29 Ağustos 2019 Perşembe

35. Yaşımı Ne Yaptım? (İkinci Bölüm)

2019’a, yıl bitmeden başka ülkelere taşınması muhtemel, çok sevdiğim üç insan ve daimî bakıcısı olduğum hastamla; İran yemekleri, Lars von Trier, Lemony Snicket, Rober Hatemo, İbrahim Tatlıses ve beni bir yılbaşı ağacına dönüştüren kimonom eşliğinde girdim.

Yılın bitirdiğim ilk kitabı, co-writer’ımın beni hayrete düşüren güzellikteki ikinci romanı oldu. Sonraki günler beğenmediğim hediyeleri değiştirmekle, bit pazarından bozma evlere gitmekle, Balat’ta üç beş tur atmakla ve zekasız bulduğum insanlara bile içimdeki sıkıntıyı atabilmek ihtimali uğruna tahammül etmekle geçti. Ocak ayında kendimi çok yordum. Her davete icabet ettim, sürekli yeni kan aradım ve her gün annemi İstanbul’a geldiği ilk günmüş de yarın dönecekmiş aceleciliğiyle ağırladım. Bir daha dönmeyeceğini kabullenmem ve bu mecburiyetten kendimi sıyırmam yedi ay sürdü.

Doğum günü hediyemi beş ay gecikmeli kullandım, hayatımda ilk defa botoks yaptırdım. Fena olmadı diye üç ay sonra ikinci kez gittim ama su enjekte etmiş kadar etkisiz oldu. Yemek yapmaya başladığım yetmezmiş gibi kek yapmaya da başladım. Tam bir sıkışmışlık sendromuna tutulmuş olmalıyım ki ev hanımına bağladım. Sonra, ölüme biraz daha yaklaştığımı hissettiren bir olay yaşadım, ağzımdan bir diş daha eksildi. Sinema, tiyatro, kitap, dizi, şarap tadımı, size gele-bize gele davetler derken şubat ayı bitti, şimdi, şu andan bakınca, 14 Şubat günü sanırım biz de bitmişiz.

Mart fena başlamamıştı zaten ama 9 Mart günü iki yıldır satmaya uğraştığım evimden kurtuldum, yani harika devam etti. İlk günden beri hayallerimi yüz üstü bırakan, içinde mutlu olmak için çabaladıkça beni kapının önüne koyan, huzurla eşdeğer tutmaya çalışırken sonsuza dek içten ve dıştan istila edildiğini kabullendiğim evimi; aldığı ceketi, etiketini sökmeden giyen bir Libyalıya sattım. Elli aydır süren “kredi borçlu” statüsünden “ufacık parasını ne yapacak” statüsüne atladım. Ev seçimimin de insan seçimim gibi “ilk gördüğümde aklım kalır, o olmazsa başkası da olmaz” şeklinde olduğunu bile bile ısrarla ev aradım ama yine ilk gördüğüme taşındım. Türkiye’nin en yüksek binasının 55.katında, sığınak inşa etmekle kulaklarıma şiş sokma arasında gidip geldiğim tüm o gürültülerden uzak, insandan çok gökyüzüne yakın bir hayata başladım. Elbette taşınalı beş ay olmasına rağmen beş yüz sorunun sadece yüzde beşi çözüldü evle ilgili fakat eskisinden o kadar iyi ki; şikâyet etmeye hakkım yokmuş gibi hissediyorum.
 

Evlendiği için mi bilmiyorum parantezinde, iki yıldır görmediğim, eskiden çok sık görüştüğüm ve (hala) çok sevdiğim bir dostumu gördüm. Bana, evliliğin onu ne kadar değiştirdiğini anlattı. Bazı şakalar çok gerçek.

İstanbul FF bol filmli ve yeni evimden dolayı ulaşımı zor geçti. Film arası rahatlamalar da iyi sayılmazdı. 15 Nisan “anneni işe getir” animasyonunun başladığı tarih oldu. Sırtımda, zihnimde ve kollarımda taşıdıklarım yetmezmiş gibi, İstanbul’un sineması olmayan 4 ilçesinden birine her gidişimde annemin de elini tutmaya başladım.

Bazı akılda kalanları gerçekleştirip yeni “aşağı mahalleyi” tanıma dönemi geldi sonra.
 

Yeni evime her hafta birini davet etmeliyim cumartesileri, içinden pislik akan birinin zehrini daha fazla içinde tutamadığı güne kadar sürdü. Arkadaşıyla aramızın bozulduğu gün benimle iletişimi kesen “topluluk içinde çok yüksek sesle Almanca konuşan kadın”, insanlarla ilgili son iki yılda yaşadığım en büyük hayal kırıklığı oldu. Kendisi bir saniyede yok olduğu gibi, asistanını/kocasını da kısıtladı. Böyle insanlar keşke ölse.

101 İstanbul Lezzeti geçen yılki kadar olmasa da güzel geçti. Sugardaddy’lerin ne kadar işe yarar oldukları bir kez daha ispatlandı. Sonra bir kez daha ispatlandı. Hayatımda ilk defa Londra’ya gittim. Tate Modern, Hyde Park, Royal Albert Hall, National Gallery derken üç günü sanatla ve doğada yedim. Sonraki günleriyse Soho’daki otelimde, Soho’daki barlarda, Soho’daki hype restoranlarda geçirdim. Çok mu havalı, eh, biraz öyleydi. Teşekkürler kredi kartları dünyasının büyük oyuncusu.
 

Londra ne kadar güzel olursa olsun, 11 ay sonra ilk defa annemin olmadığı bir evin kapısını açmak daha güzeldi. Üç hafta boyunca yemek yapmadım, bulaşık çamaşır yıkamadım, istediğim saatte yatıp kalktım, kendimi tutamayıp şarkılar bağırdım, dans ettim, özgürlüğün tadını hatırladım. Sıvı mamayla beslendim, sağlığımı uzun vadede tehlikeye atabilecek hareketlerde bulundum, düşünmeden para harcadım. Komşularımla tanışmaya başladım, yeni taşınanlara kahve/kahvaltı götürdüm, olasılıkları değerlendirdim, camdan dışarı, gökyüzüne ve İstanbul’un çirkinliğine baktım bol bol… Hayatımın en şiddetli orgazmlarından birini yaşadım, etkisi üç saat daha sürdü, birini arayıp tarif etmemi gerektirecek kadar güçlüydü. Aklımı yitirdim. Yıllardır aynı ortamlarda bulunmamıza rağmen suratıma bakmayan birinin çok tatlı, pek içten ilgisine mazhar oldum, ne yalan söyleyeyim, sayesinde kendimi biraz daha iyi hissettim.

20 Mayıs’ta çok önemli bir bağım koptu. Murakami’nin Kumandanı Öldürmek kitabını bitirdiğim gün, biri de içinde beni öldürdü, bir nevi kumandanı olduğum biri. Aynı gün Game of Thrones da tamamen bitti. İktidar kaleleri yerle yeksan edildi, mine included. Six Feet Under büyük finalinde söylendiği gibi: Everything. Everyone. Everywhere. Ends.

(Devam edecek...)

21 Ağustos 2019 Çarşamba

35. Yaşımı Ne Yaptım? (Birinci Bölüm)

35. yaş günüm, bir öncekiyle kıyasladığımdan olsa gerek, hayal kırıklığı oldu. Gazebo’da kemik takımla kahvaltı sonrası organizatör beni evine davet etti, diğerlerinden ayırarak. Tüm gün birlikte olmak isteyeceğim insanları “başka planlarımız var” diyerek evlerine yolladı ama yalnız kaldık çünkü başka planımız yoktu, en azından işleyen bir plan. Elinden geleni yapmıştı, tüm cevaplar “kusura bakma” ile bitmişti ve ikimiz, az önce yediğimizden de büyük bir pastayla yalnız kalmıştık. “Peki madem günün geri kalanı için çağırdığın herkes mazeretliydi, neden halihazırda yanımızda olanları evlerine gönderdin?” Sadece sordum, cevap alamadım çünkü o böyle biriydi. Beyni hiçbir zaman benimkiyle aynı frekansta çalışmayacak biri. Ben de o zaman “kusana kadar yiyelim” moduna geçtim ve birbirinden pahalı 4 restoranda kusmasak da karnımıza ağrılar girene kadar baş başa yemek yedik.

Yeni yaşımın ilk günleri parklarda, bahçelerde, otomobil servislerinde, sinemalarda ve spor salonlarında geçti. Suudi Arabistan ile ilgili içerden bilgiler edindim ve kaçacak yer aradım ve hayır, Cemal Kaşıkçı henüz öldürülmemişti yani sadece içgüdü diyelim. Netflix yüzünden Bollywood filmleri izlemeye başladım ama kısa sürdü, hayır filmler değil bu dönem. Suudi Arabistan ve Hindistan deneyimleri beni yeni gerçeğimiz Suriye’ye götürdü. Sadece San Pellegrino içebilen (diğerleri ağır kaçıyormuş) Beyaz Yakalı Beyaz Suriyeli olarak tarif edebileceğim biriyle tanıştım. Aramızda Love-hate Relationship tanımına bire bir uyan bir dostluk başladı. Görüşmediğimiz zamanlar sürekli bir araya gelmenin yollarını arıyor, aynı odaya girdiğimizde birbirimizi yiyorduk. Uzun eslerle neredeyse bir sene boyunca mülteci (hayır, sığınmacı değil) sorununa çok yüksek bir binanın tepesinden (hayır, Skyland değil) baktım. Çok iyi vakit geçirdim, çok da göğsüm kabardı fakat bazen insanların neden mutsuz olduklarını onlarla birlikte çukurlarına düşmeden anlayamıyormuşsunuz. Bu “annem hasta” kartının bana belki de ilk büyük hediyesiydi fakat keşke hiç cüzdanımı açmasaymışım diyorum şimdi.


Ozark’ın ikinci sezonundan da ilk kez gördüğüm Kınalıada’dan da tat almadım. Annem için çiğ tavuk yedim (Serdar Ortaç konserine gittim demek istemiyorum ama tavuk daha kötü sanırım), bazı Yoga sınıflarına kaynak yaptım, İstiklal’de hızlı davrandım ve Disenchantment’ı beğenmedim. Bazı vegan festivalleri, bazı zengin düğünleri, bazı annesi ölmüş make-up artistler ve bazı kazıkçı plant based restoranlar beni oyalasa da iki güne bir olmaktan korktuğum yerdeydim. The Ring’in (2002) hala taş gibi olduğunu onaylayıp, Insatiable ile ilk güzel dizi sürprizini yaşadım. Anneme protez yaptırmak için 8-10 kere Medipol denen hastaneye gitmek zorunda kaldım (ve şunu söylemeliyim ki; önünde kalp krizi geçiriyor olsanız başka yere götürülmeyi talep etmelisiniz.) ama o gün bile hatta Coffee Fest yüzünden kalp krizi geçireceğim gün bile olmaktan korktuğum yere gittim.


Yunanistan kendilerine ilk vize başvurumu 6,5 ay gibi bir cevapla hoş karşılamadıktan hemen sonra en sevdiğim şehir dışı festival için (şehir burada İstanbul oluyor tabi ki) Adana’ya gittim. 8 ay sonra ilk Podcast kaydıma konu olacak, yılın bence en iyi filmi Beoning’le tanıştım, bazı eski tanışlardan kaçamadım, azgınlıktan peşimden spora bile gelen ikiyüzlü yavşakları bir festivalde daha sallamadım ve Climax güzelliğini en sevdiğim sanatçı çiftle izleme şansına eriştim. İdolümle bir röp daha yaptım, bir akşamı Sangria içerek eski dedikoduları köpürtmeye ayırdım, Tarkan Adanalı olsa nasıl olurdu sorusunun cevabını “muah” ve haftayı ilk kez skorsuz tamamladım.

Dört ekim akşamı ablam hayatında ilk defa İstanbul’a geldi ve sekiz ekim sabahı döndü.

Homecoming’i görene kadar yılın en iyi dizisi olduğunu düşüneceğim The Haunting of Hill House ile tanıştığım günler kahvaltıcı kahvaltıcı gezdiğim döneme denk geldi. Hemen ardından ikinci kez Atina’ya gittim ve dört gün her şey dahil 1500TL’ye harika vakit geçirdim, dostlar sağ olsun. Sonunda Küçük Prens’i okudum, The Ghost müzikalini ve Kramer vs. Kramer’i izledim, evet bunlar 2018 yılında oldu ve dayım annemi görmeye geldi. Malatya FF gitmememe rağmen gitmişim gibi vaktimi yedi sonra dayımla kabak tatlısı yapıp onu yedik. Tarafıma seferberlik emri çıktı. Hizmet kesiminden biri yine gereksiz yakınlaşma çabasına girdi. Evi demans hastası birine uzaktan yardım edebilecek hale getirme çabalarım başladı. Hayatımda son kez akvaryuma gittim, Karaçili dostlar edindim, Bebek’te ev partisi düzenleyen sosyetelerle takıldım ve hayatımda ilk kez birinin kollarımda panik atak geçirip kaldırıma yığılmasına şahit oldum. Korkunçtu.

Celui Qui Tombe vadettiklerini sunmaktan çok uzaktı, 14 kasımda uzun süredir tanısam da kalbini açmaya o gün karar verdiğinden bir kadın dost edindim, birilerince Luzia’ya birilerince Esenler’deki pastanelere sürüklendim, yılın son 2 ayı dizi film ve annemin sinir krizleri ile geçti derken hayatımın en güzel hediyelerinden birini aldım: İki günlük Madrid seyehati. Door-to-door hizmet, alles inklusive paket, muhteşem bir şehir, harikulade seksi insanlar… Bu kadar popüler olduğum başka bir kara parçasında bulunmadım.

19 aralık hayatımda en çok sevdiğim insanlardan biriyle kopuşumuzun başlama tarihi oldu. Onun sevgisiyle birlikte kendi sevgimden de şüphe ettim.

Yalda gecesi, Swiss Fondue gecesi, ev davetleri, restoran buluşmaları derken 2018’i sürekli eğlenmeli ve annemi eğlendirmeliyim motivasyonuyla bitirdim.

(Devam edecek...) 
 

2023 - Kalan 6 Ay

Temmuz, on beş ay sonra spor salonlarına döndüğüm ve eğer bir kaza bela olmazsa, nasıl öleceğimi de öğrendiğim ay oldu. Bunun getirdiği duyg...