4 Haziran 2010 Cuma

CUDİ İLE GABAR ARASINDA 29 GÜN

Sabah erkenden gözlerinizi açarsınız. Bilirsiniz göz kapaklarınızın açık olduğunu ancak emin olamazsınız. Zifiri karanlıktır içerisi. Göremezsiniz. Ne bir ışık huzmesi vardır ne yansıtan cisimler. El yordamıyla beş altı adım atar, zorla açılan kapıyı itersiniz. Geceyi geçirdiğiniz metal kutudan dışarı adım atmak isteseniz de gözlerinizin o muhteşem güneşe alışması en azından bir dakika sürer. Kapınızın hemen karşısında sizden saatler önce uyanmış, bazıları hiç uyumamış genç erkekler; temizliği yapmış, kahvaltıyı hazırlamış, sizin geldiğinizi fark ettikleri için ayakta beklemektedirler. Belli belirsiz günaydın demenize karşılık tüm nefesleriyle karşılık verirler. Kahvaltınızı ve çayınızı getirir, diğer istekleriniz için hazır beklerler. Bu pışpışlanmanın ardından sizin zor saatleriniz başlar. Sıraya geçer, orada olduğunuzu gösterir –sanki gidecek yer varmış gibi- ve görevlerinizi yapmaya koyulursunuz. Bütün gün sinir stres içinde, ayrıntıları sorgulamadan bazı şeyler yaparsınız. Ne öğle yemeğine vaktiniz vardır ne de akşam. Çok erken başlayan günün 19.00’dan sonrası size kalacak sanarak kutunuza dönersiniz. Çok geçmeden heyecanlı biri gelir.
“Gidiyoruz!”
Hızla kıyafetlerinizi değiştirir, çantanıza gerekli malzemeleri doldurur, açlıktan ölmemek ya da konservelerden zehirlenmemek adına formüller düşünür, kırk kiloya varan ağırlığınızla yarım saat içinde yolculuğa hazır olursunuz. Yürümeye başlarsınız. Bir haftadır bıkmayan yağmur hala sizi ıslatmaktadır. Bir saat geçer. Ay bile yoktur o gece. Karanlık tavizsizdir. Daha önce hiç basmadığınız doğal oluşumlara basarsınız. Taş ya da kaya demek tarifi basitleştirmek olacaktır onlar için. Yağmur yeterince dokunmamış gibi size, derelerden geçer botunuzu da suyla doldurur belinize kadar rezilliğe, boynunuza kadar çamura gömülürsünüz. Saatler geçmeye, gece ilerlemeye devam eder. Durmak, işemek, konuşmak imkân dâhilinde değildir. Şekiller karışmaya başlar, dağ ayağınızın altından sırtınıza ve en sonunda sizi ezecek şekilde tepenize çıkar. Tek seferinde dahi düz bir zemine adım atamadan sekiz saat yürürsünüz. Gün ışımaya başlayınca sis bastırır, ölüm korkusu bacaklarınızda kalmayan güce ek olur. Varmanız talep edilen yere ulaştığınızda bütün gece göz açtırmayan yağmurun, dururken daha acımasız olduğunu fark edersiniz. Terden ya da diğer sulardan sırılsıklam vücudunuza kuru giysiler geçirebileceğiniz bir kaya dibi yoktur. Erişebileceğiniz en büyük lüks, daha az ıslaklıktır. Vardığınız yerde geçirmeniz gereken, işemek için bile uzaklaşamayacağınız on saatiniz vardır. En azından size öyle söylenmiştir. Akşam aynı yolu dönmeyi umut ve nefretle beklerken, bir gün daha kalın der bir ses. O ek gün için yemeğinizin yolda olduğu muştusuyla.
Sonunda günleri falan unutup canınızın derdiyle demir kutunuza dönmeyi ömür boyu sizinle olacak sakatlıklarla da olsa başarabildiyseniz, tek ihtiyacınız sevgi olacaktır. Belki bir gülümseme. Bir hoş geldin.
Ertesi gece yine biri gelene dek.
“Gidiyoruz!”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

2023 - Kalan 6 Ay

Temmuz, on beş ay sonra spor salonlarına döndüğüm ve eğer bir kaza bela olmazsa, nasıl öleceğimi de öğrendiğim ay oldu. Bunun getirdiği duyg...