31 Ağustos 2017 Perşembe
Ev Sineması: Yaşam Kürü (A Cure for Wellness)
İşkolik bir çalışanı kalp krizi geçirince büyük bir şirketin yönetim kurulu üyesi Pembroke, İsviçre Alplerinde bir sağlık merkezine yerleşmeye karar verir. Geride bıraktığı işyeri zor duruma düşünce diğer yöneticiler yükselme hırsı olan çalışanları Lockhart’ı, adamı geri getirmesi için peşinden yollar. Yaşlı ve zengin insanlarla dolu dinlenme tesisine vardığı anda bir şeylerin ters gittiğini anlayan Lockhart’ın vereceği mücadele, basit bir ikna çabasından çok daha fazlasına dönüşecektir.
Okumak için tıklayın.
24 Ağustos 2017 Perşembe
33. Yaşımı Ne Yaptım (İkinci ve Son Bölüm)
Yeni yılın ilk
günlerinde istilacımın evime gelişiyle hayatım dayanılmaz bir hal aldı. Onu
mutlu etmek için gösterdiğim çabaların bir onun, bir doğanın duvarlarına
çarpmasıyla acınacak hale düştüm. Ne yapsam olmuyordu, gülmüyordu, memnuniyet
kavramına ulaşamıyordum. Kötü diziler, kötü yemekler, kötü gezmeler, işyerinde mutsuzluk,
sporda mutsuzluk, Almanca öğreniminde mutsuzluk, trafikte işkence, karda kışta
işkence, aile içi işkence… Ne harcanan para, ne gösterilen ihtimam, ne kucak
dolusu sevgi onu mutlu ediyordu; tek amacı beni tüketmekti. Kısmen başarılı
oldu.
Sakatlandım ve spor hayatım bitti. Normlara uyan
sevgilimle ilişkim bitti. Ekstra çalışmakla işim bitti. Mabedim saydığım evimle
işim bitti. Et yemekle işim bitti. Fuckbuddy’lerimle işim bitti. Yeni insan
arayışlarım bitti. Sürüncemedeki flörtümle işim bitti. BDSM ile işim bitti.
Kitap okumaz oldum. Protein alımım düştü. Dizileri izlemek için sezonun
bitmesini beklemekten vazgeçtim. İlaç düşmanlığım tarih oldu. Alkol kısıtlamam
sona erdi. Anneme karşı duyduğum suçluluk duygusundan arındım. Hiçbir şey olmaz
gibi görünen günler, tüm rutinimi değiştirdi. Beni ben yapan prensiplerin birçoğu yıkıldı.
Son iki ay güzel geçti. Tek kelimem var son iki ayı tanımlamak için: Güzel. Bir şey güzel olunca anlatamıyorum. Nazar değecek diye mi acaba diyorum, değil. Güzel olan sıkıcı olduğu için mi, belki ama bu kez değil. Kendime saklamak istiyor değilim, haykırmak istiyor değilim. Fazla düzgün, fazla güzel, fazla sevgi dolu. Yüzünde sivilce olsa, sivilcesinden bahsedebilirdim ama güzele güzel demekten başka ne yapabilirim bilmiyorum. Güzellemeyi bilmiyorum. Belki şuna tıklarsanız biraz fikriniz olur.
Şubat ayında
Berlinale görünümlü Berlin ziyareti gerçekleştirdim. İlk defa bir çiftin
odasını kiraladım, onlar da dünyanın en sevecen ikilisi çıktı. Yedirdiler,
içirdiler, şişmanlattılar ama sonunda kesip yemelerine izin vermeden ülkeye
döndüm. Berlin’e ikinci kez gitmenin bile fazla olduğuna kanaat getirdim, her
gün (hem alkolden hem şımartılmaktan) sarhoş gezdim, dibine vura vura günlerimi
geçirdim.
Döner dönmez !f
İstanbul başladı. Festivalden festivale koşmak yormadı. Kötü beslenip, kötü
filmler izleyip, iyi zaman geçirdim.
On mart günü
hayatımın gidişatını tamamen değiştiren bir haber aldım. Annemin Alzheimer
olduğunu öğrendim. Ve bir daha hiçbir duygu eskisi gibi olmadı.
Mart ayında üçüncü
kez Amsterdam’a gittim. Bu kez Rotterdam ve Haarlem’i de gördüm. Müzeler,
seksler, kavgalar, yağmur, çamur, Amsterdam…
Yıllar sonra
Ankara’yı gördüm ve Türkiye içinde İstanbul dışında hiçbir yerde
yaşayamayacağımdan emin oldum. Yıllar sonra askerlik yaptığım yerlerde yürüdüm
ve Türkiye içinde İstanbul dışında hiçbir yerde yaşayamayacağımdan emin oldum.
Yılın ilk 118 gününü
yeni biriyle tanışmadan geçirmeyi başardım. Sonraki 30 günde 12 kişiyle
tanışıp, 15’inciden aşırı etkilendim ve sinemada seks yapmayı bırakmaya karar
verdim. 11 Haziran günü trenim bir kez daha ray değiştirdi.
Son iki ay güzel geçti. Tek kelimem var son iki ayı tanımlamak için: Güzel. Bir şey güzel olunca anlatamıyorum. Nazar değecek diye mi acaba diyorum, değil. Güzel olan sıkıcı olduğu için mi, belki ama bu kez değil. Kendime saklamak istiyor değilim, haykırmak istiyor değilim. Fazla düzgün, fazla güzel, fazla sevgi dolu. Yüzünde sivilce olsa, sivilcesinden bahsedebilirdim ama güzele güzel demekten başka ne yapabilirim bilmiyorum. Güzellemeyi bilmiyorum. Belki şuna tıklarsanız biraz fikriniz olur.
1 Ağustos’ta parmağıma
1 ağırlık çöktü. (Sonra anlatırım dediğim.)
9 Ağustos hayatım
boyunca en cesurca davrandığım gün oldu ve günlük yaşamım sonsuza dek, geri
alınamaz şekilde değişti.
Ve yıllar sonra âşık
oldum.
22 Ağustos 2017 Salı
33. Yaşımı Ne Yaptım (Birinci Bölüm)
Almanya’ya
taşınma planlarıyla ülkenin boğazımı sıkan ellerini gevşetmeye başlamamdan tam
bir ay sonra, hayatımın 32. yılını tamamladım. İlk defa doğum günümde yanımda
modern zaman kelimeleriyle anlatılabilecek/güncel tanımlara uyan bir sevgilim
vardı ama bunu sadece üçümüz biliyorduk.
Dört buçuk
kişilik bir İtalyan kahvaltısıyla başlayan gün, sevgilimin ev yapımı pastası,
kahve, The Get Down ve şimdilerde toza karışan Hard Rock bir akşam yemeğiyle
sona erdi. Daha az şahıs, daha fazla kişilik vardı ve arkadaşına üç kuruş
ayıramayan alkoliklerin öncelik sıraları netleşti.
Kafalar
karışıktı. Düşünceleri iyi diziler ve kötü filmlerle bastırıyordum. Gezdirdiğim
çantadan tam verim alamadığımdan, başka güzellikleri deniyor ve ahlaksızlıklara
devam ediyordum. Evet, ben o adamdım. Birine bağlı kalamıyor, ip üstünde
yürüyor, arkadan işler çeviriyordum. Sadakatsizlik yeni öğrendiğim bir
özelliğimdi.
Unbreakable
standartlarıma göre ağır bir hastalık geçirip, tıbba yenildim. Yaşım bitmeden
lüks olmadığını anlayamayacağım restoranlarda öğünler tükettim. Köprü altı boğaz
manzaralı jet-set içişler, sevgili anne-baba-akrabasıyla tanışmalar, küçük
Anadolu şehirlerinde rahatlayışlarıma inanamamalar üst üste geldi. La Double
Vie yaşamım aynı günde, bazen aynı saatte birbirine girdi.
Üst üste
filmler, lobide arkadaşlar, öğlen kebap, akşam kebap, gece alkol ve uykusuzluk
şeklinde geçen bir Adana festivalinden sonra bir de Urfa yaptıktan sonra; artık
ne kadar az yurt içi seyahatine çıktığımı fark ettim. İstanbul’da her şey var,
ülkenin gerisini unutuyormuş gerçekten insan. Filmekimi dahil.
Sonra ilk defa
Antalya’da festivalledim ve bu saçmalığa daha önce gitmediğim için kendimi otel
odasında ödüllendirdim. Görsellik 7/10 Performans 8/10
Yüzmeye
başladım (ayını doldurmadan bıraktım), dördüncü kez sahnede F.D. dinledim
(sarmaş dolaş), porno çektim (oyuncuları tanıyorum), yalnız olmadığımı
hissetmeye başladım (şimdi değerini anlıyorum), her zaman her yerde bana eşlik
edecek biriyle olmanın güzelliklerini yaşadım (ama şimdi ona acımasızca ve
utanmadan “çantaydı” diyorum).
Ekim ayında yıllardır
boş olan ellerim ve kollarım aksesuar düşmanlığımın görseli olarak iki yanımda
sallanmayı daha fazla sürdüremedi. Yaşımın hemen başında ölçüp duran bir saat
aldım, şimdi onsuz yaşayamıyorum; aktivite halkalarımı tamamlamadan
uyuyamıyorum. Bir halka daha -diğer halka- birden, hiç aklımda yokken, ansızın
ve sessizce tamamlandı ama “onu da sonra anlatırım”.
Yıllar sonra
sahnede Nazan Öncel dinlemenin mutlu ettiği ama o kadar da etkilemediği bir
deneyim yaşadım aralık ayının ikinci haftasında. Hayatımda ilk kez normlara
uyan bir ilişki içinde olmanın memnun ettiği ama mutlu etmediği, onu
mütemadiyen aldatarak geçirdiğim haftalarım oldu. Aramaktan yoruldum, yorulmaya
doymadım; ne gözüm ne ruhum ne de bedenim doydu. O kadar abarttım, o kadar
abarttım ki gerçek dünyayı unuttum.
Devam edecek…
2 Ağustos 2017 Çarşamba
Dunkirk: Nolan yapmadı mı, yapamadı mı?
Ürettiği filmlerle yirmi yıl içinde yaşayan en heyecan verici yönetmenlerden biri haline gelen Christopher Nolan’ın 2017 tarihli Dunkirk’ü vizyonda. Önceki işleri gibi bu da herhangi bir film olmaktan öte, bir meydan okuma, bir proje. Bu seferki meydan okumanın adı “savaş filmi çekmek”, büyük bütçelerle çalışabilen her kalburüstü yönetmenin saptığı yol yani. Diğeri de genelde “süper kahraman filmi çekmek” oluyor ki, Nolan önce onu yaptı.
Okumak için tıklayın.
Ev Sineması: Ay Işığı ve La La Land
8 dalda Oscar’a aday gösterilen ve En İyi Film, Yardımcı Erkek Oyuncu ve Uyarlama Senaryo dallarında ödüle uzanan Ay Işığı (Moonlight), aldığı ödüller kadar törende yaşanan yanlış anons skandalıyla da uzun süre gündemde kaldı. 2016 tarihli en iyi filmlerden birini DVD’de keşfetme fırsatını kaçırmayın.
Okumak için tıklayın.
Ev Sineması: Jackie ve Assassin’s Creed
Her yeni filmiyle hayran kitlesini artıran Şilili yönetmen Pablo Larraín’in 2016 tarihli iki filminden biri olan Jackie, 22 Kasım 1963 John F. Kennedy suikastının hemen öncesini ve sonrasında yaşananları anlatıyor. First Lady Jacqueline Kennedy’nin, yanı başında suikaste kurban giden Başkan eşinin ölümünün ardından geçirdiği yas dönemini, bir gazeteciye verdiği röportajı, isimsiz bir rahiple konuşmasını, meşhur Beyaz Saray Turu’nu ve suikast anını; geriye dönüşlerle ve arşiv görüntülerinin yeniden canlandırılmasıyla aktaran yapım, Natalie Portman’ın büyük emek harcadığı performansıyla öne çıkıyor. Yönetmenin alışık olduğumuz zaman çizgisini bozan kurgu anlayışı bu filmde de mevcut.
Okumak için tıklayın.
Ev Sineması: Florence
York müzik hayatına büyük katkılar sağlamış, amatör müzisyenlere maddi destekte bulunmuş, etkinlikler düzenlemiş, herkes tarafından tanınan ve sevilen sosyetik bir zengin kadınmış. Yedi yaşında piyano dersleri almaya başlayan, Beyaz Saray’da Başkan’a bile çalan, babası şarkı söylemesine izin vermeyince 17 yaşında evlenip tutkusunu aile mirasına tercih eden Florence’ın büyük bir sorunu varmış ne yazık ki: Müzik kulağı yokmuş, sesi kötüymüş, tüm zamanların en kötü şarkıcısı olarak kabul ediliyormuş ve daha da kötüsü kimse ona bundan bahsetmiyormuş!
Okumak için tıklayın.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
2023 - Kalan 6 Ay
Temmuz, on beş ay sonra spor salonlarına döndüğüm ve eğer bir kaza bela olmazsa, nasıl öleceğimi de öğrendiğim ay oldu. Bunun getirdiği duyg...
-
Başlığın bile yeterince şok edici olduğunun farkındayım. Günlerdir arabesk soslu aşk nidalarımı okumaktan sıkılmışsınızdır belki düşüncesiyl...
-
“Carrie Bradshaw daha fazlasını istediğini bilen bir küçük kasaba kızıydı…” Hem edebiyat hem televizyon hem de sinema dünyasında başarılı ol...