16
yaşında, gurbet ellerdeki babasının yanına gönderilmesi kesinleşen Eckerö
ortaokul öğretmeninin anlattıklarını dinlemeyi bırakıp gideceği ülkenin
hayallerine dalar. Yaşadığı yerde kalsa belki ablası gibi okul birincisi
olacaktır ama ne anlamı var diye düşünür aile, en büyük kızları o unvanla ne
yapmıştır da diğer çocukları bir baltaya sap olabilsin. Gider.
Yeni
ülke, yeni dil, 16 yaşında bir genç. Gurbet Hükümeti eğitim görmekten başka işi
olmaması gereken bu yaştaki birinin sınırlarından girdiğini öğrenince ona özel
hocalar verir, dil öğretir, yaşıt dersleri yanında meslek edinmesi için de
eğitime alır. Ne var ki baba Eckerö'yu yanına adam değil işçi olsun diye
çağırmıştır. O, ikisi de olmak istemez, aşık olur.
Cinsel
kimliğini toplumsal kimliğinden önce bulur Eckerö. Aşık olur. Bir yıl boyunca
Gurbet'in 300 km. uzaktaki başkentine gider gelir babasıyla kaldığı ufak
şehirden ve ilişkisini ilerletir. Sürenin sonunda babasına rest çekip
sevgilisinin evine taşınır, iç güveysi olur. İnanılmayacak derecede iyi
davranılır 17 yaşındaki Eckerö'ya. Okulu babasının şehrinde kalmış, Başkent'te
iş bulmuştur, elbette parası hep azdır ve sevgilisi elinden tutmasa hayatta
kalamaz. Pedofilik peri masalı 1,5 yıl sürer, kıskançlık ilişkilerini beraber
yaşanamaz hale getirir. Eckerö çalıştığı restoranın deposunda iki ay kalıp para
biriktirir ve bir ailenin odasını kiralayarak tekrar yatak yüzü görür. Hayır;
annesinin kuzusu, babasının işçisi, öğretmeninin öğrencisi ya da dönüp doğduğu
ülkenin koyun seçmeni olmak istememektedir. Zaten asla Kürt kanına sahip
çıkmamış biri olarak Türkiye'yi unutması da zor olmaz. Günler yılları oluşturur,
yaş legal sınırlara erer, okuldan atılır, oturma izni alır. O artık gurbetçi
Türk işçidir babası gibi, babası gibi olmamak için her şeyi yapmaya hazırdır.
Eckerö'nun
başında bir bela vardır. Güzelliği. Gurbet'te herkes birbirine benzediğinden bu
bir içimlik 18'lik Kürt haddinden fazla dikkat çekmektedir. Öyle ki, yolda
yürürken bile gözler ona dönmekte, laf atılmaktadır. Hiçbir zaman utangaç
olmamış Eckerö ilginin sarhoşu, çağıran herkesin davetlisi hatta bazı
podyumların ünlü yüzü olur. Gündüz hizmet sektöründe Sindirella, gece
vampirlerin aradığı taze kandır artık. Dil dile bolca değer yani, öğrenir her
türlü "şeyi", Narkissos'a takla attıracak, Pamuk Prenses'in üvey
annesine aynayı kırdırıp bu işleri bıraktıracak bir hal alır. Kendiyle
ilgilenmesi, başkalarının onunla ilgilenmesi, sonra biraz daha saçıyla
ilgilenmesi her gününün en önemli gündem maddeleri halini alır.
Eckerö'nun
çevresindeki insanların başında bir bela vardır. Eckerö'nun kişiliği. Bedeni değil, kişiliği. "Bilmem kime
bakar gözlerin, bilmem kimi sarar ellerin, bilmem kimi söyler dillerin, sende
kaldı yüreğim, sende soldu yüreğim" diyerek gezmektedirler. Bu
güzelliğin, onun güzelliğinin gelip geçici olmamasının, yüreklerin Eckerö'da
kalmasının bir sebebi vardır. Ayağına sermeye hazırdır tanışanlar umutlarını,
yaşamadan tüketmeye yarınlarını, çekip vurmaya acılarını… Onda
kalmaktadır yürekler, onda solmaktadır. Elbette dünyanın en güzel
insanı değildir ve elbette herkesin ağız tadına da uymayabilir ya da hevesini
alan yoluna gidebilir -ama gidemezler işte. Yapamazlar.
Onda kalır yürekleri. Çünkü bu güzellik üzücü bir fakir edebiyatının üzerine
inşa edilmeye başlanmış hayat mücadelesi ile desteklenmekte, Eckerö'nun
enerjisiyle göğüslerden havai fişekler çıkartmaktadır. Holy Golightly rolünde
bir Audrey Hepburn ya da aynı rolü
üstelenebilecek bir James Dean’dir o.
Konuşmaya başladığında yanındaki herkesi gün doğana, gün batana ve gece
yarısına kadar yanında yürütebilmekte, ışığından kaçabilmekse mümkün
olmamaktadır.
"İncir incir gözlerin var
Bakar bana yeşili var
Seni bir gün görmesem deli
olurum
Sana hala çok ihtiyacım
var"
Eckerö
bir gün memleketine gitmeye karar verir. Hayır, elbette kalıcı olarak değil
fakat yine de orada bulunacağı kısacık süre için seyirciye, alkışa, spot
ışıklarına, sevilmeye ihtiyaç duymaktadır. Gitmeden hazırlıklara başlar. Günde beş litre su
içen kadınlar gibi artık olay ihtiyaç değil iddiadır aslında, belki de
alışkanlık, "içiyorum" diyebilmek belki. Kaç insanı memleketinde
yapacağı şova davet ettiği hep muamma kalacak olsa da, onunla asla tanışmak
istemeyene takar kafayı. O kimdir ki Eckerö'ya hayır demektedir! Altından
girer, üstünden çıkar, her dediğine evet der İstemez'in ve yan yana gelmeyi başarır
haftalar süren çabadan sonra Eckerö. Üç saat geçirirler baş başa, gerisini
tahmin edemiyorsanız buraya kadar yazılanları anlamış olamazsınız.
Devam edecek…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder