Her sabah yazma isteğiyle uyanıyorum ama elim gitmiyor, sanki
büyüsü kaçtı. Sanki yazarsam gerçekten hissettiklerimi değil de hissetmem
gerekenleri yazacakmışım gibi geliyor. Artık üzülmüyor muyum, emin değilim.
Belki de artık üzülmüyorum ve görev olarak yas günlüğü tutmak saçma geliyor.
Peki neden üzülmüyorum artık, mümkün mü bu, altı ayda unuttum mu seni?
Hayır, bütün gün aklımda, her gece gözümün önündesin hala. Geçen
hafta arkadaşımın hamburgerinden çıkan salyangozla ilgili olsa gerek, dün gece
mutfakta bazı egzotik böcekler gördüm ve seni çağırdım. Hiç korkmazdın böyle
şeylerden, fareyi bile elinle tutup atabilirdin. Seni çağırdım, mutfak
lavabosunun yanındaki ufak, renkli ve güzel görünen böceklerden birini eline
aldın. O sırada “ya annem olmasaydı, bu böceği nasıl dışarı atardım” diye
düşünüp, yanımda olduğun için şükrettim. Saçmalığa bak. Sen zarar vermek
istemedin böceğe ve dışarı atmak üzere hamle yaptın ama uçtu yavaşça, çok
uzaklaşmadan. Havada süzüldü daha doğru ifade etmek gerekirse. Yukarı doğru
süzüldükçe büyüdü, genişledi, hacmi onlarca kat arttı ve büyüdükçe daha da
güzelleşti. Sonra bizi içine almaya başladı şeffaf bedeninin ve oradan bir
maceraya atıldık seninle. Kendi kendime, uyanır uyanmaz bunları yazmalıyım,
harika bir çocuk filmi senaryosu bu dedim. Sigmund Freud, Analyse This.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder