Bu satırları, geçen
sene doğum günümde aklımın ucundan bile geçmeyecek bir halde yazıyorum. En çok
vakit geçirdiğim, 24 saat yanımda olan beş insandan dördü Avrupa’ya taşındı,
biri de yatalak oldu. Ben de zamanında içinden geçmeye bile tahammül edemediğim
bir şehre yerleştim. 36 değil de yeni doğmuş gibiyim, o kadar geçmişim yok.
35. yaşımı hala
annemle basın gösterimlerine gidebiliyor şekilde bitirmiştim. 36’yı ise
sinemaların aylar sonra açıldığı ama içine adım atmaya korktuğumuz bir dünyada
ve annemin ancak mamayla beslendiği bir çıkmazda bitiriyorum.
36. yaş günüm, bir
gün önce, en sevdiğim İtalyan restoranında kahvaltıyla başladı. Ekipteki 3
insan ve 1 köpeğin şimdi iflas edip kapanan o restorandaki son anısı bu oldu.
Akşamında sürprizlerin insanı, en sevdiğim biracıda dokuzumuzu bir araya
getirdi, o ekibin de son toplanışı oldu. Gece prematüre duygulara doğum sancısı
yaşayan bir annenin dudaklarını tutarak geçti ve yeni yaşıma her zaman
istediğim-yaptığım şekilde giremedim, belki de bu yüzden hiçbir şey beklendiği
gibi olmadı.
Doğum günü günümde
çok güzel hediyeler aldım ve acemice hazırlanmış bir programı izledim. Şimdi
bakınca o kadar da kötü değilmiş diyorum, en azından masalarda iki kişiden
fazlasının oturması serbestti. Yıllık iznimin bir bölümünü kullandığım hafta;
spor, havuz, hamam, yemek, içmek ve içmekle geçti. Vücudumun ve performansımın
bazı üst sınırlarındaydım.
İşe annemle
gidiyordum. Sabah bir telaşla onu hazırlıyor, tüm gün yanımda oturmasını
sağlayacak şaklabanlıklar yapıyor, akşam gelip ev hanımlığına soyunuyordum.
Yoruldum. Optik gözlüğümü yeniledim, Ajda Pekkan’ı Harbiye’de annemle izledim,
19:00’da uyuduğum günler oldu. Sonra iki gözümüzün çiçeğini, bize daha iyi bir
insan olmayı öğreten sevgilimizi gözyaşları içinde yeni hayatına uğurladık. Glamorous
bir devir bitti, kabul ettik.
Bir gün yine birine
hayatının en güzel doğum gününü yaşattım. Maçka Parkında çimlere yattığımız anı
o kadar sevdim ki çaldım, hafızamda kendi doğum günümmüş gibi bıraktım.
Nilüfer konserine
gittim, yağmur altında CoffeeFest deneyimledim, Altın Koza’ya katıldım ve 55. kattaki
evimde tek başıma 5 gece geçirmek için anneme ihanet ettim. Doğum gününde
yanında olmadım, biletini aldığım Mabel Matiz konserine onsuz gittim.
Gidiş dönüş 666TL’ye
Kiev gördüm. İlk gece otel ayarlamadığımız için sokaklarda yaşadığımız rezillik
bile güzeldi. Ankara’da bazı günler yaşadım. İstanbul’a yalnız döndüm. Aynı
şehirde evim olmasına rağmen ilk kez dostlarımda yatıya kaldım. Bazı sergi
açılışları, lüks alışverişler, botokslanmalar ve keyifler derken annemi 1 ay
görmedim. Şimdi değer miydi diyorum. Annemin doğum gününü 30 gün sonra kutladık
ama ne kadar anladı, onu da bilmiyorum.
Bazı çılgınlıklar da
olmadı değil. Public durumlar, beyaz yakalı gibi akşam yemekleri, otomobil ve
otobüs fantezileri, Dada Salon’da Uykusuzlar Kulübü derken annemi yılbaşı
gecesi de yalnız bıraktım, her sene istediği yemeğe götürmedim, yeni yıla ilk
defa ondan uzakta girdim.
13 Ocak annemin
hastalığı için bir milat oldu. Kişisel hijyenini sağlayamaz hale gelip, iki
odalı evde kendi odasını bulamadı. 22 Ocak’ta “annemi arıyorum” diyebileceğim
bir numarası kalmadı. 3 Şubat günü işyerinde çıkan bir kavga sonucu istifa edip
Mersin’e yerleşmeye karar verdim. 11 Şubat’ta kapora yolladım, 17’sinde evi
gördüm, 21’inde resmen benim oldu. Aynı gün annemin evi diyebileceğim bir
evdeki son gecemi geçirdim, sabahına tüm eşyalarını taşıdım, Kahramanmaraş
sayfasını annem için sonsuza dek kapattım.
