Dün ilk defa biri senden “rahmetli annen” diye bahsetti. Seni
hiç tanımamış biri. Yeni tanıştığım ve ilişkimi iyi tutmam gereken biri. Dişimi
sıktım, tüm kaslarımı sıktım ama yine de gözümden bir damla düştü. Çok zor toparladım.
“Rahmetli annen” mi! Öldün mü ki?
Birkaç gece önce eski evimizde gördüm seni. Saraykent B Blok.
Ben de niyeyse A Blok’a yerleşmişim. Senin okuldan dönmeni bekliyorum. Muallim
Hayrullah Efendi. Kimin arabasından bilmiyorum, indiğini görünce koştum, A Blok’tan
çıkıp B Blok’a girdim. Solda posta kutuları varmış, yoktu aslında, orada dolanıyorsun.
Seslendim sana, dönüp baktın. Tanıdık bir yüzdüm senin için ama çıkaramadın. “Benim
Serkan” dedim, “aa sen geldin” diyerek hızlıca yürüyüp iki elinle yanaklarımı
tuttun. Ben aynıydım ama sen güneşte kurutulmuş gibi. Sanki haftalarca su
vermemişler sana, güneşin altında yüzün kırışıp kalmış, dudaklarının rengi
solmuş. Her hafta suluyor aslında ablamlar mezarını ama Mersin sıcak tabi. Ama
fiziğin harikaydı. Demek ki hala çürütemedi seni toprak. Alzheimerın da yerli yerindeydi.
Arkadaki odunluktan bir an için görünen anneannem “vah vah” der gibi başını
salladı, “düzelme yok di mi” dedim ben de. Hala mı şu hastalıkla boğuşuyorsun?
Hiç birinci derece akrabam kalmadığını idrak ettim bir de. Ablam
benden önce ölürse param amcalarıma falan kalacakmış. En kısa zamanda bunun
önlemini almam lazım. Leş gibi elleriyle odamda değerli bir şey aradıklarını
düşünemiyorum. Öldüğüm yerden döndürebilecek bir sinir harbi.
Yoruldum biraz. Bilgisayarım en iyi dostum şu sıra. Ama vücudum
artık karşısında oturmak istemiyor. Seni seviyorum.