Deniz, kum,
güneş. Dün gece annemle tatildeydik. Kabak Koyu’nu görmüşlüğümden sonrası bir
zamandı yani ölümünden sonrası. Ölmemiş tabi. Benim elimde telefon, yokuş aşağı
yürüyüp duruyoruz, nasıl geri çıkacağımızı da düşünerek. Gittiğimiz bölgenin
görülmesi gereken yerlerini geziyoruz tek tek. Kabak Koyu gibi dibin de dibinde
bir yere doğru ilerliyoruz ve bir noktada vazgeçiyoruz çünkü tepeden, ineceğimiz
yeri görebilecek noktaya ulaşıyoruz. Aşağıda bir Rollercoaster ve çeşitli
atraksiyonlar var. “Hadi” diyor annem ve ben de zaten binmeye korkacağım için
geri dönmeye karar veriyoruz. Yüzümüzde maske yok, bir an tırsıyorum ama sonra
bakıyorum, kimsede yok. Çıkıyoruz genç bir kadınla bunları konuştuğumuz
kulübeden ve yokuş yukarı geldiğimiz yöne doğru yürümeye başlıyoruz. Alzheimerca
bir şeyler söylüyor ama ben tam olarak anlıyorum. Annem az önce olmayan
maskesini sinirlenip yere atıyor, panikliyorum çünkü yedeğimiz yok. Eğilip
alıyorum mecburen ama alırken maske şapkaya dönüşüyor, evdeki eski şapkalardan
birine, hani şu turizm acentesinin hediye ettiği. Sonra da alarm çalıyor işte,
annemsiz geçecek 99. günün sabahına uyanıp, e-bültenimin 6. ayını kutladığım
sayısını yolluyorum 1324 kişiye.
Öğretmenler
gününe uyanacağımız gece de sabaha kadar arkadaşlarını gördüm rüyamda. Bir o
teyze, bir bu teyze arıyordu seni. Malum, yılın en çok arandığın günüdür ve sen
de çok mutlu olurdun. Gerçi geçen sene Ayşe Teyze sanki okuyabiliyormuşsun gibi
SMS yollamıştı ama neyse. Ondan ümidimi çok önce kesmiştim zaten. Öyle işte, sabaha
kadar rüyamda Suzan Teyzeye falan “sağlığında aramadınız, ölüsünde de aramayın”
gibi laflar anlattım.
Geçen salı
tiyatroya gittik. Kadın oyuncu sahneye çıkar çıkmaz, ölümünü düşündüm. O
haliyle ölüyordu ve birileri ayaklarından tutup bir çukura bırakıyordu. Kimin
yüzüne baksam ölüp çukura bırakılacaklarını düşünüyorum. O zaman diyorum, niye
yaşıyorlar.
Böyle
geçiyor işte günlerim. Seni çok özledim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder