Bir kez daha yenildim. Benimle savaştığını bilmeyen birine. Savaştığımı bile bilmediğim birine. Yorgunluktan düşmek üzereyim.
Elbette bana sapladığı kılıçtan haberi yok. Tahta çıkmayı istedi o da herkes gibi. Benim tahtıma da değil üstelik. Ama onun başarısı, asla herhangi bir yerin hükümdarı olamayacak beni mutsuz etti işte. Yenilmiş hissettirdi.
Soylu bir aileden gelmediğimi kabullenip onların mutluluklarıyla yaşamayı öğrenmem gerek sanırım. Tahta çıkma törenlerine gidip hediyeler sunmalı, krallıklarının meyvelerini sevmeyi başarmalıyım. Kurnazlığımla onları zehirlememeli, sarayın yaşlı yalnız bilgesi olarak da olsa saygı göreceğim günlere hazırlamalıyım hırslarımı.
Yenilmeliyim. Bile bile. Onlara acı vermemek için kendim çekmeliyim.
Masumiyetlerini, asla anlamayacakları motivasyonumla kirletmemeliyim.
Kendimi buna ikna etmeliyim. Yoksa hayatlarını mahvedeceğim.
27 Haziran 2011 Pazartesi
ANORMAL
Yazarlar büyük insanlar. Köşe yazarları hariç, şarkı sözü yazarları dâhil.
“Eyyvah Eyvah 2” filmiyle gündemimize gelen, oysa çok önceleri var olmuş bir şarkı var. Filmin çalıntı açılış jeneriğinin üzerine bindirilen ve süresi boyunca da defalarca söylenen bu eğlenceli taşra türküsünün sözleri bile bir gün benim gibi birinin hayatında anlam ifade edebiliyorsa, yazarlar el üstünde tutulmalı. Korunup kollanmalı.
En son normalliğin sözlerini yazan Nazan Öncel, neyin kime göre normal olduğunu sorgulayan ancak oynak altyapılar nedeniyle düşünmeye teşvik etmeyen bir şarkı döktürmüş.
“Sana normal gelen, bana neden anormal?”
Sana kolay gelen, bana neden bu kadar zor? Yaklaşmak, âşık olmak, kabullendirmek, yaşamak, içinde nefes almak. Sana kolay da, bana niye zor? Neden her cümlenin temeline yalan döşemek zorundayım. Neden ben ve benim gibiler bir şeyleri hoşgörü ile elde etmek zorunda. Yaşamsal haklarımızı niye sizin iyi niyetlerinizle elde edebiliyoruz? Elimizden aldığınız şeyi geri verince, iyi mi oluyorsunuz!
Yine gözlerimi açtım. Işığa baktım. En parlak taneciği seçtim. Evlat edindim. Her babanın evladı için isteyeceği öngörülen şekilde, iyiliğini istedim. Geceleri uykusuz kaldım. Mamasını yetiştirdim. Büyümesine yardım ettim. Büyümesini izledim… Beni hayal kırıklığına uğratsın diye. Er ya da geç. Bugün ya da en kısa zamanda. Uykusuz gecelerimin, mama paralarının hesabını yaptım tek tek. Kâğıt kalem elimden hiç düşmedi. Seni büyütmek için neler tükettiğimi kendime ve sana anlatabilmek için. Hezimetim daha güçlü olsun diye. Ve çok geçmeden yuvadan uçtun. Tam tahmin ettiğim gibi ama tahminimden aylar önce.
Daha fazla emek vermeden sana gözümü oyduğun için, belki daha az acı çekeceğim şimdi. Ama daha uzun süre oynamak isterdim en sevdiğim oyunu.
Evlenmesine kanunların izin vermediği çocukların, evcilik oyunu.
Yarın yalanlarımla yazdığım en yeni senaryomu, en içi acıyan kameramla çekeceğim. Kaset bitmeden önce, son aylarda bana yapılanların hepsini zevke çevireceğim.
“Eyyvah Eyvah 2” filmiyle gündemimize gelen, oysa çok önceleri var olmuş bir şarkı var. Filmin çalıntı açılış jeneriğinin üzerine bindirilen ve süresi boyunca da defalarca söylenen bu eğlenceli taşra türküsünün sözleri bile bir gün benim gibi birinin hayatında anlam ifade edebiliyorsa, yazarlar el üstünde tutulmalı. Korunup kollanmalı.
