20 Kasım 2013 Çarşamba

Ev Sineması: Dünya Savaşı Z, Kirli Tatlı Şeyler ve Maskeli Süvari





Brad Pitt’in yapımcılarından biri olduğu ve başrolü üstlendiği zombi aksiyonu Dünya Savaşı Z, Stephen Frears imzalı Oscar adayı Kirli Tatlı Şeyler ve Gore Verbinski-Johnny Depp ortaklığının son ürünü Maskeli Süvari DVD raflarında.

19 Kasım 2013 Salı

MERYEM (2013) - ATALAY TAŞDİKEN *




Bir Türk yapımı daha, ensesinden gördüğümüz erkek karakterin başını çevirip arkaya bakma sahnesini içeriyor. Hem de en baştan. Söz konusu filmin ismi “Meryem”. 50. Altın Portakal Film Festivali’nden beş ödülle döndü. 300’den fazla reklam yönetmiş ve bu birikimi sinemaya taşımaya karar vermiş 49 yaşındaki Atalay Taşdiken’in yeni uzun metrajı “Meryem”. Bu yazıyı ne Zahit Atam nefretiyle, ne de eleştirmen etiketiyle yazıyorum. Filmin karşısına geçip 100 dakikasını veren sıradan bir izleyiciyim.

NBC dememek için kendimi zor tutuyorum ama malum geriye kafayı çevirip bakan erkek sahnesinin ardından akıllara zarar, özenti bir rüya sahnesi geliyor. Ardından yaşlı/huysuz bir kadının uyandırma gürültüsü. İsmi elbette "Sarıkız" olan bir ineğin masum/mazlum (zulmedilen, sessiz, uysal, boynu bükük)/dünya iyisi/altın kalpli/cennetten çıkma ana karakterimiz Meryem tarafından sevildiğini öğrenmemiz. Parkinson hastasından beter el titremesi göstererek "heyecan" duygusunu izleyiciye geçirebileceğini hesaplayan(!) bir yönetmen. Seyirciyi ısıtmak adına yakamoza karşı "Ah Yalan Dünya". Feci rol kesen İsmail Hacıoğlu. Kaşı-sakalı eşit beyazlatılmış, tiyatro makyajlı Mustafa Uzunyılmaz görüntüsü. Meryem'in o yaşta, o cahillikle onbaşı-çavuş rütbelerini ayırt edebilmesine inanmamız bekleniyor. Sarıkız'ın ardından Meryem’in zihinsel engelli Celil ile de iyi iletişim kurduğu gösterilip daha da melekleştirme çabasına giriliyor. Filmin öyküsüne tamamen zıt cilalı doğa görüntüleri. (Bilinçli olabilir ama bana doğru gelmedi.) O bayılma sahnesi ne öyle? Murat karakteri için “Amerikalılar Irak sonrası post-travmatik stres bozukluğunun suyunu çıkardı ama biz de kullanalım, ne olacak” kafası. Bir türkü daha girsin, seyirci sever. Çocuğu olan kızla çocuksuz gelin arasındaki farkın iyice altını çiz, kör parmağım gözüne seviyesinden aşağısı olmaz ama. Dakikalar geçerken kayınbabanın monoloğu, sütçü fıkrası, konudan tamamen bağımsız-mahalle dizisi menşeli küçük esnaf bunalımları, görümce karikatürü... Bitmiyor amatör senaryonun zayıflıkları, bitmiyor. Hiç mi film izlemiyor bu insanlar? Hiç mi eleştirmenleri takip etmiyor? Neyin doğru neyin yanlış olduğunu tartmıyor? Hem yapanlar, hem alkışlayanlar! Ödül verirseniz bu adama, bir sonraki işi daha da yalapşap olur. Neden üzsün ki kendini!



En gerçek karakter kaynana, o da klişe cümlelerin kurbanı. Bütün karakterler gerçek hayatta birer karşılığa sahip ama perdede gerçek durmaları sağlanamamış. İsmail Hacıoğlu'na bakıyorsun, vay be cuk oturmuş diyorsun. Bir konuşmaya başlıyor, yaptığı oyunculuk değil sanki taklit yeteneğini konuşturuyor. Hacıoğlu ne yapsın, oyuncu yönetimi diye bir şey yok ki. “Hadi şimdi kameranın tam önünde el ele tutuşup dümdüz koşun, sokağın sonundan sağa dönün.” şeklinde konuşan bir adam var sanırım sette. Başka türlü o sahnelerin çiğliği açıklanamaz.



Her neyse. İçim şişti bu filmleri anlamaya çalışmaktan, iyi yönlerini görmeyi denemekten. “Saç”ı izlerken bu kadar mı kolaycılık olur diyorsun, “Güzelliğin On Par’ Etmez”e geçince amatörlüğe şaşıp Fatih Akın’ı düşünmeye başlıyorsun, karşına “Meryem” çıkıyor! “Güzelliğin…”i affedip “Saç”ın başyapıt olduğunu anlıyorsun. Tabi aklına “Dupa Dealuri” düşmezse. O zaman ne olacak? Bütçe azsa, onda da az. Teknoloji yetersizse, onda da yetersiz. Yok, ülke sineması bir iki insan sayesinde ilerliyor. Onlar da olmasa bitmişiz.

17 Kasım 2013 Pazar

SONRADAN KOR AYRILIKLAR AN BE AN, AKIP GİDER ZAMAN SANA ALDIRMADAN




Kapı çaldı, kargo geldi, aç DVD paketlerini, koy rafa. Zamanı gelince yazarsın. Yazar oldun ya duygularını kaybederken. Kıçımın yazarı. Eski yazdıklarına bak. Ne kadar içten. Şimdi boşsun. Hem beynin hem için boş. Ne zaman yeni bir şey öğrendin? Sağlık saçmalıklarından bahsetmiyorum ki onları da ne kadar aklında tutabildiğin ortada. Nerede o keskin zekân? Nerede insanları yönlendirme yeteneğin? Nerede yalan bankan? İnsan kalmadığı için çevrende, olabilir mi? Ayda yılda bir uzaktan arayan, eski heyecanı vermeyen eskiler dışında kimin var, İstanbul’a koştuğunda komşun yaptığın insanlar dışında? Onlarla ne konuştun en son? Ne alacağınızı, ne yiyeceğinizi, nereye gideceğinizi. Başka? Ne hissettiğinizi konuştun mu? Onlar anlattı mı? Seni eskisi kadar seviyorlar mı? Tek düşündükleri günü geçirmek mi? Tek düşündüğün bu mu? Ev boş olsun, biri gelsin, öğrendiğin tüm hareketleri uygula ve gönder. Duştan çıkar çıkmaz yenisine bakmaya başla. Ne oldu senin aşk adamlığın? Sekiz yıl elini bile tutmadan sevdiğin kişi? Onu mu suçlayacaksın bunun için? O kadar bekledin ki, şimdi önüne gelenle… Öyle mi? Yazık. Fakir edebiyatı. Gir internete. Bak bakalım ne satın alabilirsin. Kargo gelsin. Elektronik, protein tozu. Toz demişken, içtin mi bugün yeterince? Spor saatin gelmedi mi? Başla bakalım. Ser Ebru Şallı’yı yere. Çıkart demirleri, tak birbirine, ezbere bilmene rağmen bak programına. Bir daha bak. Hepsini yaptın mı diye OKB gibi bak da bak, bak da bak. Aman atlama. O sırada yabancı spor dergilerini de oku iPad’den, ohh mis. Başka bir halt yemene ne lüzum var. Geliştir vücudu, 30 yaşına gelmiş olmakla savaş. Ömrünü uzatmaya bak. Sülalendeki erkeklerin 50’sini görmeden ölüşüyle ilgili bir iki espri de patlattın mı, belki eskisi kadar zeki görünürsün. Hep eski halinden yemiyor musun zaten. Yeni bir İngilizce kelime öğrendin mi son 5 yılda? Yeni bir ülke gördün mü? Bırak şimdi, yeni bir şehre gittin mi annesiz? Anne konusu. Mağdur olma vakti yani. Bırak şimdi. Bir bok değilsin. Olma potansiyelin vardı ama değerlendiremedin. Doktor oldun Allah’tan. Annene teşekkür et. Bundan sonra ne kadar işe yaramaz bir adam olsan da aç kalmazsın. Patronun olmaz, işsiz kalma korkun olmaz, vasatın üzerinde para kazanırsın her türlü. Kendini geliştirmene de gerek yok, ağzın iyi laf yapıyor zaten. Herkese ilgini de kaybettin. Çalışır yer takılırsın. Sahi, hepsi mi kötü bunların? Neden aramıyorsun kimseyi. Sıkıcılar mı. Spor yapmak daha mı eğlenceli. Film izlemek. Kendi başına olmak, biriyle olmaktan daha mı iyi, o kişiyi sikmiyorsan? Ne yapacaksın bu kadar yalnızlığı? Günlerdir Maraş’tasın. Kim aradı nasılsın diye? Belki de bu yeni gelmedi başına. 2,5 yıl önce Megapark’a başlarken de bu kadar yalnızdın. Ama goy goy yapan hemşireler, çıkarcı şerefsiz mümessiller derken fark edemedin. Çevrende ne itlik yapsan alkış çalacak kalabalığın vardı. Çünkü gücün, paran vardı. Kim sallıyor şimdi seni? Bir iki iyi kalpli hemşire hala arıyor ama nerede diğerleri? Nerede üç öğün yemeğe çıkmak için randevu almaya çalışan orospu çocukları? Zamanın tamamen senin. Telefonunu kapatmana gerek yok. Kimse aramıyor. Havan batsın.

13 Kasım 2013 Çarşamba

Ev Sineması: Man of Steel ve Kan Dökülecek




Ters Ninja’nın ev sineması köşesinin bu haftaki konukları; Superman’in en karanlık yorumu Man of Steel ve 2007 senesinin en önemli filmlerinden Paul Thomas Anderson imzalı Kan Dökülecek.

11 Kasım 2013 Pazartesi

Ev Sineması: Dünya – Yeni Bir Başlangıç, Lanetli Kan ve Kötü Ruh





Ev Sineması köşemiz üç yeni filmle devam ediyor. Will Smith’li Dünya – Yeni Bir Başlangıç, Chan-wook Park’ın ilk Hollywood deneyimi Lanetli Kan ve Sam Raimi klasiği Şeytanın Ölüsü’nün yeniden çevrimi Kötü Ruh raflarda.

2023 - Kalan 6 Ay

Temmuz, on beş ay sonra spor salonlarına döndüğüm ve eğer bir kaza bela olmazsa, nasıl öleceğimi de öğrendiğim ay oldu. Bunun getirdiği duyg...