Her sene doğum günümde “tamamladığım yaşımı ne yaptım” tadında yazılar yazıyordum bloguma. Bu yıl hem vakitsizlikten hem de ve daha çok kimsenin umurunda olmadığını düşündüğümden; yapmadım. Fakat buraya kadarmış erteleme. Şu an tek yapmak istediğim bu.
30 yaşına girdiğim gece yanımda bir hemşire arkadaşım vardı.
Saatler öncesinden buluşup gece yarısı olmasını beklemiştik. O sırada bin
kilometre uzakta en sevdiğim dostlarım evime girip hediyemi bırakmış, böylece
aramızdaki deli mesafeye rağmen fiziksel anlamda bana hediyemi vermiş
sayılmışlardı. Zekiceydi. Günün gündüz olduğu andan itibaren kalanı pek de
özellikli geçmemişti. Depresif bir doğum günü daha.
Sonraki günler dizi ve film izleyerek, kilometrelerce yol yapıp
çalışarak, beni görmek isteyen tanışların hesabını ödeyerek geçti. 3 eylül
tarihinde; eski gönül yaralarımdan biri, çalıştığım hastaneye sevgilisiyle birlikte
her geldiğinde bedava ilgileniyor olmama rağmen benden 15 lira hizmet bedeli
tahsil etti. Bu da aramızdaki bağların sonu oldu.
Karşılıksız seven nadir arkadaşlarımdan biri annemle birlikte
beni ailesinin evinde ağırlayıp çevreyi gezdirdi, bu da hala çıkarsız sevebilen
bir iki kişi olduğunu hatırlattı.
Alanya’da Polonya’dan gelen üç misafirimle ilgilendiğim hafta
beklediğimden sıkıcı geçti. Hatta hayal kırıklığı oldu. Her kim olursa olsun
evlendiği anda değişiyordu çünkü. Yarısını eşine, kalanını çocuğuna tahsis
ederek yok oluyordu.
Altın Koza Film Festivali ise beklediğimden iyi geçti. Yarım da olsa akredite oldum, Adana’da yaşadığım yılların toplamından fazla seks yaptım ve “Pozitia Copilului” gibi bir film görmüş oldum. Çakma editörüme nefretle katlandım ama olsun, kendini imha etmesi için gerekli bir süreçmiş.
Dizi, yazı, spor, şehirlerarası iş ve eğlence seyahatleri, Build
HD, Ortaköy kumpiri, onunla tanışma, bununla buluşma, şarap denemeleri, IKEA
birleştirmeleri, Mama Shelter, arkadaş füzyonları, İstanbul’da iş arayışları,
basın gösterimleri, ayak fetişleri, biraz daha IKEA, kahvaltı, spor, porno
yıldızı taklitleri, kahvaltı, spor, duş, çay, kahvaltı, kahve, spor, duş,
dansçı, Bienal, sauna, IKEA, sinema, birlikte uyuyamama, kahvaltı, spor, duş,
Sahaf Festivali, ahtapot, fener balığı, baklava, çay, Armani, H&M, Secure
Drive, içkili Maraş geceleri, fabrikalar, eski mümessillerle kafeler, diziler,
filmler, fabrikalar, Bebek, Kanlıca, Hıdiv Kasrı derken kasım oldu.
Pahalı yemekler ve pahalı saç kesimleri arasında öz bakım ve
bitmeyen izleme eylemleri. Filmlerden öğrendiğimiz, son yılların gün katilleri.
Büyük hediyeler almayacağıma söz verip tutamadım. Kimse de sözünde durmadı. Ne
insanlar ne de firmalar. Uçan kuştan alacaklı olmama rağmen enayiliğim bitmedi.
Ne kadar durdurmaya çalışsam elim vermekten vazgeçmedi. Kalbime zarar stresler
edinmeye devam ettim.
Filmi çok sevmesem de en sevdiğim kadın dostumla yemek ve şarap sonrası “Mavi En Sıcak Renktir”e gittiğim gün, o dönemden en güzel hatırladığım.
