23 Ocak 2010 Cumartesi

EJDER KAPANI (2010) by UĞUR YÜCEL *-


Sürekli yağmur yağan karanlık bir şehirde siyah arabalarla gezip siyah gözlükler ardından bakan ve emekliliğine bir ay kalmış, tek başına kaldığı penceresinden kırmızı neon ışıklarla dikey “OTEL” yazısı görünen odasında yaşayıp viski içen acar bir polisin, oğlu gibi sevdiği genç meslektaşıyla son bir iş için bir araya gelmesi gibi cümleler size Seven(1995) ve türevi onlarca filmden tanıdık gelmiyorsa Ejder Kapanı’nda yeni sözler duyabilirsiniz. Elbette bütün bunlar sinemamızda sık kullanılmamış öğeler ancak ikinci sınıf Hollywood yönetmenlerinin gözü kapalı çekebildikleri ve her yıl birden fazla örneği ülkemizde de gösterime giren seri katil temalı bu alt türü denemeye karar veren bir yönetmenin, taklit edebilmenin ötesinde bir başarı göstermesini bekleriz. Uğur Yücel taksiyle köprüden uçmak ya da başka bir araçla kovalamaya devam etme klişesini uygulamak adına kendi aracıyla takla atma sekanslarını çektirdiği yabancı ekibe para harcarken filmimi onlarca seri katil filminden nasıl ayırabilirim diye düşünmemiş görünüyor. İstanbul’u The International(2009)’ın gösterdiği gibi bol çatılı ve kiremitli sunan ve ülke sınırlarının ötesinde filmi satma şansı bulursak bu güzel şehrin reklamı da olsun diyen Yücel, fetiş oyuncusu Kenan İmirzalıoğlu’nun sırtına bir dövme çizse Red Dragon(2002)’a da daha bariz göndermeler yapabilirmiş.
Film, bütünle alakasız bir asker-terörist çatışması ile açılıyor. Yine yabancı ekiplerden destek alınarak gerçekleştirilmiş bu sahne alakasız fakat heyecan yükselten bir giriş yapılmasını sağlıyor. Hemen ardından karakterlerin dondurulup siyah beyaz yaklaştırılan portrelerini de içeren bir takım Hollywood numaraları izliyoruz. Ambulans tepesine yerleştirilmiş kamera mı istersiniz, masa başında olayı çözmeye çalışan memurun etrafında dönülen kareler mi yoksa dev haritanın üzerine yapıştırılan kurban fotoğraflarının arasına çizgiler çekildiğinde şekil oluşturması klişesini mi? Filmin her karesine sinmiş bu Hollywood kumaşından fistan dikme çabası son tahlilde çiğ, taklit ve yarım başarılmış bir bütüne varıyor. Karşımızdaki seri üretimi yapılan kafa boşlamalık sürpriz son vaatli bir okyanus ötesi yapım olsaydı “yine aynı şey” der evimize dönerdik. Peki, bu aynı şeyi aynı şekilde bir kez de Türk oyuncularla gerçekleştirmenin mantığı nedir?
Ceyda Düvenci’nin kurguda çıkarılsa kimsenin fark etmeyeceği rolü, Kenan İmirzalıoğlu’nun burun kanatlarını germek dışında mimik sergileyemediği Miroğlu-Ezel-Komiser tek’lemesi, Uğur Yücel’in polis amirliği ile The Godfather arasında gidip gelen tiplemesi, Berrak Tüzünataç’ın bir Uğur Yücel filminde oynuyorum heyecanıyla A ligine çıkma çabasının getirdiği tırmalaması ilginç seyirlikler sunuyor.
Filmlerini Beyza’nın Kadınları(2005) gibi oldukça yeni tarihli bir yapımı unutup “Türkiye’nin ilk seri katil filmi” diye pazarlama hafızasızlığına düşen ekip, onca yabancı temayı sadece yaşlı polisi pavyon şarkıcısına sevdalandırıp, emniyet müdürüne doğu şivesi vererek yerelleştiremeyeceğini de fark etmemiş gibi duruyor.
Bu alt türün olmazsa olmazı sürpriz finali daha ilk perdenin sonunda çözen gruptaysanız “Yönetmen: Uğur Yücel” yazısına giden yol sizin için daha ıstıraplı geçecektir. Filmin tek Türk yanı da işte bu sürpriz finali zaten. Hatta o kadar Türk ki; bir Temel fıkrası, bir Reha Muhtar haberi tadında. Seven(1995)’da bulamayacağınız camili son kare de cabası.
Pataklamak isteyene karnı çok yumuşak bir film yapmış Uğur Yücel. Eksikleri, yanlışları ve taklit ettiği unsurlar saymakla bitmez. Yazı-Tura(2004) ile oyunculuğunun ardından yönetmenliğiyle de başarılı işlere imza atacağını düşündürse de Hayatımın Kadınısın(2006)’da tökezlediği kamera arkası döneminin dibe vurduğu filmdir Ejder Kapanı.

1 yorum:

2023 - Kalan 6 Ay

Temmuz, on beş ay sonra spor salonlarına döndüğüm ve eğer bir kaza bela olmazsa, nasıl öleceğimi de öğrendiğim ay oldu. Bunun getirdiği duyg...