3 Ocak 2011 Pazartesi

BLACK SWAN (2010) by DARREN ARONOFSKY ****


Nina Sayers (Natalie Portman) adlı genç kız, biraz da bekâr annesi Erica’nın (Barbara Hershey) baskısıyla hayatını baleye adamıştır. Kızı doğduğu için genç yaşta baleyle ilgili hayallerine veda eden anne bu sevgiyi kızına aşılamış, kendi yapamadığı şeyleri –yapabileceğine pek inanmıyor görünse de- kızından beklemeye başlamıştır. Başarı isteyen bu iki kişilik hırs, ortaya yarış atı bir çocuk ve kontrol delisi bir anne çıkarmıştır.

Kızın özel hayatı yoktur. Kilidi bile olmayan, üstelik pespembe bir odada, halen küçüklükten kalma duran onlarca sevimli pelüş oyuncağıyla yatmaktadır. Büyümesine, ergenliğini yaşamasına ve hatta kendi adına düşünüp kararlar almasına bile engel olan baskıcı annesiyle kurduğu ev yaşamı ile tutkuyla bağlı ve yetenekli olduğu bale arasında bir hayat sürmektedir. Dersleri bitince evine döner, annesinin kıyafetlerini çıkarmasına ve hatta tırnaklarını kesmesine izin verir, yemeğini yer, biraz daha antrenman yaparak erkenden uyur.

Nina'nın sabah ateşiyle uyanıp yatağında mastürbasyon yaparken annesinin başucundaki koltukta uyuduğunu dehşetle fark ettiği sahne, anne kızın ilişkisini özetlemektedir.

Hırslı, mükemmeliyetçi ve manipülatör sahne yönetmeni Thomas Leroy (Vincent Cassel) bir nedenle eski yıldızı Beth Macintyre’den (Winona Ryder) sıkılmıştır. Yeni sezonda Kuğu Gölü’nü farklı bir uyarlama ile sahnelemek isteyen yönetmen, yeni bir yıldız arayışındadır. Okulda birçok yetenekli dansçı olmasına rağmen hem Beyaz Kuğu hem de Siyah Kuğu rolünü; yani biri iyi diğeri kötü kalpli ikiz kardeşleri canlandırabilecek oyuncu yoktur. Seçmelerde Nina’nın doğal güzelliği ve yeteneği ile Beyaz Kuğu’yu başarıyla oynayabileceğine emin olan Thomas, ondan bu kontrolcü ve kusursuza oynayan tavrını bırakıp içindeki kötülüğü ortaya çıkarmasını ister. Hayatı boyunca her yaptığı planlı ve gözlem altında tutulmuş Nina için bu hiç de kolay olmayacaktır.



Konusunu bu şekilde özetleyebileceğimiz 2010 yapımı ve şimdiden dört dalda Altın Küre adayı “Black Swan”, yetenekli yönetmen Darren Aronofsky’nin son filmi. 41 yaşındaki Aronofsky’nin ilk uzun metrajlı filmi Pi(1998) birçok genç sinemacı için ufak bütçeyle çekilip uluslararası başarı kazanışıyla ilham kaynağı olmuştu. İki yıl sonra Requiem for a Dream(2000) ile daha da büyük bir çıkış yapan yönetmen, Ellen Burstyn’in Oscar adayı olduğu bu yapımla kameraya hâkimiyetini ve özgünlüğünü kanıtlamıştı. Ne yazık ki rüya projesi The Fountain(2006)’i gerçekleştirirken türlü zorluklarla karşılaştı ve sonuç kimilerince iyi niyetle karşılansa da kimsenin “Bir Rüya İçin Ağıt” ’tan sonra beklediği gibi olmadı. The Wrestler(2008) ile yeniden formuna döndüğünü ispat eden yönetmen, özellikle Mickey Rourke’nin de dönüş filmi olarak hatırlanacak bu yapımla tekrar saygı görmeye başladı.



İlk döneminde verdiği sinyallerin karşılığı ise Black Swan’da hayat bulmuş görünüyor. Aronofsky’nin şimdiye kadarki en büyük yönetmenlik becerisi olarak kabul edilebilecek film, Natalie Portman’ın muhteşem güzelliğinden ve oyunculuğundan da sonuna dek faydalanan bir yönetim-kurgu-müzik harikası. Klasik hikâye anlatımına yüz vermeyen yönetmen, ilk saniyesinden “bu bir bale filmi değil” diyerek kaçması muhtemel seyirciyi koltuğa bağlıyor ve onlara enfes çekilmiş bolca dans sahnesi izletiyor. Darren Aronofsky’nin artık imzası haline gelen ense seviyesinden perdenin tam ortasında yürüyen oyuncuyu takip eden kamera, filmin tamamına yakınında kendine yer buluyor. Yerinde duramayan dansçıları elimizi uzatsak tutabileceğimiz mesafeden kaydedip en az dans eden aktör ve aktrisler kadar estetik ve hareketli bir kamera bu aynı zamanda. En büyük karar merci ise filmin müzikleri. Gerilmemiz gerektiğini sürekli hatırlatan orijinal müzikler, Kuğu Gölü’nün klasik melodileri ile harmanlanıp kulaklarımıza müthiş bir ziyafet sunuyor.



Sanatçının sanatı için sınırlarını aşması şeklinde özetlenebilecek film, bu cümleyi oldukça heyecanlı ve modern şekilde kuruyor. Yoğun stres altına girmeden önce de patlamaya hazır bir şeker kutusu tekinsizliği olan, henüz cinsel yönelimi dahi kafasında netleşmemiş Nina’ya hayat veren Natalie Portman’ın –rolü için bazen yaşlı görünse de- çoktan hak ettiği Oscar’ı almasına kesin gözüyle bakılan performansına Venedik’ten ödülle dönen Küre adayı Mila Kunis de kusursuz eşlik ediyor.



Filmin gelgitlerle dolu senaryosu; seyirciyi aptal yerine koymadan, açıklayamayacağı hiçbir numarayı çekmeden, minimum replikle anlatmak istediğini ortaya koyuyor.
Verdiği karar ve içine düştüğü durumun amacına ulaştıktan sonraki sonucunu düşünmeyen Nina karakteri gibi yönetmen Darren Aronofsky de filmini amacına ulaştığı noktada, son dönemin hastalığı haline gelen “sonra da bunlar oldu” açıklayıcılığına yüz vermeden, istediği yerde noktalıyor.

5 yorum:

  1. Bale ile ilgili bi filmi beğeneceğimi sanmazdım.ilginç ama güzeldi hissetirdimi :) evet hissettirdi.

    YanıtlaSil
  2. Ben festival kapsamında arasız izledim, drama değil gerilim valla. Ellerim terledi bir ara

    YanıtlaSil
  3. Şiirsel bir filim kusursuz bir yorum
    bülent

    YanıtlaSil

2023 - Kalan 6 Ay

Temmuz, on beş ay sonra spor salonlarına döndüğüm ve eğer bir kaza bela olmazsa, nasıl öleceğimi de öğrendiğim ay oldu. Bunun getirdiği duyg...