1 Temmuz 2009 Çarşamba

KURUMUŞ ÖLÜYORKEN (01.07.2009)

Nasıl çaresizim sen gözümün önünde eriyip giderken. Ve ben ne düşen damlaları bir arada tutabiliyorum ne de buharlaşan kısımları. En fazla on sekiz yaşındayken bir şov programında beynime kazınan osuruğa gülenin osuruk kadar aklı yoktur fikrine bile Recep İvedik’im şu anda. İyi ki arabamda FD “yağmuru sapladın içime, tam kurumuş ölüyorken” derken anlamlı gelebiliyor hala. Yağmuru saplamıştın gerçekten içime. Tam kurumuş, ölüyorken. Şimdi hücre duvarlarımı bile zorluyorsun mitokondriyal matriksimi sıkıp toprağa akıtmak için.
Bütün vücudum zangır zangır titriyor yakınındayken. Sarılmak için ayağımı kırmayı bile planlıyorum arabaya kadar koluma girersin ümidiyle. Yıldız Tilbe şarkılarındaki kadar kalitesiz arabesk sözler ettiğimin farkındayım içimden. “Ben bir karar verdim seni göreceğim aşkımı söyleyip seni seveceğim adını diyeceğim terini sileceğim saçını keseceğim sefamı süreceğim” bunların sonuncusuydu mesela. Farkım yok. Her ne kadar kaltak gibi davranmaya çalışsam da adam olmaz bir ihtiyaç sahibiyim. “Diyeceğim ki sana güçlü bir zayıflığım var” sözlerini nasıl aynı kadın yazabiliyorsa aynı şarkının içinde; benim kıçımın elit tarafından fışkıran kıllar da böyle bozuyor işte hayat standardımı tam tersi bir örnekle.
Türkçeyi unutmak istiyorum sana susmak için. İlk uçakla Amerika’ya göndermeli miyim gerçekten seni? Bunlar nasıl fikirler, nasıl uçuşmalar.
Gece gündüz seni anlattığım insanlara tek kelime etmiyorum bir haftadır, sana da. Sana seni anlatmaktan veya hayranlığımı dile getirmekten vazgeçtim. Nasıl olsa hafızan kötü diye güveniyorum belki de eskiden güvenemediğim duygusal bağlantılı ilişkilerimize. Bir bir biter diyorsun sen de kurulan ortaklıklar. Ne kalır geriye.
Gönlümü almaya çalışışın çok tatlıydı aslında dün gece. Boynuna sarılıp ağlamak istedim o anda. Amatörlüğüne birkaç damla gözyaşı akıtmam gerekliydi, o kadar saftı o kadar bana geçirilmesi gereken bir duyguydu ki. Sesimiz kısıktı, etraftakiler duymayacakmış yalanına inanıyorduk belli ki aramızda otuz santimetre olsa da. Dinlemeseler keşke diyordum ben içimden. Seni alıp kaçsam, neresi olursa. Baksam sana en alıştığından. Yılda bir kez iki bardak yıkayıp sevgini göstersen sen de. Ya da yumuşatmak istediğin bir kırgın anımda kahve yapsan\kahve yaptığım tek insansın gibi buhar banyolarına soksan yaşlanan cildimi yumuşatmak için.
Ne benim ihtiyacım biter sana, ne senin beni her gün döven sözlerin. Buraya yazar yazar bırakırım boşluğa. “Ölsem” diyor içimdeki Cengiz Kurtoğlu. Acındırma kendini diyor plazalardan okuyan arkadaşlarım. Sen nasıl olsa duymayacaksın beni, ne önemi var varoş beynimi suçlasalar. Kimseyi kalitemle mutlu edemeyeceğim artık.
Karanlıkta bir ışık gördü diye nereye kaçacağını şaşıran, arabanın önünde zıplayıp duran ama bir türlü ezmediğin, yardımcı da olmadığın tarla faresiyim.
Ne kurtarır bugünümü biliyor musun? Gülümsemen. Susmamız. Yanında olmak. Başka kimsesiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

2023 - Kalan 6 Ay

Temmuz, on beş ay sonra spor salonlarına döndüğüm ve eğer bir kaza bela olmazsa, nasıl öleceğimi de öğrendiğim ay oldu. Bunun getirdiği duyg...