Cildimde yaralar çıkmaya başladı. Yüzümde en çok. Kimi havuza,
kimi berbere, kimi de eve girip çıkan adını bile hatırlamadığım kişilere bahane
buldu. Belki de tek suçlu günü geçmiş bakım ürünleriydi, kim bilir. Sonuçta
beni durdurdu. Kendimi iyi hissetmemeye başladım. Seçmeye. Yüzümü yıkamak bile
acı veriyordu. Bakmak da öyle. Kaldılar. Gitmeyecek gibi yaralarım.
Yılbaşı gecesi en cimri arkadaşıma son şansını verdim. Temiz bir
başlangıç olmasını umarken utanca bulandık. Üç kuruş için çektiği numaralar
ömürlük tanışıklığın iplerini kopardı. O çok sonra fark etse de, benim
sırtımdan acı dolu bir yük kalktı.
Yılın ilk seksi faciaydı. İkinci de biraz öyle. Dördüncüde
toparlandım gibi oldu ama ruhum eskiyi özlemeye koyuldu. Ocak bitmeden pasaport
aldım. Tüm zamanların en büyük hediyesi ile doğum günü sürprizi yaptım.
Çevremdeki cimrilik ve para için atılan taklalar daha da savurgan olmama sebep
verdi. Yine bir co-worker âşık oldu ve yine neden dönüp bakmadığımı anlayamadan
üzüntüye boğuldu. Sonra ben gidip hiç olmadık birine dibimi düşürdüm, neyse ki
eskisi kadar salak değilim, hemen toplayıp dönüştürdüm. Bir günde 25 bardak
kahve parası kazanmak hakaret gibi göründü, dörde katladım. Ne var ki çalışmayı
hiç sevmediğimden, ona bile burun kıvırdım.
Bilet almama rağmen !f’e akredite oldum. Halk kuyrukta telef
olurken ayrıcalıklı olmak için ufacık çaba sarf edenlerin nasıl imtiyazlar
edindiklerini görüp sinir oldum. Ben de onlardan oldum.
Çalıştığım hastanenin yatırım amaçlı yaptırdığı evi sattım. Müteahhit Bekir Taşdemir tarafından 4 bin lira dolandırıldım. Hakka ve hukuka
inanmadığım için kimseye havale etmedim. Bu yıl şerefsiz insanlara kaptırdığım
paranın yanında nedir ki dedim.
Sonra birini sever gibi oldum. Tatlı bir ufacık. Daha dershaneye
gitmek gibi dertleri olan, tertemiz bir insan. Kıymet verdim. Kaldıramadı. Ona
göre burjuva, sert ve her şeyi kolay elde etmiş bir şanslıydım. Bu kadar
tanıyamazdı sanırım bir insan beni. Gitti.
Yorum İstanbul Evleri ömrümü yedi. Taksitleri, bitmeyen
eksikleri, inşaat kalitesizliği, verilen sözlerin tutulmaması, Arapların
gürültüsü, sıcak, sinek vs. İstemediğim bir kar elde ederken hızla yaşlandım.
Hayatıma dört yıl önce değmiş biri, girmeye çalıştı. İzin verir
gibi olduğumda, ne kadar harika olduğunu gördüm. Hak ettiği değeri elbette
vermedim.
Hayatımın en şişman ve en zengin seksini yaptım, kendimi makine
gibi hissettim ve hoşlanmadım. İnsanları sevmem gerektiğine karar verdim. Aşk
aramaya başladığım andan itibaren zavallı bir partnere dönüştüm. Benden
saklanmayı çok seven bir şeyin peşinde koşturup durdum.
Arzu Çağlan’ın programı yayından kalktı. İlk kez etiyle
kemiğiyle karşıma çıktı. Kim olduğumu anladı. Gurur duydum. Dedim ki bazı
insanlar olmasa ben olmazdım. Ben olmasam kim olmazdı?
Hayatım boyunca seveceğim ve seveceğini düşündüğüm eski bir
dostumun daha evlilik ve çocuklar yüzünden yok olduğuna şahit olmak için su
üstünde yürüdüm. Kontrast o kadar güçlüydü ki, yeni dünyamda zaten şansı
kalmamıştı. Gömmedim ama sakladığım yerde beklemediğini kabullendim.
devam edecek)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder