim bitti. Mabedim saydığım evimle işim bitti. Et yemekle işim bitti. Fuckbuddy’lerimle işim bitti. Yeni insan arayışlarım bitti. Sürüncemedeki flörtümle işim bitti. BDSM ile işim bitti. Kitap okumaz oldum. Protein alımım düştü. Dizileri izlemek için sezonun bitmesini beklemekten vazgeçtim. İlaç düşmanlığım tarih oldu. Alkol kısıtlamam sona erdi. Anneme karşı duyduğum suçluluk duygusundan arındım. Hiçbir şey olmaz gibi görünen günler, tüm rutinimi değiştirdi. Beni ben yapan prensiplerin birçoğu yıkıldı.

Son iki ay güzel geçti. Tek kelimem var son iki ayı tanımlamak için: Güzel. Bir şey güzel olunca anlatamıyorum. Nazar değecek diye mi acaba diyorum, değil. Güzel olan sıkıcı olduğu için mi, belki ama bu kez değil. Kendime saklamak istiyor değilim, haykırmak istiyor değilim. Fazla düzgün, fazla güzel, fazla sevgi dolu. Yüzünde sivilce olsa, sivilcesinden bahsedebilirdim ama güzele güzel demekten başka ne yapabilirim bilmiyorum. Güzellemeyi bilmiyorum. Belki şuna tıklarsanız biraz fikriniz olur.

1 Ağustos’ta parmağıma 1 ağırlık çöktü. (Sonra anlatırım dediğim.)

9 Ağustos hayatım boyunca en cesurca davrandığım gün oldu ve günlük yaşamım sonsuza dek, geri alınamaz şekilde değişti.

Ve yıllar sonra âşık oldum.

22 Ağustos 2017 Salı

33. Yaşımı Ne Yaptım (Birinci Bölüm)

Almanya’ya taşınma planlarıyla ülkenin boğazımı sıkan ellerini gevşetmeye başlamamdan tam bir ay sonra, hayatımın 32. yılını tamamladım. İlk defa doğum günümde yanımda modern zaman kelimeleriyle anlatılabilecek/güncel tanımlara uyan bir sevgilim vardı ama bunu sadece üçümüz biliyorduk.

Dört buçuk kişilik bir İtalyan kahvaltısıyla başlayan gün, sevgilimin ev yapımı pastası, kahve, The Get Down ve şimdilerde toza karışan Hard Rock bir akşam yemeğiyle sona erdi. Daha az şahıs, daha fazla kişilik vardı ve arkadaşına üç kuruş ayıramayan alkoliklerin öncelik sıraları netleşti.

Kafalar karışıktı. Düşünceleri iyi diziler ve kötü filmlerle bastırıyordum. Gezdirdiğim çantadan tam verim alamadığımdan, başka güzellikleri deniyor ve ahlaksızlıklara devam ediyordum. Evet, ben o adamdım. Birine bağlı kalamıyor, ip üstünde yürüyor, arkadan işler çeviriyordum. Sadakatsizlik yeni öğrendiğim bir özelliğimdi.



Unbreakable standartlarıma göre ağır bir hastalık geçirip, tıbba yenildim. Yaşım bitmeden lüks olmadığını anlayamayacağım restoranlarda öğünler tükettim. Köprü altı boğaz manzaralı jet-set içişler, sevgili anne-baba-akrabasıyla tanışmalar, küçük Anadolu şehirlerinde rahatlayışlarıma inanamamalar üst üste geldi. La Double Vie yaşamım aynı günde, bazen aynı saatte birbirine girdi.

Üst üste filmler, lobide arkadaşlar, öğlen kebap, akşam kebap, gece alkol ve uykusuzluk şeklinde geçen bir Adana festivalinden sonra bir de Urfa yaptıktan sonra; artık ne kadar az yurt içi seyahatine çıktığımı fark ettim. İstanbul’da her şey var, ülkenin gerisini unutuyormuş gerçekten insan. Filmekimi dahil.

Sonra ilk defa Antalya’da festivalledim ve bu saçmalığa daha önce gitmediğim için kendimi otel odasında ödüllendirdim. Görsellik 7/10 Performans 8/10



Yüzmeye başladım (ayını doldurmadan bıraktım), dördüncü kez sahnede F.D. dinledim (sarmaş dolaş), porno çektim (oyuncuları tanıyorum), yalnız olmadığımı hissetmeye başladım (şimdi değerini anlıyorum), her zaman her yerde bana eşlik edecek biriyle olmanın güzelliklerini yaşadım (ama şimdi ona acımasızca ve utanmadan “çantaydı” diyorum).

Ekim ayında yıllardır boş olan ellerim ve kollarım aksesuar düşmanlığımın görseli olarak iki yanımda sallanmayı daha fazla sürdüremedi. Yaşımın hemen başında ölçüp duran bir saat aldım, şimdi onsuz yaşayamıyorum; aktivite halkalarımı tamamlamadan uyuyamıyorum. Bir halka daha -diğer halka- birden, hiç aklımda yokken, ansızın ve sessizce tamamlandı ama “onu da sonra anlatırım”.

Yıllar sonra sahnede Nazan Öncel dinlemenin mutlu ettiği ama o kadar da etkilemediği bir deneyim yaşadım aralık ayının ikinci haftasında. Hayatımda ilk kez normlara uyan bir ilişki içinde olmanın memnun ettiği ama mutlu etmediği, onu mütemadiyen aldatarak geçirdiğim haftalarım oldu. Aramaktan yoruldum, yorulmaya doymadım; ne gözüm ne ruhum ne de bedenim doydu. O kadar abarttım, o kadar abarttım ki gerçek dünyayı unuttum.


Devam edecek…

2 Ağustos 2017 Çarşamba

Dunkirk: Nolan yapmadı mı, yapamadı mı?


Ürettiği filmlerle yirmi yıl içinde yaşayan en heyecan verici yönetmenlerden biri haline gelen Christopher Nolan’ın 2017 tarihli Dunkirk’ü vizyonda. Önceki işleri gibi bu da herhangi bir film olmaktan öte, bir meydan okuma, bir proje. Bu seferki meydan okumanın adı “savaş filmi çekmek”, büyük bütçelerle çalışabilen her kalburüstü yönetmenin saptığı yol yani. Diğeri de genelde “süper kahraman filmi çekmek” oluyor ki, Nolan önce onu yaptı.

Okumak için tıklayın.

Ev Sineması: Ay Işığı ve La La Land


8 dalda Oscar’a aday gösterilen ve En İyi Film, Yardımcı Erkek Oyuncu ve Uyarlama Senaryo dallarında ödüle uzanan Ay Işığı (Moonlight), aldığı ödüller kadar törende yaşanan yanlış anons skandalıyla da uzun süre gündemde kaldı. 2016 tarihli en iyi filmlerden birini DVD’de keşfetme fırsatını kaçırmayın.

Okumak için tıklayın.

Ev Sineması: Jackie ve Assassin’s Creed


Her yeni filmiyle hayran kitlesini artıran Şilili yönetmen Pablo Larraín’in 2016 tarihli iki filminden biri olan Jackie, 22 Kasım 1963 John F. Kennedy suikastının hemen öncesini ve sonrasında yaşananları anlatıyor. First Lady Jacqueline Kennedy’nin, yanı başında suikaste kurban giden Başkan eşinin ölümünün ardından geçirdiği yas dönemini, bir gazeteciye verdiği röportajı, isimsiz bir rahiple konuşmasını, meşhur Beyaz Saray Turu’nu ve suikast anını; geriye dönüşlerle ve arşiv görüntülerinin yeniden canlandırılmasıyla aktaran yapım, Natalie Portman’ın büyük emek harcadığı performansıyla öne çıkıyor. Yönetmenin alışık olduğumuz zaman çizgisini bozan kurgu anlayışı bu filmde de mevcut.

Okumak için tıklayın.

Ev Sineması: Florence


York müzik hayatına büyük katkılar sağlamış, amatör müzisyenlere maddi destekte bulunmuş, etkinlikler düzenlemiş, herkes tarafından tanınan ve sevilen sosyetik bir zengin kadınmış. Yedi yaşında piyano dersleri almaya başlayan, Beyaz Saray’da Başkan’a bile çalan, babası şarkı söylemesine izin vermeyince 17 yaşında evlenip tutkusunu aile mirasına tercih eden Florence’ın büyük bir sorunu varmış ne yazık ki: Müzik kulağı yokmuş, sesi kötüymüş, tüm zamanların en kötü şarkıcısı olarak kabul ediliyormuş ve daha da kötüsü kimse ona bundan bahsetmiyormuş!

Okumak için tıklayın.

28 Haziran 2017 Çarşamba

BİR TELAŞ (GÖLGE 1)

Yine saçma sapan bir şarkıdan aşırı etkilendim. Yılın yine o zamanı. Orhan Pamuk'un büyülü cümlelerini okumam gerekirken kendi saçmalıklarımı yazmaktan geri duramıyorum. Aklım, benle değil yine.

