20 Şubat 2011 Pazar

THE FIGHTER (2010) by DAVID O. RUSSELL ***


83.Akademi Ödülleri’nin 10 haneli en iyiler listesine girmeyi başaran filmlerden biri de “Dövüşçü”. Olumlu eleştiriler aldığı Three Kings(1999) ve yıldız bir kadro oluşturduğu I Heart Huckabees(2004) filmlerinden hatırladığımız Amerikalı yönetmen David O. Russell’ın elinden çıkan yapım; Hollywood’un ve Oscar’ın çok sevdiği boks filmlerinden biri olmaya soyunuyor. Bunu yaparken boks filmlerinin kemikleşmiş şablonuna teslim olsa da, klişelerine yüz vermemeye çalışıyor.

Gerçek bir hikâyeden uyarlanan yapım, Mark Wahlberg’in rüya projesi olarak lanse edildi. Aktörün 18 yaşından beri şahsen tanıdığı Micky Ward isimli boksörün yaşam öyküsünü filme almak için beş yıl uğraştığı biliniyor. Bu süreçte yönetmenlik koltuğu için Martin Scorsese ve Darren Aronofsky’nin ismi geçmişti. Aronofsky sonunda Black Swan(2010)’ı tercih etti ve bu filmin yapımcı kadrosunda yer aldı.

İrlanda asıllı Micky Ward(Mark Wahlberg) yeteneği tartışılmayan ancak annesi Alice(Melissa Leo) ve üvey abisi Dicky Eklund(Christian Bale)’un yaptığı yanlış tercihler nedeniyle kariyeri bir türlü ilerlemeyen genç bir boksördür. Denkleri bütün yıl maaş alarak idman yaparken o hayatını finanse etmek için ek işler yapmak zorunda kalır ve yeterince hazırlanamadığı maçlarda genelde yenilir.


Ünlü boksör Sugar Ray Leonard’ı (filmde kendini canlandırıyor) yenip, yaşadığı Lowell kentinin kahramanı olan Dicky; formdan düşmüş ve uyuşturucu bağımlısı olmuştur. Üvey kardeşini sevse de antrenmanları aksatır ve annesiyle birlikte hiç kimseye faydası olmayan kararlar alır. Bir gün işler hepten kötüye gider ve Micky’nin eli kırılır, Dicky hapse girer.

Üniversiteyi yarım bıraktıktan sonra barda çalışmaya başlamış Charlene’nin(Amy Adams) hayatına girmesi ve babasının annesinin karşısında durma cesareti göstermesi ile Micky için işlerin rengi değişmeye başlar.

The Fighter; ailenin ve boks dünyasının medya ilişkilerine çokça yer veriyor. Açılış ve kapanış sahnelerinin röportaj formatında olmasının yanı sıra filmin ilk yarısı Amerikan HBO kanalının ailenin hayatını filme almasının etrafında şekilleniyor. Dicky; ringlere geri dönüşü ile ilgili bir belgesel yapıldığını düşünse de, HBO gerçekte uyuşturucu müptelalarının düştükleri durumları anlatan bir program hazırlamaktadır. Bu durumun ortaya çıktığı dakikalar, filmin de yükselişe geçtiği en başarılı anlara denk geliyor.

Oscar listesinin en dinamik filmlerinden biri olan The Fighter, ringde fazla vakit geçirmemekle birlikte dövüş sahnelerini detaylı göstermeyi de sevmiyor. Wahlberg’in yıllarca çalışıp dublör kullanmadan oynadığı sahnelerin çoğunu maçı anlatanların cümleleriyle algılıyoruz. Bu, yönetmenin bir tercihi olmanın yanı sıra yine yönetmenin dövüş sahnelerinde heyecan yaratamamasının kurtarıcısı olmuş gibi duruyor.


Mark Wahlberg ne kadar uğraşmış olursa olsun Micky Ward karakterinde öne çıkamıyor. Kötü bir oyuncu olmasa da detaylandıramadığı mimikleri bu durgun adamın yüz ifadesini veremiyor. Ailesini çok seven, bunun için söz hakkından bile feragat etmiş Micky’nin çekingen, içine kapanık, yalnız ringde ortaya çıkan karakterini izleyiciye inandırıcı kılamıyor.

Christian Bale ise yine şaşırtıyor. Son iki Batman filminin başrol oyuncusu, The Machinist(2004)’dekine benzer fiziksel bir değişim gösterdiği bu rolüyle Altın Küre dâhil çok sayıda ödül topladı yurt dışında. İlk kareden itibaren önceki rollerini unutturup Dicky Eklund olarak karşımıza dikiliyor.

Filmin belki de Bale’den bile üstün performans sergileyen sanatçısı ise Melissa Leo. O da şimdilik Altın Küre ile taçlandırıldığı anne rolüyle son üç yılda ikinci Oscar adaylığını aldı ve bu kez karşısında durabilecek bir rakibi yok. Aynı kategoride yarıştığı filmin diğer oyuncusu Amy Adams da hiç fena değil ancak heykel için biraz daha beklemesi gerekiyor.

Yönetmen David O. Russell, farklı tercihleri ile Akademi’nin yüz vermesi zor görünen bir yapı kurmuş. Yer yer başarılı olsa da bütün film için işlediğini söylemek zor. Bazı sahneler o kadar sarkıyor ki, başından sonuna birkaç ton değişimi yaşanıyor ve başarılı oyuncular bile bu sarkmaların altında eziliyor. Böyle anların müsamere gibi görünmemesini sağlayan kurgucu Pamela Martin de bu zaferi nedeniyle Oscar adaylığı kapmış olmalı.

Filmin bir diğer takdir ettiğim yanı ise hapishane sahnelerinde de klişelere yüz verilmemiş olması. Bu kısımlar yalnızca gerçek öyküde olduklarından filmde kendisine yer buluyor.

1 yorum:

  1. Christian Bale e bayılıyorum her filminde ayrı biri gerçekten :)

    YanıtlaSil

2023 - Kalan 6 Ay

Temmuz, on beş ay sonra spor salonlarına döndüğüm ve eğer bir kaza bela olmazsa, nasıl öleceğimi de öğrendiğim ay oldu. Bunun getirdiği duyg...