En son normalliğin sözlerini yazan Nazan Öncel, neyin kime göre normal olduğunu sorgulayan ancak oynak altyapılar nedeniyle düşünmeye teşvik etmeyen bir şarkı döktürmüş.
“Sana normal gelen, bana neden anormal?”
Sana kolay gelen, bana neden bu kadar zor? Yaklaşmak, âşık olmak, kabullendirmek, yaşamak, içinde nefes almak. Sana kolay da, bana niye zor? Neden her cümlenin temeline yalan döşemek zorundayım. Neden ben ve benim gibiler bir şeyleri hoşgörü ile elde etmek zorunda. Yaşamsal haklarımızı niye sizin iyi niyetlerinizle elde edebiliyoruz? Elimizden aldığınız şeyi geri verince, iyi mi oluyorsunuz!
Yine gözlerimi açtım. Işığa baktım. En parlak taneciği seçtim. Evlat edindim. Her babanın evladı için isteyeceği öngörülen şekilde, iyiliğini istedim. Geceleri uykusuz kaldım. Mamasını yetiştirdim. Büyümesine yardım ettim. Büyümesini izledim… Beni hayal kırıklığına uğratsın diye. Er ya da geç. Bugün ya da en kısa zamanda. Uykusuz gecelerimin, mama paralarının hesabını yaptım tek tek. Kâğıt kalem elimden hiç düşmedi. Seni büyütmek için neler tükettiğimi kendime ve sana anlatabilmek için. Hezimetim daha güçlü olsun diye. Ve çok geçmeden yuvadan uçtun. Tam tahmin ettiğim gibi ama tahminimden aylar önce.
Daha fazla emek vermeden sana gözümü oyduğun için, belki daha az acı çekeceğim şimdi. Ama daha uzun süre oynamak isterdim en sevdiğim oyunu.
Evlenmesine kanunların izin vermediği çocukların, evcilik oyunu.
Yarın yalanlarımla yazdığım en yeni senaryomu, en içi acıyan kameramla çekeceğim. Kaset bitmeden önce, son aylarda bana yapılanların hepsini zevke çevireceğim.
25 Haziran 2011 Cumartesi
2011 HAZİRAN TÜRKİYE VİZYON FİLMLERİ – 4.HAFTA
24 Haziran 2011 tarihinde ülkemizde gösterime giren filmleri Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.
THE WAY BACK - peter weir
THE EAGLE – kevin macdonald
MADE IN DAGENHAM - nigel cole
INSIDIOUS - james wan
CHERRY - jeffrey fine
THE WAY BACK - peter weir
THE EAGLE – kevin macdonald
MADE IN DAGENHAM - nigel cole
INSIDIOUS - james wan
CHERRY - jeffrey fine
23 Haziran 2011 Perşembe
THE WAY BACK (2010) by PETER WEIR ***
“1941 yılında üç adam Himalayaların üzerinden Hindistan’a yürüdüler. Özgürlük yolunda 6500 km. boyunca hayatta kaldılar. Bu film onlara adanmıştır” diyor Peter Weir.
Polonyalı asker Slavomir Rawicz’in gerçek olduğu iddia edilen öyküsünü anlatan Ronald Downing imzalı “The Long Walk” kitabından uyarlanan BBC radyo belgeselinden etkilenerek çektiği filminde gerçekten iyi iş çıkarıyor.
"Özgürlük Yolu" filminin eleştirisini Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.
16 Haziran 2011 Perşembe
2011 HAZİRAN TÜRKİYE VİZYON FİLMLERİ – 3.HAFTA
Haftanın filmlerini bir kez daha Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.
SUPER 8- j.j.abrams 17.06
HAPPY FEW - antony cordier 17.06
ÖFKELİ ÇILGINLIK KARAMSAR ÇİLE - hatice yakar 17.06
HAPPYTHANKYOUMOREPLEASE - josh radnor 17.06
ROUTE IRISH - ken loach 17.06
IRON DOORS – stephen manuel 17.06
ST.TRINIAN'S II: THE LEGEND OF FRITTON'S GOLD - oliver parker-barnaby thompson 17.06
SUPER 8- j.j.abrams 17.06
HAPPY FEW - antony cordier 17.06
ÖFKELİ ÇILGINLIK KARAMSAR ÇİLE - hatice yakar 17.06
HAPPYTHANKYOUMOREPLEASE - josh radnor 17.06
ROUTE IRISH - ken loach 17.06
IRON DOORS – stephen manuel 17.06
ST.TRINIAN'S II: THE LEGEND OF FRITTON'S GOLD - oliver parker-barnaby thompson 17.06
Etiketler:
2011,
antony cordier,
ayın filmleri,
eleştiri,
filmlerim.com,
FLASHland,
hatice yakar,
j.j.abrams,
jodie foster,
joe dante,
ken loach,
mehmet serkan çellik,
sinema,
türk filmi,
türkiye
İKİNCİ BULUŞMA
Elbette beklediğim gibi geçmedi. Beklediğim gibi geçmesini bekliyordum aslında. Beklediğim gibi geçmeyeceği aklımın ucundan geçmezdi. Beklediğim gibi geçmedi.
Ne bir mahcubiyet. Ne teşekkür eden bir yüz. Dozu yüksek bir gurur. “Her şey yolunda” tarzı davranışlar. Karşısında ben. Takılmış. ‘Şunu bunu yaptım’ demeden, nasıl da daha güçlü bir sarılmayı hak ettiğimi-istediğimi-buna ihtiyacım olduğunu geveliyorum.
İlk buluşmada elde edilecek tarafken, bu sefer yol gözlemiş dulu oynuyorum. Öyle hissediyorum. Yaşanmamış doksan küsur günü dolu dolu içimize çekmişiz gibi. Sevgi sözleri bekliyorum.
Arada gülümsüyor. Tüm çirkinliği örtüyor sanki o gerilen yüz kasları. Dudakları aralanıyor. Çelimsizliği bir büyük gölgeyle heybetleniyor.
Anlamadığım konular dönüyor. Takip etmediğimi düşünüp kızıyor. Oysa anlatımı kötü. ‘Otur, sıfır’ demek geliyor. Gel, yanıma otur ve sus. Elini falan uzat işte. ‘Vücudum neden bu kadar sıcak’ soruna birlikte çözüm arayalım. ‘Ben bilmem kimlerden hoşlanmıyorum’ diyen mıymıyları kendi hallerine bırakmama vesile ol. Kalbimi al, oyala.
Elindeki en iyi atış benmişim gibi davranıyor. Daha iyisini bulana dek. Gönül borcu da var. Ondan mı sahiden. Yoksa mektuplara kurulan cümleler yazıldıkları gibi mi hissedilmişlerdi.
Gitmeye yakın yakınlaşıyor gibi. Ağzımda tat bırakmak için mi. Bu saatte uyutmamak için mi. Duruma uygun bir Sezen şarkısı bulma konusunda bana mesai yaşatmak için mi. Her zaman yaptığı gibi mi. İki ayaklı hayvan mı, yolun kalanını yürüyeceğim insan mı?
Ay tutulması dışında konuyla hiç alakası yok ama bu gece buna takıldım:
“Yolun zorunu yürümüştüm ben tanıştığımız zaman
Sen dalgalanmaktaydın elvan elvan
O yüzden tam olarak hissedemedin sen içimi
Hala kulağımda çınlıyor o alaycı kahkahan
Haberin yoktu henüz cilvesinden aşkın
Sarsılmıyordun hiç ay tutulmasından
O kadar taşkın, o kadar açtın ki
Düşmen kaçınılmazdı arzın ortasından
Pişman olduğun zaman
Zevke doyduğun zaman
Huzur bulduğun zaman
Dönebilirsin”
“Pişman Olduğun Zaman”
Sezen Aksu
Ne bir mahcubiyet. Ne teşekkür eden bir yüz. Dozu yüksek bir gurur. “Her şey yolunda” tarzı davranışlar. Karşısında ben. Takılmış. ‘Şunu bunu yaptım’ demeden, nasıl da daha güçlü bir sarılmayı hak ettiğimi-istediğimi-buna ihtiyacım olduğunu geveliyorum.
İlk buluşmada elde edilecek tarafken, bu sefer yol gözlemiş dulu oynuyorum. Öyle hissediyorum. Yaşanmamış doksan küsur günü dolu dolu içimize çekmişiz gibi. Sevgi sözleri bekliyorum.
Arada gülümsüyor. Tüm çirkinliği örtüyor sanki o gerilen yüz kasları. Dudakları aralanıyor. Çelimsizliği bir büyük gölgeyle heybetleniyor.
Anlamadığım konular dönüyor. Takip etmediğimi düşünüp kızıyor. Oysa anlatımı kötü. ‘Otur, sıfır’ demek geliyor. Gel, yanıma otur ve sus. Elini falan uzat işte. ‘Vücudum neden bu kadar sıcak’ soruna birlikte çözüm arayalım. ‘Ben bilmem kimlerden hoşlanmıyorum’ diyen mıymıyları kendi hallerine bırakmama vesile ol. Kalbimi al, oyala.
Elindeki en iyi atış benmişim gibi davranıyor. Daha iyisini bulana dek. Gönül borcu da var. Ondan mı sahiden. Yoksa mektuplara kurulan cümleler yazıldıkları gibi mi hissedilmişlerdi.
Gitmeye yakın yakınlaşıyor gibi. Ağzımda tat bırakmak için mi. Bu saatte uyutmamak için mi. Duruma uygun bir Sezen şarkısı bulma konusunda bana mesai yaşatmak için mi. Her zaman yaptığı gibi mi. İki ayaklı hayvan mı, yolun kalanını yürüyeceğim insan mı?
Ay tutulması dışında konuyla hiç alakası yok ama bu gece buna takıldım:
“Yolun zorunu yürümüştüm ben tanıştığımız zaman
Sen dalgalanmaktaydın elvan elvan
O yüzden tam olarak hissedemedin sen içimi
Hala kulağımda çınlıyor o alaycı kahkahan
Haberin yoktu henüz cilvesinden aşkın
Sarsılmıyordun hiç ay tutulmasından
O kadar taşkın, o kadar açtın ki
Düşmen kaçınılmazdı arzın ortasından
Pişman olduğun zaman
Zevke doyduğun zaman
Huzur bulduğun zaman
Dönebilirsin”
“Pişman Olduğun Zaman”
Sezen Aksu
15 Haziran 2011 Çarşamba
LES AMOURS IMAGINAIRES (2010) by XAVIER DOLAN **
Kendi yazıp yönettiği ve yakın çevresini oynattığı ilk filmi “J’ai tué ma mere/Annemi Öldürdüm” ile üçü Cannes’da olmak üzere bu yazının yazıldığı güne kadar 26 ödül kazanan Xavier Dolan’ın ikinci filmi “Les Amours Imaginanaires/Hayali Aşklar”da üçlü bir ilişki anlatılıyor.
Eşcinsel Francis(Xavier Dolan) ve en iyi kadın arkadaşı Marie(Monia Chokri), aynı erkeğe âşık olurlar. Nicolas(Niels Schneider) isimli genç adam, ikisine de eşit yaklaştığı için yakın dostlar zor durumda kalır. Birbirlerini kırmadan Nicolas’ı elde etmenin yollarını aramaya başlarlar.
Artık 22 yaşında olan Xavier Dolan’ın kendi yazıp yönettiği ve başrole kurulduğu ikinci filmini de içinden geldiği gibi çektiği aşikâr. Fransız Yeni Dalgasından fazlasıyla etkilendiğini de inkâr etmeyecektir. Başlangıçta izlemesi keyif veren bir film ama sonradan kendini tekrar etmeye başlıyor. Bilinmedik bir hikâye de anlatmıyor zaten. Kurgu masasında yeniden elden geçirilebilirmiş.
Ben “Hayali Aşklar”ı, sinema tutkunu genç bir eşcinselin iyi niyetli öykü anlatma, film yapma çabası olarak okudum. Sinema tarihine herhangi bir katkısı ya da mutlaka görülmesi gereken sahneleri olduğunu düşünmüyorum. Olsa olsa bu yolun yolcularına cesaret verebilir.
ÇOCUKLAR İÇİN SÖYLENEN FERİDUN DÜZAĞAÇ ŞARKILARI “İYİLİK GÜZELLİKSPOR”
Feridun Düzağaç ne zaman şarkıları başkaları tarafından da söylenen birine dönüştü? Yanlış anlamayın. Benim için yoktan var olup Sezen Aksu, Şebnem Ferah, Umay Umay ve hatta son albümleriyle Nazan Öncel’i yakalamış-geçmek üzere bir sanatçı kendisi. Hayatım boyunca dinlediğim en iyi şarkılar listesinin dominant eser sahibi. Ama, bu kadar ünlü mü sahiden?
01 NADAS
İlk yorumum: Redd son on yılda yazılmış Türkçe sözlü en iyi şarkı demekten kendimi alamayacağım “Nadas”ın resmen içine etmiş. Yeniden yorumlayacağım derken melodiye yetişememiş. Kirli suyuna bastırıp parlatamadan asmış.
Haftalar sonra: Redd’in “Nadas” yorumu ile açılıyor albüm. “Nadas” benim hayatım boyunca dinlediğim en iyi üç şarkıdan biri, hatta belki en iyisi. Bana uzun metraj senaryo yazdırmış bir cümlesi var: ‘Gözlerim bitti.’ Bu kadar sevdiğim bir şarkı konusunda muhafazakâr olmam doğal, kim söylerse söylesin beğenmem de imkânsız.
02 BENİ UNUTMA
Manga'nın seslendirdiği “Beni Unutma” tek kelimeyle müthiş olmuş. Hem albümün geri kalanıyla ilgili ümit veriyor hem de bir şarkının aranjesinin ne denli önemli olduğunu gösteriyor. Feridun Düzağaç’ın söylemine göre birçok grup ve şarkıcı şarkılar üzerinde fazla değişiklik yapmaya, özgün yorumlar getirmeye çekinmiş. Oysa Manga-ki kendilerinden hiç hazzetmem, bambaşka bir şarkı ve başka bir “çok iyi şarkı” çıkarmış ortaya.
03 BOŞ DERS ŞARKISI
İlk yorumum: Multitap’ın “Boş Ders Şarkısı” bugüne dek bu eserin yapılmış en kötü yorumu-düzenlemesi olmaya aday.
Haftalar sonra: Multitap imzalı “Boş Ders Şarkısı” vasatın altında seyrediyor. Zaten bir Feridun Düzağaç şarkısı olmayan bu parçayı neden seçtikleri ve neden provasız konser kaydından öteye gidemedikleri meçhul. Albüme alınması da öyle demek isterdim ama Düzağaç bir röportajında istediği sanatçılarla çalışamadığını buruk şekilde ifade etmişti zaten.
04 ÇOK ÂŞIK
İlk yorumum: Pinhani “Çok Aşık”ı uzattıkça yaymış, gevşettikçe esnetmiş.
Haftalar sonra: Pinhani her zamanki uykulu tonunu korumuş. Mutlaka dinlenesi bir eser çıkmasa da CD'de atlanmayacak numaralardan biri 4 olmuş.
05 ÇOK GEÇ
İlk yorumum: Melis Danişmend fena değil gibi. Yok yok, fena.
Haftalar sonra: Melis Danişmend'in FD'nin ‘en iyi albümüm’ dediği "Uykusuza Masallar"ın açılış şarkısı "Çok Geç"e getirdiği yorum sınıfı geçebilenlerden. Düzağaç'ın sert yorumuna karşın Danişmend'in buğulu sesini ön plana çıkardığı "Çok Geç"; yeni düzenlemesi ile kendi hayran kitlesini oluşturabilirmiş, daha yüksek perdeden anlar içerseymiş eğer.
06 DELİ
Hayko Cepkin söyleyebileceği tek FD şarkısını bulmuş ve kendi tarzında yorumlamış. Gereksiz. Özelliksiz. Değersiz.
07 DİPTEYİM SONDAYIM DEPRESYONDAYIM
İlk yorumum: Emre Aydın sadece kendi yazdığı şarkıları söylesin. Teoman’ınkileri değil, Feridun’unkileri değil. Sadece kendi şarkılarını.
Haftalar sonra: Albümde yer alan şarkıcıların en popülerinin Emre Aydın oluşu, FD'nin en geniş kitlelere ulaşan şarkılarından birini seçip söylemesi ve ‘depresyon’ kelimesinin yitip gitmeyen güncelliği neticesinde albümün radyolarda çalınmaya başlanan ilk şarkısı olan "Dipteyim Sondayım Depresyondayım", bence on dört şarkının en kötüsü. Emre Aydın sadece kendi bestelerini seslendirirken başarılı. Bu şarkıda FD’nin sesini taklit etmeye çalışmış gibi komik duruyor.
08 İÇİMDEN ŞEHİRLER GEÇİYOR
Acı veren derecede eskimiş orijinal düzenlemesinden sonra ilaç gibi gelse de bu yeni "İçimden Şehirler Geçiyor" aranjesinin çağdaşlık dışında meziyeti yok. Bertuğ Cemil de sınıfta kalanlardan.
09 YENİKÖY
İlk yorumum: Jehan Barbur da Cem Adrian gibi söylemeye çalışmış. Yeniköy’ü de o katletmiş.
Haftalar sonra: Jehan Barbur'un ilginç "Yeniköy" yorumu pamuk gibi, ruhu okşayıcı tarzda.
10 AŞKIN E HALİ
Badem her projede yer almak zorunda mı? Cidden! Böyle bir liste mi var? Toplama albüm yapıyoruz, kimi çağıralım, A harfi boş, B, Badem. Uysa da olur uymasa da.
11 SON YAPRAĞIYDI GÜZÜN
12 YANINDA
13 AŞK ÇOK UZAK
Feridun Düzağaç üç şarkısını yeniden yorumlamış. Üçü de taptaze olmuş. Albümün diğer parçalarını hiç sevmeseniz dahi bu üç yeni düzenleme için almaya değer. Hiç single yapmamış bir adamın yeni çalışması gibi bile bakılabilir.
14 BENİ BIRAKMA
Cem Adrian bütün şarkıyı küçük bir kız çocuğu gibi söylemeye çalışmış diyorum, başka da bir şey demiyorum.
…
Üzerinde Feridun Düzağaç yazan her şeye sahip olma arzumuz ve Eğitim Gönüllüleri yararına olduğu için albümü satın almalıyız. Ama albümün tamamı, ilk çalışmasından itibaren FD’yi baştan dinleme arzusu yaratıyor, o kadar.
Etiketler:
badem,
bertuğ cemil,
cem adrian,
eleştiri,
emre aydın,
feridun düzağaç,
FLASHland,
hayko cepkin,
jehan barbur,
manga,
mehmet serkan çellik,
melis danişmend,
multitap,
müzik,
pinhani,
redd
13 Haziran 2011 Pazartesi
BAKARSIN UMDUĞUNDAN İYİ GEÇER YAZ...
Sesini sertleştirmişim yokluğunda, duyunca şaşırdım, tanıyamadım.
Sonunda döndün amanlı hastalığın pençesinden. Sonunda çıktın iletişimsiz komadan. Ve döndün. Henüz görmesem de ne kadar sağlıklı olduğunu bedeninin, sesinin uysallığı yer etti kulağımda. Duydum ki fazla kapılmışım senle ilgili kavgacı söylemlere. Sesin pamuk gibiymiş, pamuk gibi bir soyadının sahibinin adaşı. Duymak güzelmiş özürlerini.
Beklentinin azlığı üzse de hayallerimi, belki de temkinindendir. Ne de olsa beni ilk günden dul bıraktın.
Döndün. Ama şimdi döndün. Bekleme odalarında resmedilmiş kaderimin farkında, okurken ilgili-ilgisiz dergileri, kapı açıldı. Şimdilik sesin geldi. İki güne yüzün gelir. Geldiğine değer mi ama, orasını Allah bilir.
“Benim hala umudum var
Böyle diyor sufi Mazhar
Ben Mazhar’dan yanayım
Kaynaşırız azar azar”
Sezen Aksu’nun dediği gibi.
Bakarsın umduğundan iyi geçer yaz...
Sonunda döndün amanlı hastalığın pençesinden. Sonunda çıktın iletişimsiz komadan. Ve döndün. Henüz görmesem de ne kadar sağlıklı olduğunu bedeninin, sesinin uysallığı yer etti kulağımda. Duydum ki fazla kapılmışım senle ilgili kavgacı söylemlere. Sesin pamuk gibiymiş, pamuk gibi bir soyadının sahibinin adaşı. Duymak güzelmiş özürlerini.
Beklentinin azlığı üzse de hayallerimi, belki de temkinindendir. Ne de olsa beni ilk günden dul bıraktın.
