4 Eylül 2010 Cumartesi

THE LAST AIRBENDER (2010) by M.NIGHT SHYAMALAN **



Açıkça söylemem gerekiyor ki; M.Night Shyamalan benim için bir kahraman. Mehmet Açar’ın 4 Şubat 2000 Cuma günü sabah haberlerinde “lütfen kimse birbirine filmin sonunu söylemesin, bir an önce gidip izlemekte fayda var” sözleri üzerine o zamanki adıyla Odeon Cineplex sinemalarına koşup (şimdi AFM Anka/Mall adıyla berbat bir şekilde işletiliyor) 11.45 seansında çok az kişiyle The Sixth Sense(1999) filmini izlemiştim. Filmin tamamına yakınında 17 yaşında bir genç olarak sıkılmış, tüm zamanların en büyük sürprizlerinden birini içeren finalinde ise kendimden geçmiştim. Fenomene dönüşen, halen listelerde en beğenilen filmler arasında yer bulan Altıncı His’in ertesi yıl Unbreakable(2000) ile bir kez daha orijinal fikirlerini sergileyen senarist-yönetmen; bu kez daha hafif de olsa yerli yerindeki sürpriz finale bel bağlamayıp bütün filmini üst seviye kılmayı bilmişti.

Toplamda beşinci fakat bilinen üçüncü filmi İşaretler, M.Night Shyamalan’s Signs(2002) diye tanıtılıp yönetmenin artık yıldız mertebesinde olduğu ilan edildi. Beklenti büyüktü. Mel Gibson’a rolü için 25 milyon dolar ödenmişti. Herkes filmden çok sonundaki sürprizi merak ediyordu. Ama beklenen olmadı. Üçüncü atış karavanaydı. Son iki filmine göre “berbat” idi.

Aradan iki yıl daha geçti. The Village(2004) için hala umut vardı. Shyamalan İşaretler’de takılan ayağını kaldırıp öyle yükseğe basmıştı ki bu sefer, benim için tüm başarıları gölgede kaldı. Köy; bir değil üç büyük sürpriz içeriyordu. Sürpriz final kusursuzdu. Bunun yanında ilk kez izlediğimiz bir filmin hangi zamanda geçtiği konusunda yanıltılmıştık. Üçüncü inanılmaz şey ise filmin türü konusundaki sürprizdi. Korku-gerilim olarak pazarlanan ve öyle başlayan film gerçekte olağanüstü güzellikte bir aşk filmiydi. İşte o gün M.Night Shyamalan benim kahramanım, sinemada yapmak istediklerimin karşılıklarından biri oldu.



İkişer yıl arayla film çekmeyi sürdüren yönetmenin Lady In The Water(2006)’ını kimseler beğenmedi. Ben yine heyecanla izledim, hiç değilse İşaretler’den iyiydi ama yine de Köy sonrası büyük bir geri adımdı.

The Happening(2008)’in gelmesi de aynı süreyi aldı. Mark Wahlberg gibi bir isimle çalışmayı seçen yönetmen 91 dakika boyunca filmini izleyen herkesi perişan etti. Dibe vurdu. Benim gibi büyük hayranlarına bile savunacak taraf bırakmadan kusursuz başarısızlığa imza attı.

Yazımızın konusu üç sezon 61 bölümlük Nickelodeon animasyonu Emmy ödüllü Avatar: The Last Airbender(2005-2008)’in sinema uyarlaması The Last Airbender(2010)’i Shyamalan’ın uyarlayacağını duyduğumuzda tutukluk yaptık. Özgün senaryolarının artık işlemediği ve gişede battığı bilinen yönetmen çocukları için böyle bir film yaptığı yalanını söylüyordu. Üç beş karakterle sınırlı sayıda mekanda geçen filmler çeken Shyamalan için görsel efekt bombardımanı popüler bir animasyon uyarlaması yaz filmi yapmak garip bir seçimdi. Setten sızan fotoğraflardan birinde yer alan oyuncuların perişan ifadeleri ve yönetmenin bıkmış yüzü unutulmazdı. Son anda daha da ilgi çeksin diye 3-D makyajı yapılan Son Hava Bükücü, Shyamalan’ın sonu oldu.

Üçleme olmasını hayal ettiği yapım için çok çalıştığını ifade eden yönetmen, senaryoyu da kendi uyarlamıştı.

Filmin ilk saniyesinden itibaren “bir çocuk filmi izleyeceksiniz” mesajı veriliyor. Yazı karakterleri, çocuk oyuncular ve yumuşak tonuyla Shyamalan filmi izlemeye gelenler ilk saniyede kapı dışına uğurlanıyor.

Filmin en rahatsız edici yönü set tasarımı. O denli amatör, o denli derme çatma duruyor ki; kurulan köylerdeki yapılar yıkılmasın diye koşup tutasınız geliyor. Dijital müdahaleler ve efektlerin son kullanma tarihi üzerinden en az on yıl geçmiş gibi. Yönetmenin efektli sahne yönetme konusundaki beceriksizliği de bunların sırıtmasının temel sebeplerinden.

Oyuncuların yol boyunca verdikleri içler acısı performansların sebebi onları yönetemeyen yönetmen midir yoksa kötü seçimler yapan yönetmen midir bilinmez ama tam kameranın içinden alnımızın çatına baktıkları karelerde feci şekilde çuvallamayan tek canlı yok filmde.



Süresi boyunca duygularımızı harekete geçirebildiği tek an olan toprak bükücülerin esir tutulduğu köyde geçen ayaklanma sahnesi dışında boş boş baktığımız görüntüler bir hiç uğruna akıp gidiyor, bitiyor.

“Ben bilmem kim, sana bunu ben yaptım” tarzı zavallı repliklere kurban verilen orijinal hikâyenin izlememiş olsak da derinlikli karakterler içerdiğini, Aang’ın tüm ulusları kurtaracak Avatar olmasına rağmen insancıl ihtiyaçlardan vazgeçmeyi reddeden küçük bir çocuk olmasından anlayabiliyoruz.

Ne yazık ki 2000’li yılların en büyük hazinelerinden üçünü bize hediye eden M.Night Shyamalan’ın bu filmden sonra iş bulması güç görünüyor.

2 yorum:

  1. Adamın moralini bozmuşsun O ndan boşalan koltuğa senmi oturmayı düşünüyorsun:) Hani artık otursanda doldurursun o kaltuğu!

    YanıtlaSil
  2. Kimsiniz ve bu nasıl bir espiri anlamadım.

    YanıtlaSil

2023 - Kalan 6 Ay

Temmuz, on beş ay sonra spor salonlarına döndüğüm ve eğer bir kaza bela olmazsa, nasıl öleceğimi de öğrendiğim ay oldu. Bunun getirdiği duyg...