Oaemam düzenli yaşamını ve seviyesini
bahane ederek yüzünü göstermeye çekinen, kibar bir insandı. Bu tarz buluşmalara
pek gitmez, korkar, arzularının geçmesini beklerdi. En azından adama öyle
demişti. Güvenini kazanan adam Oaemam'ın numarasını aldı. O numaradan ismini
buldu, sosyal medyada arattığı isim sayesinde yüzlerce fotoğrafa ve gerekli
bilgilere ulaştı. Sonra "tamam gel, bu kez de görmediğim biriyle
buluşayım, madem sen öyle rahat edeceksin" diye yalan söyledi. Oaemam da
bütün ailesine ve akşama plan yaptığı kankişlerine yalan söyleyip adamın evine
koştu. Tahta masaya çapraz şekilde oturdular. Adam her fotoğrafta vasatı aşan
görüntüler sergileyen Oaemam'ın gerçekte bu kadar orantısız yüz hatlarına sahip
oluşuna inanamadı. Ağzı, yüzünün üçte biri büyüklüğündeydi, cildi bozuktu ve
epey kiloluydu. Genç yaşında bedenini bu hale sokmak için epey uğraşmış
olmalıydı eğitimli ve bol kazanan Oaemam. Neyse ki sohbeti fena değildi ve
belki de adama hafiften vurulmasının etkisiyle iyi vakit geçirtmek için epey
çaba sarf etti. Fakat adam hiç etkilenmemişti ve mekanik hareketlerle görevini
tamamlamak dışında arzusu yoktu. Oaemam onu her öptüğünde rahatsız oldu, hatta
o belirgin tadı birçok ağız bakım ürünü kullanmasına rağmen dudaklarından bir
süre atamadı. Oaemam kötü biri değildi, çocukken ağzıyla alay eden
arkadaşlarını anlattığında adam biraz sempati bile duydu. Fakat şekerci dükkânında
yüksek limitli kredi kartıyla dolanan adamın çöpteki bozuk şekerler için
üzülmesi mümkün değildi. Hayatının en güzel gecesini yaşadığı söyleyip giden
Oaemam tekrar buluşmak için türlü taklalar atacaktı.
Eomama doğu kökenli bir ailenin doğma
büyüme İstanbullu ferdiydi. Her yerinden kökenleri aksa da, o adaptasyonuna
tutunmuştu. Demir bakire ayakları ise tutunduğu bir başka gerçek olmayan şeydi.
Adamın çaprazındaki tahta sandalyede uzun süre oturdu. Adamın astigmat gözleri
Eomama’yı tam seçemiyor ancak gördüğü kadarıyla kötü veriler iletmiyordu. Uzun
ama gerçekten çok uzun bir pazarlık süreci yaşandı. Adam Eomama’nın
sahteliklerini çarşafına terletmeye ant içmiş gibi tutundu meselesine. Ve
başardı. Eomama “hayır” duvarının arkasından çıkıp beş para etmez gerçekliğini
ortaya serdi. Gitme vaktinin geldiğini söyledi adam. Eomama’nın bir
yalvarmadığı kaldı, kalmak için.
Meomaa hiç tanımadığı birini dahi
güldürmeye çalışacak kadar sevecen, güldürmeyi başaracak kadar komikti. Tahta
masanın öte yanında kahvesini yudumlarken nefes almadan anlatıyor, soru sormak
ya da tepki almakla vakit harcamayıp bir sonraki konuya geçiyordu. Buluşmaya
geldiği adamdan hoşlanıp hoşlanmadığını belli etmiyordu. Günlük yaşamına gizli
kamerayla misafir olunmuş gibi, doğal ortamında nefes alıyor gibiydi. Evine
gittiği, ilk kez gördüğü yabancı adamsa Meomaa'nın fiziğinden etkilenmemiş
olmakla beraber, iyi anlaşabilecekleriyle ilgili ümit doluydu. Saatler
ilerledikçe libidosunun da dürtmesiyle Meomaa'yı yatak odasına davet etti.
Meomaa ise bu seferlik tahta masadan kalkmak istemiyor gibiydi. Yine de adamın
ısrarlarına dayanamayıp uzandı ama kaskatı kesilip tavana bakarak yutkunmadan
konuşmaya devam etti. Kalkıp gitmek istediğinde "yarın müsait misin, ne
yaparız" tarzı yalanlar geveleyerek uzaklaştı. İkisi de yarın olduğunda
görüşmeyeceklerini biliyorlardı ama bundan bahsetmediler.
Gözlerinin altındaki morluklar, boynunun
sol tarafındaki yumruk kadar şişlik, yağ ile desteklenmeyen bir cilt ve korku
sonucu oluştuğu düşünülen hızlı-düzensiz hareketleriyle Emoama eroinman birini
andırıyordu. Kendine aşırı güveni ve gözlerinden taşan bıçkınlığı korkutucu
olmak için de olabilirdi, gerçek de. Gece yarısıydı. Adamın bunları düşünmeye
mecali yoktu. Bir an önce yatak odasına geçmek istiyordu. Teklif etti ama
Emoama duymazlıktan geldi, konuşmaya devam etti. Bir süre sonra kendi
kararıymış havası vererek tahta masanın çaprazındaki sandalyeden fırlayıp
"hadi" diye buyurdu. Adam peşine takılıp odayı işaret etti. Önce ışık
konusunda anlaşamadılar. Sağlıksız duran Emoama'yı iyice teftiş etmeden şehvete
kapılmak istemiyordu adam. O ise az önce mutfakta da karanlıkta oturuyorlarmış
edasıyla gözlerini kısarak güneşin batması konusunda ısrar ediyordu. Sonunda
bir süre açık kalmasında uzlaştılar, adam istediğine yakın kontrollerde bulundu
ve karanlık geldi. Tahta masanın arkasındaki sustalı hareketleri yatakta da
süren Emoama şaşırtıcı bir istekte bulundu. "Bugün de sen tatmin olma,
vücudunu kullandır, bırak sarılıp öpüp tadını çıkarayım." Adam izin verdi,
Emoama kendini mutlu etti. Sonra adama daha önce hiç tatmadığı bir his yaşattı
ve gitti. Cinsel birleşme yaşamadılar. Belki de gerçekten hasta olan Emoama,
adama anlayışlı davranışları karşısında “bulaştırmamak” gibi bir hediye
vermişti.
Aemamo'nun tahta masaya kollarını
koyabilmesi doktor olduğunu söylemesi sayesinde gerçekleşmişti. Adamın peşinden
aylardır koşuyor ancak yeterince çekici gelmediğinden, belki de biraz
hafifmeşrep göründüğünden bir türlü emeline ulaşamıyordu. Sonunda gelmiş
olmanın mutluluğuyla ağız ishali olup ne var ne yok anlattı. Zengin olduklarını,
doktor olmayı umursamadığını ve zaten beceremediğini, mecburi hizmetten kaçtığı
için diplomasız çalıştığını, babasından sürekli büyük bir araba istediğini,
terasında iki jakuzi olan evlerde yapılan çırılçıplak partilere katıldığını,
kariyerini botoks yapmak üzerine kurmak istediğini anlattı. Gerçekte Aemamo
yolladığı fotoğraflardan iki yıl yaşlıydı. Cildi daha kötü, saçları daha
cansız, şuursuzluğu anlaşıldığı kadarıyla zamansızdı. Adam dokunmadan yolladı.
Ona en ufak bir zevk vermek istemedi. On dakika sonra adama SMS geldi: Bir
sevişemedik.
Bunların tamamı 80 saatte gerçekleşti.
80 saat içinde adam mutfak masasında beş kişi ağırladı. Birçok insan hayatı
boyunca beş kişiyle buluşmazken, o bunu 80 saatte yaptı. Sadece birine içi
ısındı ama onunla da keskin sınırlar nedeniyle anlaşamadılar. Mutlu mu
oldu, hayır. Tatmin mi, hayır. Bir daha yapar mı, belki. Bunlardan bağımsız,
çok başka bir etkisi oldu bu beş kişinin adamın hayatına. Her gelenle ister
istemez konuşması lazımdı. Ne de olsa tanıştığı insanlarla öncelikli amacı seks
değil, mutluluk arayışıydı. O gelenlerden sadece biri, birazcık etkileyici
olsa; kalan yirmi yılını mutlu geçirebilirdi. Fakat elde edilen sadece
deneyimdi. Her gelenle yeni tanışıldığından, her gelene aynı şeyleri
anlatıyordu az çok. Konu aşka gelince de, ilk aşkı anlatmak gerekiyordu. Sekiz
yıl süren ilişkisini, hem çok saf olduğundan hem de istikrar göstergesi olarak puan
toplamak için üstünkörü anlatıyordu. Ama bir değil beş değil, anlattıkça
anıları elle tutulur hale gelmeye başladı. Tanıştığı her yeni insana iştah ve
mutlulukla on beş yıl önce başlayıp altı yıl önce sona eren ilişkisini anlatır
oldu. Yok yere anılarını canlandırdı, geçmişi hissetmekten mutluluk duyar oldu.
Sekiz yıllık aşkı yeniden rüyalarına girmeye başladı. Her gece onunla geçer
oldu. Biriyle tanışmayı, ondan bahsetmek için ister hale geldi. Otomobil kullanırken
düşündü. Şimdi kaza geçirsem, ölümüm yaklaşmış olsa kimi görmek isterim diye.
Cevap tereddüt içermiyordu.
Haruki Murakami şöyle yazmıştı:
Aomame kadehin içindeki kırmızı şaraba
baktı: “Belki de korkuyorumdur. Fakat en azından sevdiğim biri var.”
“O seni hiç sevmemiş olsa bile mi?”
“Yürekten sevdiğin bir insan varsa eğer,
bir kişi olsun yeter, hayatın kurtulmuş demektir. O seni sevmese bile.”