Mart ayı, depremin etkilerinin zihnimde gücünü gitgide artırmasıyla geçti. Başım dönüyor, durduramıyordum. Ve yıl bitti, hâlâ başaramadım.
O sırada editörü anadilini bilmeyen bir gazeteden yazarlık teklifi aldım. Benden ne istediğini bile düzgün cümleler kurarak anlatamayan, sırf giydiği kıyafetler çalıştığı yere uygun diye editör yapılmış bu moronla elbette uzun süre devam edemedik ama o kısa zamanda bile örümcek beyinlilerle iş yapmamam gerektiğini öğrenmiş oldum.
Amsterdam’da başlayıp Hamburg’da biten 10 şehirlik Avrupa seyahatim bir ay sürdü. Şu hayatta en çok sevdiğim insanlardan tut, iki dakika önce tanıştıklarıma kadar herkesle harika vakitler geçirdim ve çok mutlu oldum. Nisan ayının büyük kısmını da İstanbul’da geçirdim ve yine hem eski hem yeni insanlar sayesinde yılın en güzel iki ayını yaşamış oldum. Ancak sonra, aynı hataya düştüm ve topladığım tüm enerjinin, pozitifliğin bir kişi tarafından ruhumdan çekilmesine izin verdim. Günlüğümün sayfalarını karıştırırken şöyle şeyler görüyorum: Kavga çıkardı, burnumdan getirdi, kriz yarattı, delirdi, laf dinlemedi, üzdü, ağlattı… Bu sabah bir reklam izledim. Şöyle diyordu bir yerinde: “Bazı karakterler hikâyeni yavaşlatıp durdurabilir, onlardan kurtul.” Hâlâ mı işaret bekliyorum? E, hadi o zaman.
Sinema dünyasından bir cacık olmayacağına emin olunca, mayısın ikinci haftası gibi, doktorluğa dönme şartlarını araştırmaya başladım ancak aradan geçen yedi ayda bu arayışım hiçbir yere varmadığı gibi üzerimde yük oldu ve “seçilmiş işsizliğim” sanki bir suçmuş gibi gerilmeye başladım. Atama bekleyen bir çaresiz gibi baktı gözlerim, mutluluğu yine bir olayın gerçekleşmesine endeksledim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder