28 Nisan 2011 Perşembe

NEVER LET ME GO (2010) by MARK ROMANEK ***-


"Japon asıllı yazar Kazuo Ishiguro’nun yayımlandığı yıl Time dergisince 'İngilizce yazılmış en iyi 100 roman' listesine alınan aynı adlı kitabından İngiliz AlexGarland tarafından sinemaya uyarlanan 'Beni Asla Bırakma', bilimkurgu motifleri içerse de dokunaklı bir dönem filmi gibi işliyor."

www.filmlerim.com için yazdığım beşinci yazıyı okumak için buraya tıklayın.

27 Nisan 2011 Çarşamba

“SÖZ-MÜZİK ÜMİT SAYIN” ÜZERİNE NOTLAR


Ümit Sayın üzerinde “Yılın albümü. 10 Star. 10 Düet. 90’lardan 10 şarkı.” şeklinde iddialı cümleler yazan bir albüm çıkardı. 90’larda sevdiğimiz bazı şarkıların yazar ve bestecisi, kendi albümleri de olan fakat yeni neslin pek tanımadığı Ümit Sayın’ın albümü, iddiasının hakkını veriyor. Yılın albümü demek için şimdilik erken. Yine de market arabasını alıp üç Sinan Akçıl, iki Soner Sarıkabadayı, iki Serdar Ortaç, bir Nazan Öncel, bir de eski Sezen Aksu şarkısı satın alan ve albüm yaptım diye ortada gezen kısır şarkıcılarımızın albümlerine maruz kaldığımız günlerde; dımtıstan başka melodiler de içeren bir müzik çalışması görmek mutluluk verici.

Albümün ilk şarkısı, aynı zamanda en renksizi olan Tarkan düeti “Gitme”. Tarkan’ın yıllar önce kusursuz yorumladığı şarkının yeni düzenlemesi hafif, Ümit Sayın’ın yorumu güçsüz kalmış. Klip şarkısı olarak da bu seçildiğinden albümün şansı azalmış oldu ama başka fire yok.

Bendeniz düeti “Gönül Yâreler İçinde” akılda kalıcı introsunun ardından Ümit Sayın’ın hakkını verdiği cümlelerle etkiliyor. Bendeniz girdiğinde ise şarkıcının ilk kasetini elimize aldığımız güne gidiyoruz. Şimdilerde yaptığı piyasa şarkılarıyla yılda 10-15 gün sahneye girip çıkan Bendeniz’in yeteneğinin nasıl heba olduğunu anlıyoruz.

İzel düeti “Tutun Ellerimden”, ikilinin uyumlu yorumu ve asla eskimeyecek evrensel sözleriyle çok hoş.

Levent Yüksel düeti “Hayat Dediğin”de ister istemez Yüksel karşısında ezilen Sayın’ı suçlamak zor. Levent Yüksel önüne iyi bir parça geldiğinde hakkını nasıl verdiğini, piyasadan uzaksa bunun sorumlusunun kendi olmadığını anlatıyor.

“Ya Sen Gidip De”, albümün en iyi şarkısı. Ümit Sayın bu şarkıyı kime verse hayatımızdan bir daha çıkmazmış zaten. Pınar Aylin fırsatı değerlendirememiş. Bu şarkı Erol Evgin’in “Sevdan Olmasa”sı gibi, Ajda Pekkan’ın “Kimler Geldi Kimler Geçti”si gibi, Esmeray’ın “Unutma Beni”si gibi. Kariyerinde başka hiçbir başarıya imza atamasa bile bir insan, sürekli bu şarkıyı söyleyerek götürebilir işi.

1993 yılında Bosna için yazdığı “Gülendam” şarkısında Erdal ile düet yapan Ümit Sayın bu şarkıyla sosyal sorumluluk sahibi olduğunu ispat etmiş, sadece aşk şarkısı yazarak nereye kadar dedirtmişti. Erdal’ın sesi ilk duyduğumuz günkü kadar güçlü olmasına rağmen albümün eski görünen tek şarkısı da bu.

“Aşkımdan Vazgeçme” özellikle Leman Sam’ın girdiği kısımlarda devleşiyor. Melodisi ve sözleri, hüzünlü şarkı yaptığını düşünen günümüz bestecilerine örnek olmalı. Mesela Sinan Akçıl oturup bu şarkıyı 1000 kere deftere yazmalı.

Suavi düeti, Suavi’nin eklediği şiirle ölümsüzleşiyor. “Hasret Türküsü” herkese göre olmasa da Ümit Sayın’ın bestelerini çeşitlendirebiliyor oluşuna örnek. (Bkz. Hep aynı şarkıyı yapan Serdar Ortaç)

“Çal Beni”de Emel Müftüoğlu’nun sesi ilk dinleyişte tanınmıyor. Yorumu silik. Bütün şarkıcılar gibi koşarak destek vermeye gittiği söylense de gönülsüzlüğü parçaya yansımış.

“Kalbimin Sokağı”nda Ümit Sayın, Işın Karaca gibi söylemeye çalışmış. Işın Karaca ise gırtlağına şarkının hakkından fazla yüklenmiş bazı yerlerde. Enstrümanlar da fazla coşkulu. Keşke daha sakin aranje edilseymiş. Gerçi içinde Işın Karaca olan bir şarkıda bu ne mümkün.

23 Nisan 2011 Cumartesi

ERTESİ GÜN HAPI

Uyandım. Dün bana verdiğin hediyeyle göz göze geldim. O da bana bakıyor gibi geldi gözleriyle. Burnum sızladı. Ağlamadım. Sabah uyanınca her şey daha net görünür diye beklerken. Öyle olmadı. Acıklı şarkılar dinledim. Mantığımla, dün akşam düşündüklerimin neden olmayacağını inceledim. Senin psikolojik problemlerini. Aile yapını. Konumunu. Benimle ilgili engel bulamadım. Neresinden tuttuysam bana uydu. Acıklı şarkılar dinlemeye devam ettim. En iyi kadın dostumu aradım. Duymak istediklerimi söylettim. Sonra geyiğe sardık. Dünya işlerinden bahsettik. Kafamı dağıttım. Gibi. İki saatten fazla tuttum onu oturduğu kahvecide, Ankara’da. Kapatmadım. Kapatırsam seni aramaktan korktum. Kapattığım anda aradım da zaten. “Ne zamandır konuşamadık, uzun uzun konuşalım istiyorum. Birazdan arayayım.” diyerek kapattın. Daha dün beraber değil miydik? Acıklı şarkılar dinledim. Bu işin de ertesi gün hapı olmalı dedim. Kahramanmaraş’ta ufak bir kafeterya açmak gibi hayaller kurdum. Zihnimi zorladım. Dün bana aldığın hediyeyi aldım elime. Çok ağır geldi.

ADIYAMAN


Turist gözüyle. İlk bakışta.

- Adıyaman’a ulaşan bütün yollar kötü. Nereden gelirseniz gelin kötü.

- Gündüz 1 TL karşılığında her yer otopark. Caddeler kalabalık. Trafik akşam saatinde korkunç. Ama saat 19’u geçtiğinde sokakta kimse kalmıyor.

- Trafik ışıkları çok sık. Süreleri ise fazla uzun.

- Karşıdan karşıya geçen yayalar kesinlikle araçlara bakmıyor. Genci de yaşlısı da. Köylüsü de kentlisi de. Kedi ve köpekler de böyle. Kaç tanesine son anda çarpmadım bilmiyorum.

- Yollar otostopçu ve bisikletli kaynıyor. Bisikletliler kendilerine kamyon edası vermiş. Uzayda kapladıkları alan hesaplanamıyor.

- Turiste alışık değiller. Sorduğumuz hiçbir yeri bilemediler.

- Birine nereyi gezebiliriz diye sorduk. “Gezecek çok yer var” dedi. “Neresi mesela” dedik. Elini uzatıp “Şurası” dedi.

- Gül Cafe isimli bir yere gittik. Kahvaltı sorduk. Tost ve hamburger önerdi. Tost istedik. Yarım saatte geldi. Yarım somuna üç gram kaşar koyup 18 parçaya dilimlemişler. Yanında da tabağa sıkılmış ketçap ve peçeteye sarılmış çatal geldi. Tadını hiç sormayın.

- Görülmesi gereken yerlerden biri olarak tanıtılan “Oturakçı Pazarı” 100 metrelik tek bir ara sokak. Anladığım kadarıyla şark köşeleri için minder kilim satılıyor. Toplasan 10 dükkân yok.

- İnternette araştırdığımız tüm yöresel değerler için “o şimdi olmaz” cevabını aldık. Peki, ne zaman olur? Cevap yok.

- Cendere köprüsü kendi haline bırakılmış. Böyle bir değer için içler acısı durumda.


- Nemrut uzak. Çok uzak. Şehir merkezinde 55 km. yazıyor. 35 km. gittikten sonra 45 km. yazıyor. Ama ne yol. Arabayla dağa tırmanırken aynı zamanda tek teker üzerinde ölüm dansı yapıyorsunuz. Keçi yolu bile değil. Çok keçi telef olmuştur o yolda. Git git bitmiyor. Çık çık bitmiyor. 4x4 araç bile zorlandı. Resmen ölümle dans. Yön tabelası da yok. Yolda birini bulacaksın da sana “şu taraftan” diyecek. Çevre bakımsız. Rehber yok. Araç yolu bitince 20 dakika dağa tırmanış başlıyor. Ama değer.

- Yöresel yemek sorduğumuz insanlar dönercileri işaret etti.

- “Kervansaray Restaurant” şehir merkezinde yemek yenecek tek yer. Menüden ne istesek “o şimdi olmaz” dediler. Uzun ısrarlardan sonra 30 dakika beklersek “Hıtap” yapmayı kabul ettiler. 10 dakikada geldi. Çok da güzeldi. Parça etli, bol yeşillikli bir kapalı pide. Tatlı istedik. “Ne isterseniz yandaki pastaneden alıp gelelim” dediler. Çayları mükemmeldi. Utanmadan dört bardak içtim. Aldıkları yeri öğrenip kendime de aldım.

- Herkes çok zayıf. Çoğu da uzun boylu. Yemeğe düşkün olmadıklarından mı diye düşündüm.

- Şillik tatlısını nerede yeriz sorusuna “o Urfa’da meşhur” dediler. Biber dedik, “Bize de Kahramanmaraş’tan geliyor” dediler. Besni üzümünü de mevsimi olmadığını söyleyip geçiştirdiler. Turist nereye para bırakacak?

- Tesadüf eseri bir peksimet fırınına rastladık. Bildiğimiz peksimetle alakası yok. Tuzlu ve şekerli tipleri var. İkisi de çok lezzetli.

22 Nisan 2011 Cuma

BEŞ ŞEHİR

ISPARTA – KONYA – ANKARA – ADANA - ADIYAMAN

- Seni hala sevdiğimi fark ettiğim için bu kadar huysuz davrandım sanırım.
- Deli, sadece doğal davranmak her şeyi çözer. İyi yolculuklar. Öpüyorum.



İki insana âşık oldum. Diğerleri gücenmesin. İkisi de hayatıma yön verdi. Kendi gittiklerinden farklı bir yön.

Bugün ikinci hayatımın aşkını altıncı kez gördüm. Yine günübirlik. Yine farklı bir şehirde. Yine çoğunda yalnız kalamayarak.

Araya giren uzun zamanlar hislerin üzerine incecik perdeler çektiğinden, içimizdeki kar serçeleri sustu sanıyoruz. Aynı rüzgârda gözlerimizi kırpmaya başladığımız vakitse…



02 Haziran 2009 Konya. 226 gün sonra görmüştüm seni.
28 Ekim 2009 Ankara.
26 Kasım 2009 Adana. Aklımdaki son tarih. Son görüşmemiz.
22 Nisan 2011 Adıyaman. 512 gün sonra.

Böyle mi olmalı gerçekten? 512 gün mü geçmeli aradan? Ve onca zamana rağmen hiçbir şey azalmaz mı? Kendimden geçişim daha hafif seyretmez mi?

Dönüş yolunda yanımdaki yaşlı kadın görmesin diye ağlayışımı, içimden sürekli şarkı söyledim.

Arasını unuttum gitti bir an. O 512 günde ne yaşadıysam silindi. Kazandığım başarılar, aldığım çizikler. Seni bir görüşümden diğerine dek geçen süre anlamını yitirdi. Artık hiçbir şeyin beni mutsuz edememesini de anladım, mutlu edememesini de. Peki, böyle mi olmalı gerçekten?

Senin yanında olmayacaksam, ne anlamı var aldığım nefesin. Gittiğim işin, yazdığım yazının, güldüğüm cümlenin. 27 yılda seni 6 gün gördüysem, daha kaç şansım olacak ileride?

Yanına taşınmam lazım. İşsiz de gezsem. Spor da yapamasam. Yazı da yazamasam. Film de göremesem. Kimse beni sormasa da. Ben kimseye faydalı olamasam da.
Sana dokunamasam da. Yanına taşınmalıyım.

Sen benim yanıma taşınamayacağın için, ben bu fedakârlığı yapmalıyım.

Beni sevdiğini söylemesen de artık. Ben kimseyi sevemesem de.

Aşktan ölmenin ne olduğunu hatırlatırsın her gün bana işte. Dünyadaki bütün yalancı hüzün ve sevinçlerden arınırım.



Bir insanı bu kadar sevmenin ne demek olduğunu bilmeyenler var. Onlar her sabah işe gidip, hayatta kalmaya çalışanlar. Ya da bir evi ayakta tutmaya çabalarlar. Gördükleri her insana gülümser ya da sinirle bakarlar. Pozitiftirler. Negatiftirler. Ama sizinle etkileşirler. Dünyayı doldururlar. Benim sana duyduğum gibi bir aşkı bilenler ise sadece o aşka dalarlar. İçinde aşk olan her şey; bütündür. Anlamlıdır. Ülkenin dört bir yanını gezip binlerce kilometre insanla tanışmış olmam da boştur.

Sensiz geçirdiğim herhangi bir saniye, ölüme doğru görevini tamamlamış uydurma bir ölçü biriminden başka bir şey değil.



Sana hayır dediğim zamanları hatırladım. İki saatlik yollara üşendiğimi.
Telefon görüşmelerimizin sürelerini kaydedişim geldi aklıma. Aramadığın günler düşündüklerim.

Elimden geleni yapmıştım ama. Eminim buna.

Bugün diz dize oturduğumuz o 45 dakika, ömrüme 45 yıl katamadıysa; çok az kere daha sarılabileceğim demektir sana. Bugün sarıldığım 6 saniye gibi.

Bize bakan ve ne olduğu hakkında en ufak fikri olmayan 6 gözün kaydedemediği 6 saniye. Benim vücudumun asla unutmayacağı, tozlu kirli kalın kumaşların ardındaki vücuduna uzanma çabası.



Kimse bana hayallerine ne oldu demesin. Şunu yapacaktın Serkan, senden bunu bekliyoruz Serkan…

Benim.
Yaşamam.
Mucize.

2011 NİSAN TÜRKİYE VİZYON FİLMLERİ – 4.HAFTA

Nisan ayının dördüncü cuması ülkemizde gösterime giren filmleri www.filmlerim.com için yazdım. Son anda kesinleşen "Kayıp Özgürlük" filmini sevgili editörüm Nilay Dirim ekledi. Okumak için buraya tıklayın.

RABBIT HOLE - john cameron mıtchell 22.04
UNKNOWN - jeume collet-serra 22.04
LA MEUTE-THE PACK - franck richard 22.04
ÇOK MU KOMİK? - adem uğur 22.04
HAEVNEN-IN A BETTER WORLD - susanne bier 22.04
ALPHA AND OMEGA anthony bell-steve moore 22.04
MONSTERS - gareth edwards 22.04
İÇİMDEKİ SESSİZ NEHİR - mustafa serkan eröz 22.04

13 Nisan 2011 Çarşamba

2011 NİSAN TÜRKİYE VİZYON FİLMLERİ – 3.HAFTA

Georges Bizet’in ünlü operasından uyarlanan “Carmen 3D” filminin aslında hafta ortasında, çarşamba günü vizyona girip yalnız 4 gösteriminin olması planlanıyordu ancak ilgi üzerine sekiz farklı ilimizde birçok salonda filmin kopyaları dönmeye devam ediyor.

Bunun dışında nisan ayının üçüncü haftasında altı yeni film salonlarımıza uğrayacak.

15 Nisan Cuma gününün belki de dünyada en çok merak edilen yapımı Wes Craven’ın “Çığlık 4”’ü. İlk iki filmin başarılı senaristi Kevin Williamson’un senaryosunu yazdığı, beşinci ve altıncı filmlere de açık kapı bıraktığı söylenen yeni film; serinin hayranları için büyük önem arz ediyor.

Yerli sinema adına yılın en önemli filmlerinden biri de bu hafta gösterime giriyor. “Bizim Büyük Çaresizliğimiz” Barış Bıçakçı’nın aynı adlı romanından “Tatil Kitabı” isimli ilk filmiyle gönlümüzü fetheden Seyfi Teoman’ın çok şey vaat eden ikinci uzun metrajı. Mutlaka görülmeli.

Tamamen el çizimleriyle hazırlanması dışında albenisi olmayan Walt Disney animasyonu “Winnie The Pooh”; sevimli ayı ve arkadaşlarının yeni maceralarını anlatan, oldukça düşük yaş grubuna hitap eden bir film.

Fazla kredi verilen ikinci filmi “300 Spartalı” sayesinde beş yıldır yüksek bütçelerle ortalama filmler çekebilen Zack Snyder’in yeni Süperman filminden önceki durağı olan “Sucker Punch” özgün bir senaryodan çekilen ve fantastik bir savaşı anlatan ihtiyaç fazlası bir yapım.

“Constantine” ve “Ben Efsaneyim” ile oldukça iyi eleştiriler alan Francis Lawrence’nin daha da ciddiye alınma çabasının ürünü olan ve 44 dile çevrilip 3 milyondan fazla satmış aynı adlı Sara Gruen romanından uyarlanmış “Aşkın Büyüsü”; Robert “Twilight Edward” Pattinson, Reese Witherspoon ve Christoph Waltz’dan oluşan oyuncu kadrosuyla ilgi çekmeye çalışacak.

Ülkemizdeki gösterimi sürekli ertelenen, Oscar’lı senarist William Monahan’ın ilk yönetmenlik denemesi “Londra Bulvarı” ise Colin Farrell, Keira Knightley ve Ray Winstone’dan oluşan oyuncu kadrosu ile bu hafta vizyona giren son film.

CARMEN 3D - julian napier 13.04
SCREAM 4 - wes craven 15.04
BİZİM BÜYÜK ÇARESİZLİĞİMİZ - seyfi teoman 15.04
WINNIE THE POOH - stephen j.anderson-don hall 15.04
SUCKER PUNCH - zack snyder 15.04
WATER FOR ELEPHANTS - francis lawrence 15.04
LONDON BOULEVARD – william monahan 15.04

6 Nisan 2011 Çarşamba

2011 NİSAN TÜRKİYE VİZYON FİLMLERİ – 2.HAFTA

Nisan ayının ikinci cuması ülkemizde beş yeni film gösterime giriyor. Son ayların aksine hiç yerli yapım içermeyen haftada en azından iki önemli filme ev sahipliği yapacak salonlarımız.

“Rio” adlı animasyon; Türk sinema izleyicisinin de çok sevdiği “Buz Devri” serisinin ilkinde yönetmen yardımcılığı, ikinci ve üçüncü filmlerde ise yönetmenlik yapan Carlos Saldanha’nın yeni filmi. Bu kez buzullar yerine bolca güneşin altında geçen öykünün iOS başta olmak üzere birçok platformda fırtınalar estiren “Angry Birds” oyunu ile de bağlantılandırıldığını hatırlatalım.

Leo(2002) ve The Jacket(2005) filmlerinin senaryosunu yazan Tahranlı yönetmen Massy Tadjedin’in geçtiğimiz yıl Toronto Film Festivali’nin kapanışını yapan ilk filmi “Son Gece”; Keira Knightley, Sam Worthington ve Eva Mendes’li bir romantik intikam öyküsü.

Moon(2009) filmiyle büyük beğeni toplayan Duncan Jones’in ikinci uzun metrajı “Yaşam Şifresi”; haftanın görülmesi öncelikli filmi.

Norveç korku sinemasından ülkemize uğrayan “Şeytanın Oteli 3” iflah olmaz bir korku fanatiği bile olsanız yanından geçmemeniz gereken, çok ama çok kötü bir film.

Reconstruction(2003) ve Allegro(2005) filmlerinin yönetmeni Christoffer Boe imzalı “Her Şey Güzel Olacak” beklenenden bir hafta sonra bu cuma gösterime giriyor. Aşk soslu bu politik paranoya filmi haftanın diğer görülmesi gereken yapımı.

RIO - carlos saldanha 08.04
LAST NIGHT - massy tadjedin 08.04
SOURCE CODE - duncan jones 08.04
FRITT VILT III - mikkel braenne sandemose 08.04
ALTING BLIVER GODT IGEN – christoffer boe 08.04

3 Nisan 2011 Pazar

UNSTOPPABLE (2010) by TONY SCOTT *

Ses kurgusu dalında Oscar adayı olmuş “Durdurulamaz”; kariyerini aktüel kamerasıyla grenli aksiyon filmleri çekmeye adamış Tony Scott’un şimdilik son filmi.

100 milyon dolar bütçeli yapım Amerika dışındaki gösterimleri sayesinde kara geçmeyi başardıysa da, yönetmenin düşüşünün yeni durağı olmaktan kurtulamadı.

Tony Scott yüzeysel bulunsa da eğlenerek izlenen bir yönetmendi. “Durdurulamaz” ise gördüğümüz son yedi filmi arasında açık ara en kötüsü. En yakın rakibi ise bir önceki filmi The Taking of Pelham 1 2 3(2009).

Trenin son hızla gitmesi yetmezmiş gibi onu sürekli kovalayan onlarca otomobil ve iki de helikopter karelerin büyük kısmında aynı anda yer alıyor. Koordinasyon, dinamik ve elde edilen temiz görüntüler için Scott’u tebrik etmek gerekiyor ancak heyecan yaratmaktan uzak bu sahneler sadece teknik işçiliğine baktırmakla yetiniyor.

Live Free or Die Hard(2007) ve Deception(2008) filmlerinden hatırladığımız senarist Mark Bomback; Speed(1994) tarzı “basit fikirden büyük aksiyon” formülüne oynasa da başarılı olamıyor. Filmin büyük kısmında hiçbir şey olmuyor. Bu basit tek fikre kafa yorulup şeytanın aklına gelmeyecek hamleler yapılabilecekken –yapılamıyorsa, film de yapılmamalıydı- dümdüz ve sıkıcı yollar izleniyor.

Kısacası “Durdurulamaz” 98 dakika boyunca hiçbir şey olmayan, bomboş bir film olarak kalıyor. Trenin dehşeti 11 Eylül’e, teröre ya da tüm o Hollywood saçmalıklarından herhangi birine dahi bağlanmıyor. Bir işçinin gösterdiği “yaptık bir hata” tavrını kendine ton seçip, büyük ve anlamsız bir boşluk olarak başlıyor ve bitiyor.

2 Nisan 2011 Cumartesi

BEYNELMİLEL (2006) by SIRRI SÜREYYA ÖNDER - MUHARREM GÜLMEZ **


Şimdinin Radikal yazarı Sırrı Süreyya Önder’in yanına Muharrem Gülmez’i alarak çektiği yapım, 1982 yılının Adıyaman’ında geçiyor. Döneme hâkim oldukları her hallerinden belli yaratıcı ekip, o yılların asker-halk ilişkisini bir grup müzisyenin çevresinde resmediyor. Sokağa çıkma yasağı uygulanan kışlaya dönmüş caddelerde boğazına kadar askeri kurallar ve yasaklarla yaşayan halkın günlük hayatını mizahi dille aktaran film; gösterime girdiği yıldan çok 2011’de kıymetli görünüyor.

Tempolu bir başlangıç yapıyor Beynelmilel. Ardından Adıyamanlı çalgıcıların emirle orkestra olmaları ile başlayan trajikomik bir öykü anlatıyor. Vurucu ve düşündürücü espriler ardı ardına geliyor. Gerçek olduğunu bildiğiniz fıkra gibi durumları izlemek sonbaharda açık unutulmuş pencere etkisi yapıyor. Ancak ne yazık ki barutlarını erken bitiren senaryo ekibi ilk yarım saatteki dinamik anlatımın gücünü de, cesaretlerini de ilerleyen bölümlerde kaybediyor.

“Senaryo Stüdyosu”; bütün hayatını sırtında birilerinin sopası, karnını doyurmaya çalışarak geçirmiş baba, devrimci oğlan yakışıklı olduğu için devrimci olan kız gibi inandırıcı ve gerekli karakterlerin yanına yığınla anlamsız yan karakter koyarak metni şişirmiş ve dağıtmış.

Cezmi Ersöz başta olmak üzere ana kadronun neredeyse tamamı oyunculuk konusunda sınıfı geçiyor. Oktay Kaynarca gibi ufak rollere yerleştirilen ünlüler ise filmin ruhunu zedeliyor. Sanat ve görüntü yönetimi de vasatın üzerinde.

18. Uluslararası Ankara Film Festivalinden kazandıkları “En İyi Film” ve “En İyi Senaryo” ödülleri dâhil yurtiçi ve yurt dışında birçok ödül kazanan yapımın “BKM Film” etiketiyle dağıtılmasının, filmin hedef kitlesini yanlış yönlendirdiğini düşünüyorum. Söz konusu yapım şirketinden çıkan sulu zırtlak komedilerin arasında bir derdi, duruşu ve anlamı olan Beynelmilel; keşke şarkılı türkülü komedi filmi olarak tanıtılmasaymış zamanında. Hollywood yapımcılarının karışa karışa mahvettiği projeler gibi olmuş.

Bittiğinde seyirciye oynayan son sahne keşke olmasa dediğimiz filmde bir de Haydar’ın neden öldürüldüğünü anlayan varsa beri gelsin.

Kaçırılmış bir fırsat olan Beynelmilel yine de bütün eksiklerine rağmen Türk sineması adına bir artı puan.

2011 NİSAN TÜRKİYE VİZYON FİLMLERİ – 1.HAFTA

Nisan ayının ilk cuması 6 yeni film ülkemizde gösterime giriyor. İstanbul Film Festivaline dâhil olamayacaklar için işte vizyon alternatifleri…

Geçtiğimiz yıl “Deli Dumrul: Kurtlar Kuşlar Âleminde” filmini gösterime sokan senarist yönetmen Oğuz Yalçın, aynı karakteri içeren ikinci filmi “Hop Dedik: Deli Dumrul” ile bu hafta ülkemizin 50’den fazla il merkezindeki sinemalarda boy gösteriyor. Dönemsel popülaritesinden faydalanmak isteyen yapımcıların ilk filmde Mustafa Üstündağ’ı konuk oyuncu olmasına rağmen önemli bir rolü varmış gibi reklam kampanyasında kullanmaları; filmin 35 bin izleyicide takılıp kalmasını engelleyememişti. Finansal yapısını çok merak ettiğim filmin devamı nasıl ve neden çekildi, kim izleyecek bilmiyorum.

“Kız ve Kurt” Twilight serisinin ilk ve en iyi halkasının yönetmeni Catherine Hardwicke’nin üç yıl sonra gelen yeni filmi. Şimdilik gişesi fena gitmese de eleştirmenlerce yerden yere vurulan yapım ülkesinden 3 hafta sonra bizde de bu hafta gösterimde. Filmin iştah kabartan tek yanı senaristinin zamanında bizi bizden alan Orphan(2009) filmini yazan David Johnson olması.

“Başka Dilde Aşk” filminden hatırlayabileceğiniz İlksen Başarır’ın ensesti konu edinen ikinci uzun metrajı “Atlıkarınca” haftanın en önemli filmi.

Ülkemizde “Arı Kovanına Çomak Sokan Kız” ismiyle basılan Stieg Larsson imzalı Milenyum Üçlemesinin son kitabından ikinci filmin yönetmeni Daniel Alfredson tarafından uyarlanan aynı adlı İsveç polisiyesi bu hafta yalnız İstanbul ve Ankara salonlarında gösterilecek.

“Güneşin Karanlığında” filmi beklentilerin üzerinde seyreden ve iyi yazılıp oynandığı eleştirmenlerce iddia edilen bir roman uyarlaması, haftanın ilgiye değer tek Hollywood yapımı.

“Yürüyüş” ise kendisine Ankara, Batman, Diyarbakır, Kocaeli, Mardin, Van ve Şanlıurfa salonlarını mesken tutan; Kürt yönetmen Shiar Abdi imzalı bir 12 Eylül filmi.

HOP DEDİK: DELİ DUMRUL - oğuz yalçın 01.04
RED RIDING HOOD - catherine hardwicke 01.04
ATLIKARINCA - ilksen başarır 01.04
LUFTSLOTTET SOM SPRANGDES - daniel alfredson 01.04
THE LICOLN LAWYER - brad furman 01.04
MEŞ - shiar abdi 01.04

2023 - Kalan 6 Ay

Temmuz, on beş ay sonra spor salonlarına döndüğüm ve eğer bir kaza bela olmazsa, nasıl öleceğimi de öğrendiğim ay oldu. Bunun getirdiği duyg...