Döndün. Ama şimdi döndün. Bekleme odalarında resmedilmiş kaderimin farkında, okurken ilgili-ilgisiz dergileri, kapı açıldı. Şimdilik sesin geldi. İki güne yüzün gelir. Geldiğine değer mi ama, orasını Allah bilir.
“Benim hala umudum var
Böyle diyor sufi Mazhar
Ben Mazhar’dan yanayım
Kaynaşırız azar azar”
Sezen Aksu’nun dediği gibi.
Bakarsın umduğundan iyi geçer yaz...
10 Haziran 2011 Cuma
2011 HAZİRAN TÜRKİYE VİZYON FİLMLERİ – 2.HAFTA
Ülkemizde haziran ayının ikinci cuması biri yerli, altı yeni film gösterime giriyor. Filmlerim.com için yazdım. Okumak için buraya tıklayın.
HANNA - joe wright 10.06
ANOTHER YEAR - mike leigh 10.06
ADALET OYUNU mahur özmen-ali özuyar 10.06
WRECKED - michael greenspan 10.06
WIR SIND DIE NACHT - dennis gansel 10.06
KUNG FU PANDA 2 - jennifer yuh 10.06
HANNA - joe wright 10.06
ANOTHER YEAR - mike leigh 10.06
ADALET OYUNU mahur özmen-ali özuyar 10.06
WRECKED - michael greenspan 10.06
WIR SIND DIE NACHT - dennis gansel 10.06
KUNG FU PANDA 2 - jennifer yuh 10.06
PIRATES OF THE CARIBBEAN: ON STRANGER TIDES (2011) by ROB MARSHALL **
Gore Verbinski’nin yönetmenliği ve Johnny Depp’in varlığıyla başarıya ulaşıp Jerry Bruckheimer’ı daha da zengin eden üç filmlik Karayip Korsanları serisinin dördüncü halkası “Gizemli Denizlerde”nin yönetmeni; “Chicago”, “Memoirs of a Geisha/Bir Geyşa’nın Anıları” ve “Nine” filmlerinin Oscar adayı yönetmeni Rob Marshall. Kişisel görüşüm, Marshall’ın sinemada başarılı olmadığı ve kariyerinin birbirinden kötü filmlerle dolu olduğu yönünde.
250 milyon dolar bütçeli yeni Karayip Korsanları filmi sırtını tamamen Johnny Depp’e dayıyor. Rob Marshall, Gore Verbinski’den gördüklerini aynen uygulayıp seyirciyi kızdırmayacak denetimli ve garantici bir yönetim tutturuyor. Film, bekleneni veriyor ama bu kötü bir şey. İlk saniyesinden jeneriklerin ardından gelen sürpriz sahnesine dek her anı standart izleyicinin beklentileri doğrultusunda şekillendirilmiş “Gizemli Denizlerde”de cesaret ya da yeniliğe yer yok. Filmin bahsedilmesi gereken bir yanı varsa o da IMAX versiyonunun başarısı.
“Avatar” filmi sayesinde hiç olmadığı kadar popülerleşen 3D teknolojisi ufak tefek oyun konsollarından laptop ekranlarına varan bir yelpazede çantalarımıza kadar girdi. Ülkemizdeki sinemalar üç farklı sistemden birini kullanıyor. Bunlardan ilki ve en eskisi, iki farklı projektörden gelen 70mm. görüntüleri polarize gözlüklerle izleten IMAX. İlk salonunu Ankara’da, o zamanki ismiyle Akköprü Migros Alışveriş Merkezi’nde (şimdi Anka/Mall olarak anılıyor) Odeon Cineplex bünyesinde açan IMAX; Odeon’un AFM’ye satılmasının ardından ikinci salonunu İstanbul İstinye Park’ta açtı. AFM’nin gereken özeni göstermediği, Odeon’dan devraldığından beri çivi çakmadığı salonlar bugünlerde arızalarla boğuşuyor olsa da, diğer iki teknolojiden bariz üstünlüklerini kaybetmedi.
Cinebonus’un ülkemize getirdiği Sony destekli Real D 3D, IMAX’in aksine dijital bir kopyayı yine polarize pasif gözlüklerle izletiyor ama tatmin edici ışık gücü sunsa da perde büyüklüğü ve derinlik gibi konularda IMAX makaralarının gerisinde kalıyor.