Söz konusu şarkının adı Deli Dumrul. Sözleri anlamsız, kafiye olsun diye. Müzik bildik, yorum tanıdık. Fakat yüreğime saplanıyor işte, yerimde duramıyorum yine.

Mantıklı davranmanın mantıklı olacağına kanaat getirip öyle de yaptığım insan ömrü için uzun sayılabilecek sürenin sonuna böyle gelecekmişim. 1 yıl 20 gün.

"Belki hata ettim, boş yere sabrettim,"

Belki de ilk -ruhani boyutta yaşamayan insanlar için- gerçek ilişkimin virüs gibi yayılıp, en özgür tuşlamalarıma bile cankurtaran kulübesinden atılmaya hazır atılganlıkla beklemesi hasebiyle içimden gelenleri yazamıyorum. Eskiden olsa kırk katibin bir araya geldiğinde anlayamayacağı dilimle yalardım ekranı ancak onu da bir noktada kaybettim. İstanbul uçağında. İstanbul kalabalıklara yaptığı gibi benim de renklerimi ortaya çıkardı. Bu saatten sonra nasıl üstü kapalı aşklar yaşayabilirim?

Başka bir şakıya tutunmayı deneyeyim. 

"Yorgun yüzüm, yoksun xxx, ne zamandır böyle, ne zamandır küsüm?"

Uymadı.



"Bir telaş içimde malum, her düştüğümde beni sen tut kaldır istedim. Çaresi kalmamış ağır hastalar gibiydim, sen gel al beni, beni sen kurtar istedim."

Tam da bu. Biri beni kurtarsın istiyorum şu ara. Düştüğümden değil, tökezlemedim bile. Güçlüyüm, eskisinden de çok. İdare edenim. Karar verenim. Dediğim dedik. Çaldığım benim. Gücü sevdim. Hiç oğul olamadan baba olmakla sorunlarım vardı, yendim. Hiç çocuk olamadan erişmekten yorgundum, dinlendim. Kabullendim. Kucaklaştım. Hüznü yenince sertleştim, dikleştim, mahcubiyeti bırakıp utanmaz olmaya, ağzıma küfür değmemişken sikip atmaya evrildim. Keyif de aldım bundan. Benim -eski benim- gibi acizlik içinde tutunacak dal arayan doyurulmamış kalplere penisimi uzattım. Dal oldum, ağaç oldum, gölge oldum, güven duygusu oldum. Asla doyuramayacağımı bildiğim iştahımı hiçe sayıp aşevi oldum.

Unutmuştum. Unutmuşum. Gölge aramayan birine dönüşmek, sıcaklığın olağan olduğuna inanmama varmış. Gölgenin serinliğini, rahatlatışını, yakmayışını silmişim zihnimden ki; koşuyordum güneşte görevim olduğu üzere ve bir serinlik çöktü teklifsizce. İstemem, teşekkür ederim, ben güneşte giderim. Gölge ise ısrarcıydı güneşi bana değdirmemeye. Alışık değilim, lütfen, ben hallederim. Gölgede halledelim.

Sanırım her şeyin tepetaklak olması kolay, bu kadar olmasaymış keşke. Baba olmaktan yorulduğumu evlat olma ihtimalini görünce fark ettim. Yuva vermenin yoruculuğunu biri bana kapısını açınca hatırladım. Saat kaç olursa olsun eve dönebileceğimi, hem de hainlerin eline kalmadan, bir şövalye zırhının korunaklığında, toprak yoldaki çamurun miktarını bile dert etmeden eve dönebileceğimi anlatması bana, "her düştüğümde beni sen tut kaldır isterim," dedirtti.



Elbette gölge sadece gölge değildi ama en azından dürüsttü. Gölgeye çekilen sadece yorgun yüzüm değildi, böcekler, yılanlar, bakteriler, virüsler... Gölgenin gölge oluşunu kullanan kötü niyetliler yerleşmişti çoktan kutuya, ben güneşe görünmemeye başlamadan önce, çok önce.

Gölge; ona zarar verenlerle dolu, çürüten, öldüren, öldürmeye niyetli ve öldüreceği kesin zararlılarla dolu. Durduğum sürece bana da musallat olacakları belli, kesin, kaçışsız, doğa kanunu.


Peki, ne yapacağım joonam?

2023 - Kalan 6 Ay

Temmuz, on beş ay sonra spor salonlarına döndüğüm ve eğer bir kaza bela olmazsa, nasıl öleceğimi de öğrendiğim ay oldu. Bunun getirdiği duyg...