25 Mayıs 2011 Çarşamba

ŞAHANE HAYATLARIMIZ


Bugün aylardır rafta duran bir kitabı elime aldım. 176 sayfaydı. Çoğu önceden okuduğum köşe yazılarıydı. Yine de hepsini baştan okudum. Bütün kitap birkaç saat içinde bitti. Ve bir arkadaşımın sitemiyle sarsıldım aynı saatlerde. Dün gece de başka bir şey olmuştu. Ve dört-beş gün önce şehirlerarası düğüne katılmıştım. Üst üste geldi.

Bugün sitem eden ve onu eskisi gibi umursamadığımı bildiren arkadaşım ne yazık ki haklıydı. Çocukken tanışmıştık. Dört bloktan oluşan bir sitede yaşıyordum. Komşu-arkadaşımın akrabasıydı. Onlara gelip gittikçe kaynaşmıştık. Çocuktuk. Yıllar geçti. O zamanki yaşımızın iki katından fazla yıl. Tekrar karşılaştık. Birbirimizin geldiği durumdan memnun olduk. Benzer sanatsal faaliyetler içinde olmak konuşacak yığınla şey verdi. Birden yeni best-buddylere dönüştük. Sabahlara dek süren sohbetler, şarj bitiren telefon konuşmaları, sürekli görüşme ve paylaşma isteği.

Benim askere gitmemle sekteye uğradı. Telefonsuz iki ay ve sonrasında sadece üniforma giyen insanlara odaklanma arzumla bir yıllık ayrılığımız oldu. Teskere aldığım gün büyüdüğüm şehre dönerken yolda onu aradım. Hem içinden geçtiğim şehrin ondaki anısıyla ilgili gıcık verme isteğimi doyurmak, hem de yine sabahlatan sohbetlerin yaklaştığını muştulamaktı niyetim. Konuşma sırasında bana kendi aralarında söz kestikleri bir ilişkisi olduğunu söyledi. Askeriyedeki bir yıl içinde de bu bilgi kulağıma çalınmıştı ama ciddiyetini o an fark ettim. Ve Tuz Gölü civarında güneş battı. Gerçekten güzel bir manzaraydı, karanlık basana dek.

Sonrasında görüştük. Ama verim alamadık. İçimizden sebepler bulduk. Tekrar sözleştik. Yine verim alamadık. Telefonda konuştuk. O eski halimizden eser yoktu. Bugün, “ne oldu bize” diye sordum. Cevabı, o söylemeden fark ettim.

Bir kez daha ‘ciddi’ bir ilişkiye giren bir arkadaşımdan zevk alamama sendromuna yakalanmış ve onu o en güzel halleriyle hatırlamak için görünmez olmayı seçmiştim. Karşı tarafın suçu yoktu elbette. Biri çıkmış ve birbirlerini sevmişlerdi. Ama benim de suçum yoktu. ‘Ciddi’ bir ilişkisi olan herkes sıkıcılaşıyordu. Sevgilisi hakkında dedikodu yapamazdın artık. Çünkü çocuklarının anası olacaktı. Güzel-çirkin-uzun-kısa-akıllı-aptal diyemezdin. Sevmişti, her haliyle kabullenmişti bir kere. Sorunlarını da anlatmazlardı. Kol kırılır, yen içinde kalırdı.

Yoksa hepsi palavra mı? Ben, asla mutlu olamayacağıma emin olduğum için mi böyle davranıyorum, mutlu birilerini görünce onlardan kaçıyorum. Çevremdeki istisnasız herkes hayat arkadaşı edinirken, ben bulduklarımın ikisini birden kaybettiğim için mi hasetim. Benim gibi yalnız kalsınlar da, birlikte yalnız kalmayalım mı isteğim?


Facebook sayesinde bulduğum ilkokul arkadaşlarımdan biriyle de benzer durum yaşamıştım. Kolukısa’da yaşarken gece yarılarına dek telefonda konuşuyorduk. Kalabalık buluşmalarda ikili grup oluyorduk. Görüşmediğimiz yıllarda birbirimizin geldiği noktadan mutluyduk. Benden bir yaş büyüktü. Kadındı. Ve evlenmeyi asla düşünmüyordu. Gönül ilişkilerinden bahsetmek eğlenceliydi. Dertleşmek rahatlatıyordu. Best-dişi-buddy olmaya adaydık. Ben askerdeyken biriyle tanıştı. Dönüşte buluşma isteklerimi hep erteledi. Grup toplantısında tatsız kaldı. Bir sonrakine gelmedi. Aradım. Ne konuşacağımızı bilemedik. Sonuçta daha önce söylediği her şeyin tersini yapıyordu o an. Haftalar sonra bir gece telefonumun ekranında ismini gördüm. Ben açmadan kapandı. Geri aradım, açmadı. Bir dakika sonra mesajı geldi. “Pardon canım, yanlışlıkla aradım.” Bunu sesli söylemeyi bile reddetmişti. Belki ben lafı uzatırım diye. Çenesizliğim malum. Ama bir zamanlar daha uzun süre konuşabilmek uğruna başka operatörden kullanmadığı hattına kontör yükleyen kadın, şimdi böyle davranıyorsa, bu işte bir iş yok mu? Yaza evlenecekler.

“Bu ülkede bir takım kurallar daha siz hiç doğmadan, yıllar yıllar önce koyulmuştur. Size de aynı kuralları ezberlemek, uygulamak ve gelecek kuşaklara aktarmak düşer. Kadınsanız anne olmalısınız ve hayatınızı kutsal-şefkatli anne imgesinin içinde bitirmelisiniz. Erkekseniz önce asker olmalı sonra da evin direği olup babalık vazifelerinizi yerine getirmelisiniz. Eğer aramızdan birisi bu kuralların dışında davranacaksa birtakım sıfatları da isminin yanına almaya hazır olmalı.”

Böyle bir paragraf vardı bugün okuduğum kitapta. Sonuna dek benim de içimde hissettiğim bir fikir.

Diğer yandan, “Bazen kullandığımız cümleler kaderimizi oluşturur” demiş Paul Auster. Sussam, geçer mi?

Söz konusu kitap: Yiğit Karaahmet’in Şahane Hayatı, Yiğit Karaahmet, Nemesis Kitap, Ocak 2011

2 yorum:

  1. konuşuncada geçmiyor susuncada :( en azından dürüstçe söylüyorsun içinden geçenleri ben çoğu zaman onu bile yapamıyorum yani herkese yapamıyorum sayılı insanla paylaşabiliyorum onlarlada hayata bakışımız çok farklı aslında anlıyorlar ama bi kısmını diğer kısımda çelişkilerimle yine yalnızım...

    YanıtlaSil
  2. en sevmediğim kural da kadınla erkeğin dost olamaması.
    ama ben de beceremiyorum, ben mesela desem ki hiç aklımdan geçirmedim. hep yalan olur.

    YanıtlaSil

2023 - Kalan 6 Ay

Temmuz, on beş ay sonra spor salonlarına döndüğüm ve eğer bir kaza bela olmazsa, nasıl öleceğimi de öğrendiğim ay oldu. Bunun getirdiği duyg...