27 Şubat 2011 Pazar
THE NEXT THREE DAYS (2010) by PAUL HAGGIS ***-
1993 tarihli Red Hot’un ardından gelen ilk uzun metrajlı filmi Crash(2004) ile iki Oscar birden kazanan ve bu yüzden bazı eleştirmenlerce lanetlenen Paul Haggis; üç yıl sonra Tommy Lee Jones’a Oscar adaylığı getiren ve karışık tepkiler alan 9/11 draması In The Valley Of Elah(2007)’ı yönetmişti.
Daha çok yaptığı senaryo çalışmalarıyla hatırlanan Haggis; son iki Bond filmi Casino Royale(2006) ve Quantum of Solace(2008)’nin yazar kadrosunda yer almıştı.
Yine son 10 yılda Clint Eastwood’a Million Dollar Baby(2004), Flags Of Our Fathers(2006) ve Letters From Iwo Jıma(2006) gibi filmler kazandırdı.
Saydıklarım dışında kariyerinde onlarca televizyon dizisi yer alan yazar-yönetmen Haggis bugün; aldığı beş adaylık ile Akademi’nin sevdiği, aynı zamanda popüler işler de yapan bir adam.
Paul Haggis’in son filmi Türkçe adıyla “Kaçış Planı”; 2008 Fransız yapımı “Pour Elle - Anything For Her” isimli Fred Cavayé filminin yeniden çevrimi. Orijinal filmde Vincent Lindon’un oynadığı karakteri Russell Crowe, Diane Kruger’ın rolünü ise Elizabeth Banks canlandırıyor.
Filmin aralarında 10 dakika bulunan iki farklı versiyonu bulunuyor. Ben 132 dakikalık uzun olanını izledim. Süresini fazlasıyla hissettiren ancak sıkıntı vermeyen bir yapım var karşımızda.
Orijinal filmi görmediğim için karşılaştırma yapamayacağım ancak “The Next Three Days”’in oldukça özenli yazılmış bir senaryosu olduğunu, keyifle izlenen hoş ayrıntılar içerdiğini ve yılın kayda değer yapımlarından biri olduğunu baştan belirtmeliyim.
“The Next Three Days” iyi yazılmış bir açılış sahnesiyle karşılıyor bizi. Yemek yiyen iki çiftin hanımlarının nükteli başlayıp kavgaya dönüşen ağız dalaşları gerçekten eğlenceli.
Birbirini delice seven John(Russell Crowe) ve Lara(Elizabeth Banks) ile tanışıyoruz böylece. Luke isminde bir çocukları olan çiftin sabah kahvaltıları da en az akşamki yemek kadar hoş ve zekice yazılmış replikler içeriyor. Çok geçmeden polis kapıyı çalıyor ve Lara’yı cinayetle suçlayıp apar topar tutukluyor. Bu kısım da yine ölçüsüyle, filmin takdirimi kazanan onlarca sahnesinden biri.
Deliller hep aynı şeyi işaret ediyor, dava sonuçlanıyor, Lara cinayetten hüküm giyiyor. Âşık eş, oğlu Luke ile yalnız kalıyor. Hukuk sistemine güvenerek eşine kavuşamayacağını anlayan John sıfırdan başlayıp bir kaçış planı yapmaya koyuluyor ve bunun için üç yılını harcıyor. Film, sonraki 60 dakikasını bu planın hazırlıklarını inandırıcı kılmaya adıyor. Karşımızda ne Prison Break(2005-2009)’in Michael Scofield’i gibi zeki ve cesur bir adam var, ne de onlarca Hollywood filmindeki gibi bir yenilmez kahraman. Russell Crowe’un beyazperdedeki personasına tamamen zıt, orta yaşlı bir öğretmen John. Ve eşinin söylediği gibi; onun için her şey güzel, sanki bu dünyada yaşamıyor.
Plan kurulurken oldukça inandırıcı noktalar sunuluyor. John önce kütüphanelerde geziyor. Defalarca hapisten kaçmış ve bunları kitap olarak yayınlamış eski bir mahkûmla görüşüyor. Helikopterli şehir turlarına katılıp gözlem yapıyor, uydu fotoğraflarından, sarı sayfalardan, son kullanıcı için hazırlanış bilgisayar programlarından, internetteki “nasıl yapılır” videolarından faydalanıyor. Filmin senaryosunun en beğendiğim kısmı da bu. Filmdeki hiç kimse kahraman değil, kimse insanüstü yeteneklerle donatılmamış. Her ayrıntı inandırıcı. John zaman tutmak için kronometreli İsveç saatini, fotoğraf çekmek için ultra-mini kamerasını değil; sıradan insanlar gibi hepsi için cebindeki telefonu kullanıyor.
Keyifle izlenen uzun hazırlık sürecinin ardından bizi heyecanla ödüllendiren Haggis, kaçış kısmına 50 dakika ayırarak standart seyirciye de oynuyor. Hibrid arabasıyla her şeyden çok sevdiği karısını hapisten kaçırmaya çalışan John’u izlerken tanıyıp sevdiğimiz bu adamın başarılı olması için dua ediyor ve koltuğumuzda rahat oturamıyoruz. Haggis’in seri üretim Hollywood aksiyonlarına fark attığı yanı da bu oluyor. Perdedeki herkesi önemsiyoruz.
Ayrıca aksiyon severlerin Lara’nın kendini arabadan attığı başarıyla kurgulanmış sahneyi unutamayacaklarına eminim.
Russell Crowe sevgi dolu eş rolünde oldukça başarılı ve bütün filmi tek başına sırtlanıyor. Elizabeth Banks, duru güzelliği ve tavrıyla John’un aşkına sempati duymamızı sağlayan bir araçtan öteye gidemiyor. Ufak rollerde Liam Neeson ve “House” adlı dizinin 13’ü Olivia Wilde’yi izliyoruz. Yönetmen olarak Haggis, özel bir varlık gösteremiyor ancak senaryo tek başına bütün eksikleri hoş göstermeye yetiyor.
“The Next Three Days”’i aşk filmi olarak da izlemek mümkün. Hatta sadece aşk filmi olarak değerlendirmek belki de puanını yükseltecek adaletli bir bakış.
Filmin üzerindeki lanet, yalnız iki yıl önce çekilmiş ve oldukça beğenilmiş bir yapımın yeniden çevrimi olması. Herkesin kolayca ulaşabileceği orijinali varken, bunun ne gereği vardı şeklinde yükselen sesler. Orijinal filmi görmediyseniz basında çıkan bütün kötü eleştirileri yok sayıp, verilen yıldızlara ikişer tane de siz ekleyip “Kaçış Planı”’nı izlemelisiniz.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
2023 - Kalan 6 Ay
Temmuz, on beş ay sonra spor salonlarına döndüğüm ve eğer bir kaza bela olmazsa, nasıl öleceğimi de öğrendiğim ay oldu. Bunun getirdiği duyg...
-
Başlığın bile yeterince şok edici olduğunun farkındayım. Günlerdir arabesk soslu aşk nidalarımı okumaktan sıkılmışsınızdır belki düşüncesiyl...
-
“Carrie Bradshaw daha fazlasını istediğini bilen bir küçük kasaba kızıydı…” Hem edebiyat hem televizyon hem de sinema dünyasında başarılı ol...
Russell Crowe sayesinde inandığım ilişki beni mutlu sonla bitsin kaygısı taşımaya itti. bir katilin cezalandırılmamasını istemek , filmin heyecanı içinde aklımıza pek gelmesede etkisinden kurtulduğumuz anda vicdanımızın ilk soracağı soru olsa gerek.mevcut adelet sistemi içinde hiçbirşeyi değiştiremeyecek olan 'düğme' vicdanımızı susturmak için kullanılan bir araca dönüşmüş. durup sistemin eleştirisini yapabilecekken , sempati duyduğumuzun suçsuz olmasını öğrenmemiz bize yetsin istenmiş.biz halim adalet sistemi selim filim iyi daha ne olsun.
YanıtlaSil