Üçüncü teknoloji ise evlere giren aygıtlarda da sıkça rastladığımız active-shutter gözlük kullanan XpanD salonlar. Kimsenin tekelinde olmadığından Anadolu sinemalarında da tercih edilen bu sistem, ağır gözlükleri, ışığın çoğunu emen açılır-kapanır camları ve enerji-kızılötesi transmitter bağımlılığı gibi nedenlerle şimdilik en rahatsız edici deneyimin ismi.
“Gizemli Denizlerde”nin IMAX versiyonu, ülkemizde bu salonlarda izlediğimiz son film olan “Harry Potter and the Deathly Hallows: Part 1/Harry Potter ve Ölüm Yadigarları: Bölüm 1”in aksine bir ‘IMAX Deneyimi’ filmi değil, bir IMAX filmi. Bu ikisi arasında önemli bir fark var. ‘IMAX deneyimi’ denen şey görüntünün IMAX perdesinin daha büyük kısmını doldurmasına izin veren, iki boyutlu görüntü sağlayan bir geliştirme. IMAX filmleri ise aralarındaki mesafe insan gözüyle aynı, iki objektifli özel kameralarla çekiliyor. “Gizemli Denizlerde”, bu teknoloji ile çekilmiş filmler arasında şimdilik en gelişmişi. Üç boyutlu onlarca filmi dünyanın dört bir yanındaki perde ya da ekranlarda izlemiş olmanız, şaşırmanızı engellemeye yetmeyecek. “Gizemli Denizlerde”yi bir IMAX salonunda izleme şansınız varsa, bir filmin içinde nefes alıp vermek ne demek, deneyimleyebilirsiniz. Onun dışında filmin kendisi, sadece zaman kaybı.
Etiketler:
3D,
AFM,
Cinebonus,
eleştiri,
FLASHland,
harry potter,
IMAX,
johnny depp,
mehmet serkan çellik,
real d,
rob marshall,
sinema,
teknoloji,
XpanD
9 Haziran 2011 Perşembe
SCREAM 4 (2011) by WES CRAVEN ***-
“Scream/Çığlık” serisinin ilkinden on beş, sonuncusundan on bir yıl sonra gelen yeni film “Scream 4/Çığlık 4”te yönetmen Wes Craven ve yazar Kevin Williamson ile Çığlık yıldızları Courteney Cox, Neve Campbell ve David Arquette yerli yerinde. Devam filmlerine alerjisi olanların hoşuna gitmese de şiddet pornolarıyla büyüyen genç izleyici grubuna ilaç gibi gelmesi muhtemel yeni filmin yapılması her açıdan mutluluk verici.
Biraz klişe de olsa abartarak kendi içinde anlamlandırdığı ‘film içinde film’ mantığıyla açılış yapıp seyirciyi anında yakalayan “Scream 4 /Çığlık 4”, ‘abartma’ işinden filmin sonuna dek vazgeçmiyor. Ehren Kruger imzalı üçüncü filmle birlikte söyleyecek sözü kalmadığı düşünülen serinin teknoloji ve sosyal ağlarla güncellenmiş dördüncü halkasının senaryosu, günlük yaşamların parçası haline gelmiş ‘yeni’ şeyleri on beş yıllık tanışlarımızın hayatlarında seyrettirerek tatlı bir nostalji de yaşatıyor.
Film baştan sona eğlenceli, komik ve zeki. Önyargıların aksine burun kıvrılacak hiçbir tarafı yok. Beş yıldır zihnimize tecavüz eden korku filmleri için detoks niteliğinde. Katili tahmin etmeye çalışmak da hala modası geçmemiş bir seyir zevki.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
2023 - Kalan 6 Ay
Temmuz, on beş ay sonra spor salonlarına döndüğüm ve eğer bir kaza bela olmazsa, nasıl öleceğimi de öğrendiğim ay oldu. Bunun getirdiği duyg...
-
Başlığın bile yeterince şok edici olduğunun farkındayım. Günlerdir arabesk soslu aşk nidalarımı okumaktan sıkılmışsınızdır belki düşüncesiyl...
-
“Carrie Bradshaw daha fazlasını istediğini bilen bir küçük kasaba kızıydı…” Hem edebiyat hem televizyon hem de sinema dünyasında başarılı ol...