Bir ay daha geçti. 21
Mart, İstanbul’da ev sahibi olduğum son gündü ve 6 yıllık macera bitti. Bir
hafta sonra Mersin’deki yeni evimde uyumaya başladım. 2 senelik Schengen, 10
senelik ABD vizesi almışken pandemi patladı. Sokağa çıkma yasakları yaşadık, 2
sene sonra sakalımı kestim, saçımı kazıdım, senaryom üzerinde çalışmaya
başladım. Annem 24 Mayıs’ta ilk kez yeni evimde uyudu, 7 Haziran’da ise son
kez.
Annemle son sinema (Bad
Boys for Life, 22 Ocak 2020, İstinye). Son konser, son nişan töreni, son sergi
(29 Ocak 2020), son kez kafede oturmaca. ASM’ye son kez birlikte gittik
(10.03.2020) İstanbul’da gezdiği son gün (12.03.2020), İstanbul’da uyandığı son
gün + Ankara’da bulunduğu son gün + Annesinin mezarını son ziyareti
(14.03.2020) derken ertesi gün, öleceği yer olan Mersin’e getirdim.
Hiç mi iyi bir şey
olmadı derseniz, çok güzel bir kahve makinesi aldım. 2 Haziran’da katıldığım
e-bülten seminerinden iki gün sonra ilk Bu Hafta Ne İzlesem?’i gönderdim.
İstanbul’da, en
yakın dostlarımla, onlar Türkiye’yi terk etmeden önce 19 gün geçirdim. 7
Temmuz’da Yorum İstanbul’daki ikinci evimizi de boşalttık ve hep beraber
İstanbul’dan ayrıldık. Dönüşte annemin Covid-19’a yakalandığını öğrendim ve
bıraktığım kadının yerinde enkaz buldum. Sonrası, yatalak bir hastaya bakıp
eski günlere gözyaşı dökmekle geçti.
1 Temmuz’dan
itibaren resmi olarak da işsiz kaldım.
(Yazının buraya
kadarı 21 Ağustos 2020’de yazıldı. Devamı 29 Ağustos sabahı, annesiz uyandığım
3. günde.)
9 Temmuz sabahı
annemin beni tanımadığı ilk gün oldu. Çok güçsüzdü. Arabaya bindirip gezdirdim.
Sadece torpido gözüne baktı. Canım diye sevdiği arabasına son binişi oldu. Bir
daha da kendine gelemedi. Yani benimle konuştuğu, bilinci yerindeyken bana
sarılıp defalarca öptüğü son gün 18 Haziran 2020 oldu. Çünkü 19’unda, ertesi
gün yola çıkacağım için yanına gitmedim. Çünkü 20’sinde istifa etmek için
İstanbul’a gittim. Ve ben yokken ona Covid-19 bulaştırdılar.
Sonrası onu kurtarma
çabamla geçti. 44 gün boyunca iyileşsin diye uğraştım. Başında nöbet tuttum.
Mama aldım, bez aldım, enjektörle besledim, altını temizledim, elini tuttum.
İstemsizce vurmaya başladı, etimi sıktı, burnuma yumruk attı ama bırakmadım. 21
Temmuz’da bir dostum annesini kaybetti. Cenazesine gittim. Kendi anneminki için
prova olduğunun farkındaydım. 27 Temmuz’da salyası akmaya başladı. Vücudunun
kontrolünü kaybetmeye başladı. Yine de bana “yürü git” diyebildi. 5 Ağustos’ta
kendine ait mamaları oldu, sağdan soldan topladıklarımız zaten bitmek üzereydi.
İyi besledik, yavaş yavaş cildi canlandı, yüzüne renk geldi. 8 Ağustos’ta
annemi kaldırıp indirirken sakatlandım. 12 Ağustos’ta ona attığım yumuşak topu
bana geri attı, hem de iki kez. İyice ümitlendim. 17 Ağustos’ta sabaha karşı,
doğrulamadığı için kafa üstü yatağından düştü. 18 Ağustos’ta bütün gün bana
kötü davrandı, ben de ona. 19 Ağustos’ta onun için tekerlekli sandalye siparişi
verdim. Çünkü doğum günümde beraber kahvaltıya gitmek istiyordum.
22 Ağustos sabahı
iyi niyetli ama berbat bir sürpriz doğum günü planıyla yollarda sürüklendim. 5
saatte gideriz sanılan yere 10 saatte gittik, kiralanan villa yanlış çıktı,
tabldot yemek yerken ucuz otel aradık ve annemin bu dünyadaki son 3 gününü
saçma sapan bir planı güzelleştirmeye çalışarak, ondan 10 saat uzak mesafede
geçirdim. 25 Ağustos 2020 akşamı Mersin’e döndüm ama yorgun olduğum için gidip
onu görmedim.
Ama yine de, her şeye rağmen, 25 Ağustos 2020 salı gecesi, çok
güzel bir doğum gününe uyanmak umuduyla gözlerimi kapadım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder